Milan Kundera, ‘Saptırılmış Vasiyetler’ kitabında küçük ulusları büyük ailelere benzetir ve şöyle der:
“Ey küçük uluslar! Her kimsenin her kimseyi kıskandığı, herkesin herkesi gözetlediği küçük uluslar… Aileler, sizden nefret ediyorum!”
Narin kızımızı katlettiler.
İngiliz edebiyatında polisiye romanlara özgü bir klişe vardır. Dedektif cinayeti sonunda çözer ve “Katil uşak” diye haykırır.
Pek çok ırza geçmede, katletmede, kayıpta bizler yani bu ülkenin sevgiye, adalete, eşitliğe susamış vatandaşları, benzer bir klişeyi kafamıza kafamıza yeriz.
Öyle uzaklarda değildir fail, hemen maktulün yanı başındadır. Ailedendir. Babadır, anadır, ağabeydir, amcadır…
İnsanlara en kolay ve en çok yakınları zarar verir.
Bu yüzden en zoru bir çocuğu ailesine karşı koruyabilmektir.
Aile… Aile senden nefret ediyorum!
Kalın perdelerini çekerler günahlarını işlerler.
Sessizlik yemini ederler.
İttifakları bozulmasın isterler.
Bütün ahali suç işler, mağduru gözden kaybedip vicdanlarını sustururlar.
Aile… Aile senden nefret ediyorum!
Aysel Gürel, Ünzile şarkısında şöyle diyordu:
“Bir gül gibi al ve narin
Bir su gibi saydam ve sakin”
Bir Narin’i incittiler.
Veresiye taşeron namazını kılıp cesedi dereye götürdü.
20 kilo çocuğun üzerine 15 kilo taş koydu.
Veresiye taşeron evine gidip bir daha namaz kıldı.
Bir Narin’i incittiler.
Narin’i neden öldürdüler?
Aile… Aile senden nefret ediyorum!
Kol kırılır yen içinde kalır!
Her suçun, her günahın üstünü örten taşra, senden nefret ediyorum!
Canlara kıyan törelerinizden nefret ediyorum!
İnsan onurunu, insanın yaşama hakkını tarumar eden itibar şehvetinizden nefret ediyorum!
Aile senden nefret ediyorum!