Yön ve direniş!

Yayın tarihi: 18 Nisan 2021 Pazar 10:03 am - Güncelleme: 19 Nisan 2021 Pazartesi 3:07 pm

Türkiye, Yusuf Akçura’nın siyasal ve entelektüel tarihimizin en önemli eserlerinden biri olan, “Üç Tarz-ı Siyaset” kitabının yazılmasının üzerinden yüz yılı aşkın bir süre geçtikten sonra, yeniden tarihsel yönünün belirleneceği bir hesaplaşma kavşağına ve bir yol ayrımına doğru sürükleniyor. Bu ülkenin dramı yarım kalan, diğer bir ifade ile ihanete uğrayan bir demokratik burjuva devrimi ile modernleşme denemesinde yatıyor. Ülke, bu tarihsel deneyimin yüz yıl sonra yenilgiye uğradığı bir ara rejim döneminden geçiyor.

Siyasal ömrünü dolduran ve fakat tarihsel ömrünü uzatmak için bütün kamusal olanakları kullanan Erdoğan-AKP iktidarı, islamcı bir rejimi bütünüyle kuramamanın krizini yaşıyor. Başka bir ifadeyle; hukuku, toplumsal düzeni, siyasal anlayışı ve ahlakıyla Ortaçağ değerler dünyasına yaslanan; dahası bu yolla kalkınabileceğini, ileri teknolojiyi (modernleşme değil) ve güçlü ülke konumunu yakalayabileceğini varsayan islamcı iddia çöküyor. Ortaya rüküş bir siyasal-toplumsal model, bir ara rejim çıkıyor.

Bu dönemde (özellikle 2016 sonrasında) artık güçlendiğini, devleti bütünüyle ele geçirdiğini, kendisine engel olabilecek bütün kurumları dağıttığını ve bu nedenle artık kendi islamcı ajandasının gereklerini yerine getireceğini sanan Erdoğan-AKP iktidarı,gerçek durumun hiç de öyle olmadığını görmenin şaşkınlığını yaşıyor. Bu nedenle; bir yandan ABD ve Batı ile ilişkileri yeniden düzeltmeye yönelirken, diğer yandan toplumu bir kez daha “darbe paranoyası” ile teslim almaya ve böylece solu da kapsayan cumhuriyetçi-aydınlanmacı muhalefet kesimlerini bütünüyle bastırmayı planlıyor.

MONTRÖ TARTIŞMASININ ANLAMI

İşte, Erdoğan yönetiminin Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni yeniden tartışmaya açmasının da ‘Amiraller Açıklaması’ nedeniyle başlattığı adliye-polis operasyonlarının nedenlerini de bu siyasal sıkışmışlıkta aramak gerekiyor. Daha önce de belirttiğim gibi, Türkiye artık her an her şeyin olabileceği bir dönemden geçiyor. Ülke, tarihin temposunun ve siyasal kan dolaşımı ritminin yükseldiği bir aşamaya giriyor.

ABD seçimlerinde muhafazakar-faşizan Donald Trump ve Cumhuriyetçi Parti ekibine oynayan Erdoğan-AKP yönetimi, Demokrat Parti’nin kazanmasından sonra Joe Biden yönetimiyle ilişkilerini iyileştirmek istiyor. Bunun için, Türkiye’nin egemenliğini ve bağımsızlığını riske ederek Montrö’yü tartışmaya açmaktan bile kaçınmıyor. Böylece 100 yıldır ABD donanması ve ticaret gemilerine kapalı olan (sınırlandırılmış bulunan) Karadeniz’i Washington’un emperyalist hesaplarına peşkeş çekmeye kalkıyor. Bu girişimin, savaş potansiyeline sahip Ukrayna krizine denk gelmesi de dikkat çekiyor.

Ancak, diyalektik düşünme yöntemini bir yana bırakalım, asgari bir matematik kafasına (metodolojisine) bile sahip olmayan islamcı kadro, Rusya’yı hesaba katmadan attığı adımların Doğu Akdeniz, Suriye ve Libya sorunlarıyla ilişkisini kuramıyor. Daha kötüsü, Marmara Denizi’nin bir “iç deniz” statüsünden çıkarılarak, “uluslararası sular” konumuna çekilebileceğini hesaplamadan hareket ettiğinin bile farkına varamıyor. Ancak, Rusya’nın yükselerek giden her kademedeki uyarısı ve nihayet Putin’in müdahalesiyle kendisine geliyor. Bu durumun, yani Rusya’nın müdahalesinin “amiraller kumpası”nın çökmesinde de rol oynadığı anlaşılıyor. İktidar yeniden Montrö’ye bağlılığını teyit etmek zorunda kalıyor.

Öyle anlaşılıyor ki, emekli amiraller yayınladıkları bildiri (açıklama) ile tam da bu noktaya, yani AKP’nin sinsi siyaseti ve hesaplarının bam teline dokunuyor. İktidar çevrelerinin ve yandaş basının birden bire yerlerinden zıplamalarının, bu olayı fırsata çevirerek bir taşla birkaç kuş vurma cinliğine girişmelerinin nedeni budur.

Gel gelelim bu kez hesapları tutmadı. Birincisi, dış dinamikler ve esas olarak Rusya etkeniydi. İkinci ve daha önemli olanı ise iç dinamiklerdi; toplum bu kez sinsi girişimi onaylamadı, siyasi uyanıklık ve haksızlığa prim vermedi. Artık sokaktaki insanın da “darbe paranoyası” ve sahte “milli irade” edebiyatından bıktığı ortaya çıktı. Böylece yandaş medyanın bütün yaygarası, iktidarın yüksek perdeden başlattığı ve CHP’yi de vurmayı hesaplayan gürültülü kampanyasına karşın kumpas şimdilik çöktü.

Toplumsal tabanı eriyen, sınıfsal destekleri ve ittifak ilişkileri daralan AKP iktidarı, şimdilik daha fazla ileriye gidemedi. Ancak, Fethullahçı Çete yöntemleriyle kurulmaya çalışılan söz konusu kumpasların önümüzdeki dönemde çoğalacağını, siyasal baskı ve devlet şiddetinin alabildiğine artacağını da beklemek gerekiyor.

YAZININ TAMAMI İÇİN TIKLAYIN