Yüz yıldır yoldalar

Yayın tarihi: 7 Aralık 2023 Perşembe 2:04 pm - Güncelleme: 7 Aralık 2023 Perşembe 2:04 pm

Gazeteci Fügen Ünal Şen ile Lozan Mübadelesi’nin 100’üncü yılını ve o dönemi anlatan romanı “Bir Avuç Mazi”yi konuştuk.

“Bitmeyen bir yolculuktur mübadillik. Bedenler yıllar içinde elbette bir yerde kök saldı ve fakat ruhlar atalarının topraklarına uçup duruyor. Bu, gelenler için de, gidenler için de böyle… O nedenle ‘Mübadiller yüz yıldır yoldalar’ dersek yanlış olmayacaktır.”

Kendisi de üçüncü kuşak mübadil olan gazeteci Fügen Ünal Şen, geçtiğimiz günlerde 5’inci baskısıyla okurla yeniden buluşan mübadele romanı Bir Avuç Mazi’yi ve mübadele olgusunu anlatmaya bu cümle ile başlıyor.

Peki kimdir mübadil? Ortak yaşananlar, acılar nedir? Evini, yurdunu, toprağını terk etmek zorunda kalanların duyguları, yaşadıkları, mücadeleleri nasıldır?

Lozan Barış Antlaşması 100. yılında! Lord Curzon, İsmet İnönü’nün cevabıyla neye uğradığını şaşırmıştı

Bu sorunların yanıtlarını Bir Avuç Mazi’nin satırlarında ve Fügen Ünal Şen ile sohbetimizde bulacağız elbette, yazarı bize anlatacak. Ama önce, “Kimdir mübadil, mübadele nedir?”sorusunun kitaplardaki tanımına bakalım:

Türk ve Yunan Hükümetlerinin 30 Ocak 1923’te imzaladıkları ‘Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesi’ne İlişkin Sözleşme ve Protokol’un ilk maddesi şöyle: “Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyruklularıyla, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman Yunan uyruklularının 1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak zorunlu mübadelesine girişilecektir.”

İşte, bu protokol ile mübadele başlamış ve bu zorunlu göçe tabi tutulanlara da mübadil denmiş. Bu kadar net, görünürde.

-Bu kadarla geçiştirilebilir mi tanımlamak?

-Mümkün mü? Mübadele de, mübadillik de hiç bitmeyen bir savrulmuşluktur. Mübadele yaşandı bitti denilemez. Bakın hala bugün, şu an, sizinle şu sohbeti yaparken dahi, mübadil yanım ata topraklarımı anıyor, orada aile büyüklerimin nasıl bir hayat sürdüklerini gönlümün taa içinde yaşatmaya çalışıyor.

Bu protokol ile kaç kişi yollara döküldü?

Buradan 1.5 milyona yakın Rum gitti. Yunanistan’dan da 700 bine yakın kişi geldi.

Sizin aileniz?

-Benim anne yanım mübadil. Alasonya’dan yola çıkıp, Selanik üzerinden gemi ile Mersin’e geliyorlar, 1924’te. Oradan da onlar için Adana’da gösterilen eve yerleşiyorlar.

Bir Avuç Mazi bu yolculuğun romanı değil mi?

– Evet. Ailemin Alasonya’yı bırakıp yola koyulması ile başlıyor ve Adana’daki evlerine varışlarıyla bitiyor. Ama kitabın kurgusu gidiş gelişlerle dolu.

– Bu kurgu okurun işini biraz zorlaştırmış. Bunu risk olarak görmediniz mi?

– Hayır… Hem de hiç. Düşünsenize, 1920’lerde, savaş görmüş iki toplum…Mübadeleye tâbi tutulanlar evlerini, yurtlarını, o güne kadar vatan dedikleri topraklarını bırakıp, “Başka” bir toprağa yerleşecekler. Görünürde bir evden, bir eve gidiş bu ama savrularak, hazin bir yolculukla. Duygusal zorlukların yanında yaşanan fiziki zorluklardan burada söz etmiyorum bile. Her yönü ile büyük bir travma. O nedenle savrula savrula hayatta kalanların hikayesini okuyanların da savrulmasını istedim biraz. Kolay bir kitap olmasın istedim. Okur bazı bölümlerde kaybolsun, başa dönsün, sona gelsin, ‘Neredeyim ben?’desin. Zira mübadiller hep bu soruyu sordu.

-Rum mübadillerin duyguları, yaşadıkları da Bir Avuç Mazi’de Rum mübadil Bayan Mitra özelinden aktarılmış. Bu bölümler için nasıl bir çalışma yaptınız?

Bayan Mitra elbette bir simge. Anadolu’dan gidenlerin izlerini Yunanistan’da sürdüm. Selanik’e gittim. Orada kaldığım bir hafta boyunca Yannis Spiropoulos bana eşlik etti. Yannis’in ailesi Nevşehir, Suvermez’den Selanik’e gönderilmiş. Yannis dedelerinin öyküsünü anlattıkça sanki kendi dedeminkini duydum. Acı ortak, yaşananlar, çekilen çileler ortak.  Yannis 80 yaşındaydı, karşılaştığımızda bana sarılıp “Toprağımın insanı” diye ağladı. Benim anneannem Alasonya’dan geldiğinde on beş yaşındaymış. Bazen bizlere pek hissettirmeden Samyotisa şarkısını mırıldanırdı, Rumca…

Sizinle yapılan bir başka röportajda kitabınızdaki “Memleketi bırakıp vatana gidiyoruz” cümlesi hatırlatılıp, “Memleket ne yana düşer?”diye sorulmuş. “Yüreğe” diye yanıt vermişsiniz…

Yüreğe düşer elbet. Bence öyle. Bakın, anneannemin Beşiktaş’ta oturan Alasonya’dan bir arkadaşı vardı. Kimi günler “Ben memleketlime kahve içmeye gidiyorum” der, giderdi. Belli ki, memleketlisinde bırakıp geldiği memleketini görüyordu. Aynı evleri, dereleri, köprüleri görmüş göze bakmak derdiyle gidiyordu belki ki. O nedenle memleket yürekte derim ben.

