Virüs ile yaşam, her şeyin dijitale evrilme sancıları, günlük dertlerin ve önceliklerin anlam torbasının boşa çıkması... Bir diğer yandan başka bir coğrafyayı istila eden çekirgeler gibi değil miyiz; market raflarında? "Mesut bir hikâye" diye yazılan kupa istilasında? Ligleri ertelemediğimizde de aynı "kısa yol" yapma telaşındayız, sanki. Gerçekten önem verdiğimiz ne şimdi bu benzemez gibi görünen ve fakat çok benzeyen hikâyelerde?
Bu değişik gündemlerin ortak paydası, bana göre "dürüstlük kuralı"...
*
Müsaade edin de size dürüstlük kuralının kafamda çanlar çaldığı anı anlatayım. Yıllardan 2010, bendeniz İstanbul Barosu’na kayıtlı Stajyer Avukatım, havalar o biçim. Adliye stajındayım ve başlangıcı yaptığımız Savcılık stajının ardından sıra Ağır Ceza Mahkemesi’ne gelmiş. Mutluyuz, gururluyuz. Ben her sabah bizim mahkemenin mübaşiri ile aynı saatte kaleye mum dikiyorum. Mahkeme Başkanı benimle ilk günün dışında pek konuşmuyor ama ben nedense her sabah ibadet gibi gittiğim için staj mahallime, beni sevdiğini düşünüyorum hatta buna inanıyorum. Dosyalar dosyaları, müştekiler sanıkları, hükümler infazları kovalıyor ve sıra enteresan bir dosyaya geliyor. Müşteki (şikâyet eden) bir hanımefendi gelip duruşma salonunda yerini alıyor. Yetmişli yaşlarına yakın görünüşü, kimlik tespiti sırasında doğruluyor aklımdakileri. Sanık ise bir taksi şoförü ve duruşmaya katılmamış; aramızda, salonda değil. Acaba ne oldu, olayın konusu nedir, derken; öğreniyoruz ki taksici (sanık), müşteki hanımefendiyi “hafif uzun bir yoldan” götürmüş gideceği yere! Barbaros Bulvarı üzerinden çalıştığı üniversiteye giden müşteki hanımefendi Prof. Dr. ve de kalp cerrahı olduğunu açıkladığında, mahkeme başkanı da tebessümden çok öteye giden yüzünü saklamak için kullandığı pembe dosyayı çekiyor yüzünden ve arkamıza yaslanıyoruz hep birlikte!
Ekliyor, Prof. Dr. Kalp Cerrahı müşteki hanımefendi: “Onunla uğraşma, bununla uğraşma derken her şeyi boş veriyoruz. Bu sefer boş vermeyeceğim dedim.” Ben ise bu sırada, o yıllarda her an ve her yerde çantamda olan, Türk Ceza Kanunumu karıştırıyorum hızlıca. Bir yasal dayanak ihtiyacı içindeyim. Çünkü Ağır Ceza Mahkemesi’ndeyiz!
Taksinin yolu azıcık uzatmasının Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmakla olan ilişkisini kurmaya çalışıyorum! Derhal buluyorum! Hızla ilerliyorum suçlar arasında ve hop! “dolandırıcılık!” “Serbest meslek sahibi kişiler tarafından, mesleklerinden dolayı kendilerine duyulan güvenin kötüye kullanılması suretiyle” uzatıveriyor taksici yolu! Huzurlarınızda “nitelikli dolandırıcılık.” O işi yapana değil de kime güveneceğiz, öyle değil mi? Dürüstlük kuralıydı, basiretli tacir olmaktı karışıyor anlamlar birbirine. Öngörülen cezanın üst sınırı da 10 yıla çıkıyor ve işte Ağır Ceza Mahkemesi duruşma salonunda buluşuyoruz. İşte dürüstlük kuralı; yaptığımız işten dolayı sahip olduğumuz güvenilirlik ile karşımızdaki kişilerin bulunduğu durumdan yararlanmakla ve kıssadan hisse, hileli davranışlarla bir kimseyi aldatmakla yakamıza ilişebilir. Aynı şey, zamanımızı, enerjimizi, aşkımızı verdiğimiz spor müsabakaları için de geçerli! "Kısa yol" yapmak yerine nezaketle yürüdüğümüz yol deneyimleri temenni ediyorum.