Devlet Başkanı ve Başbakan ve Dışişleri Bakanı Sayın Toraman Bey’le bir söyleşi yaptık. Söyleşiden önce gazeteci arkadaşım Ahmet Çalçene ile istişarede bulunduk. Zorlu sorular hazırladıktan sonra editörümüz Aslıhan Limonata ile ikinci bir istişarede bulunduk.
Devlet başkanımız tam zamanında geldiler televizyona. Büyük bir enerjiyle girdiler içeri. Kendisine ilk sorumuz şu oldu.
- Sayın Toraman, Devlet Başkanlığının yanında Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığını da üstleniyorsunuz. Bunlar sizin için ağır olmuyor mu?
- Ben, dedi, başkan Toraman, ben doğuştan bu işlere yatkın bir insanım. Ben doğuştan devlet adamı olarak domuşum. Siz de bilirsiniz kimi insan ressam doğar kimi şair doğar, kimi yazar doğar, kimi gazeteci doğar, ben ise devlet adamı olarak doğmuşum. Ayrıca halkımız için vazifeden kaçamayız, biz buna doğuştan mecburuz.
Devlet Başkanımız Sayın Toraman hayret edilecek derecede zeki. Öyle zeki ki biz leb demeden leblebiyi anlıyordu.
- Sizi anlıyorum, nasıl bu kadar zeki olduğumu soracaksınız değil mi, dediler.
Gerçekten de biz bunu soracaktık kendisi açıkladı.
- Küçükken beştaş oynardım, dediler ve ilave ettiler, sizler benim nasıl olup da bu kadar güzel konuştuğumu da merak ediyorsunuzdur, diye buyurdular.
- Evet efendim, gerçekten de çok güzel konuşuyorsunuz, hitabetiniz çok güzel dedik.
Başkan Toraman bunun üzerine:
- Annem küçükken bana masal okurdu, ordan kaptım bunu. Ayyrıca benim mantığım da çok sağlamdır.
- Hakikaten efendim gerçekten de çok güçlü bir mantığınız var, dedim.
- Evet güçlü bir mantığım vardır çünkü mantık kuru kahve değildir.
Bu zorlu mantık karşısında hepimizin dili tutuldu.
Biz yeni sorumuzu sormadan Başkanımız şöyle dediler:
- Bir devlet adamının sezgileri güçlü olmalıdır. Bakın bana sezgilerim çok güçlüdür.
- Nasıl bu kadar sezgisi güçlü olabildiniz, sorunusuna:
- Doğuştan diye cevap verdiler
Bunun üzerine biz:
- Savaş dedik.
Başkanımız:
- Yavaş dedi.
Büyük devlet başkanımız savaş ve yavaş kelimelerinden eşsiz bir benzetme ile barışa olan inancımızı pekiştirdiler.
Muhalifleri ile ilgili görüşleri şöyle:
- Ben bir adım atarsam onların on adım atması icabeder. Ben on adım atarsam onların yüz adım atması icab eder.
Başkanımız burada durdu, zeki bir bakış atarak sordu:
- Adım mı, adam mı?
Bu kozmik benzetme ile reel-politik, güncel, ekonomik durumu deştiler.
Söyleşi sırasında dikkatimizden kaçmadı, Türkiye’nin dört bir köşesinden gelen haberleri değerlendirdiler, halkın saadeti için yetkililere talimat verdiler. Halkın saadeti dediler.
Halkın saadeti derken sesi çok dramatikti. Bu seste milletin yüzyıllardır uğradığı adaletsizliklerin haykırışlarını duyduk.
Bu haykırışta geleceği pırlantayla süslenmiş güneşli bir geleceği gördük. Başkanımız adım ve adamla halk adına halk için var kıldığı ve anti dekorasyondan, antidepresyondan uzak ince ipliklerle geleceğimizi örüyordu.
Söyleşimizin özeti budur.