-Mübadelenin 100. Yılındayız. Tam bir asır geçmiş üstünden ama yıllarca pek konuşulmadı. Ancak yeni yeni kitaplar yazılıp, filmler çekiliyor. Nedendi bu suskunluk?

-İlk kuşağın yaşadığı travma öyle kolay konuşulacak, anlatılacak gibi değil. Her iki ülke savaştan çıkmış. Anadolu kendi yarasını sarmaya çalışıyor. Halk yorgun. Mübadilleri anlayacak, kabul edecek takatları yok. Kimi mübadil Türkçe bilmiyor, üstelik en kanlı savaşların yaşandığı Yunanların topraklarından gelmişler, “Gavur dölü” diye dışlanıyorlar çoğu zaman. Gelenler de böyle bir durumda, ayakta kalabilmek için daha kapalı, içe dönük bir hayat sürüyor. Zaten yaşadıklarını dillendirmek de yaralarının kapanmasını zorlaştırıyor bir yandan. Anlatacak, günlük sohbetlere katacak güçleri de istekleri de yok. Belki de konuşmayınca yaşanmamış gibi olacak sanıyorlar. Susmayı tercih ediyorlar. Ayakta kalma, kök salma, devam etme çabası var. İşte ikinci kuşak asıl ayakta kalma savaşını sürdüren, toparlananlar. Benim gibi üçüncü kuşak mübadiller ise başka bir telaş içindeyiz. Çünkü dedelerimiz, ninelerimiz yavaş yavaş ‘gidiyorlar’. Benimkiler örneğin çoktan ‘gittiler’. İyi ki anneannemden masal niyetine de olsa anlattıklarını dinlemişim, düzensiz de olsa sorular sorup öğrenmişim. Kısacası, Bir Avuç Mazi’yi kendimi bildim bileli yazıyordum ben. Sanırım kelimeleri görünür kıldım bu kitapla.

Biraz da yazım aşamasını konuşalım. Hatıraları tarihi gerçeklere monte etmek de ayrı bir süreç zira…

– Anneannem ve büyük teyzelerimin anlattıkları kalbimde yerlerini almıştı. Ancak dönem romanı yazmanın elbette sorumluluğu da çalışması da bambaşka. Kitap 1924’te geçiyor. Bu nedenle o günlerdeki Anadolu’yu iyi kavramam gerekiyordu. Mübadeleyle ilgili yapılmış akademik çalışmalar var. Bunlar çok değerli bilgiler kapsıyor. Lozan Mübadilleri Vakfı ayrı bir derya. Hem sözlü tarih çalışmalarını derleme çabaları çok katkı yaptı bana, hem de orada buluştuğum mübadiller her görüşmemde kendi aile hikayelerini cömertçe paylaştılar benimle. Ankara’daki Devlet Arşivleri’nde o dönem için çok önemli olan belgelere, örneğin dedemin Tasfiye Talepnamesi’ne bile ulaştım. Selanik çevresindeki Anadolu’dan gidenlerin yerleştiği bölgeleri ziyaret ettim. Onlarla konuştum, yaşatmaya çalıştıkları geleneklerin nasıl da bizlerinkiyle benzer olduğunu bir kez daha gördüm. Alasonya’ya gittim. Alasonya Belediye arşivinden fotoğrafları inceledim. Orada , ileri yaştaki kişilerle sohbetler yaptım. Benim için unutulmaz olan ise, kitabımda da anlattığım kimi mekanlarda benden yıllar önce anneannemin, dedemin yaşamış olduğunu bilerek bulunmamdı. Olimpos’a dedemin gözleriyle baktım sanki, kemerli taş köprüden anneannem gibi zıplayarak geçtim. Çok etkileyici bir duygu seliydi.

Dönem kitapları yazmayı seviyorsunuz sanırım. Yeni bir kitap çalışmanız var, bir kaç cümle de yayına hazırlanan kitabınızdan söz eder misiniz?

Yeni kitabım da bir dönemi anlatıyor evet. İstanbul’un işgal yıllarını. O dönemdeki belli günlere dönüyor okur, örneğin işgalin ilk ününe, Sultanahmet Mitingi’ne ya da işgalin bittiği güne. İşgalin belirli ve özel günlerini roman kahramanlarımıza eşlik ederek yaşıyor okur. Onlarla belli mekanlarda bulunuyor. O günlere katıyor kendisini. “Tut Elimden İstanbul” kitabın adı. Yine Alfa Yayın Grubu’ndan, Mona Kitap’tan çıkacak.

Fotoğraflar…

  • Bir Avuç Mazi’yi yazarken Selanik ve Alasonya’ya giden Fügen Ünal Şen, orada, mübadelede ailesi Nevşehir’den Yunanistan’a giden Yannis Spiropoulos’la görüşmüştü.
  • Alasonya’da…

İlber Ortaylı: Lozan bizim için bir zaferdir herkesin kabul etmesi gerekir

Kaynak: HABER MERKEZİ