27 yaşında Dışişleri Bakanı, 31 yaşında ise Avrupa’nın en genç başbakanı oldu. 1986 doğumlu 35 yaşındaki Sebastian Kurz, birkaç aydır yolsuzluk yapmakla, görevini kötüye kullanmakla "İbiza skandalı" olarak bilinen yolsuzluk skandalını soruşturmak için kurulan meclis araştırma komisyonuna yalan ifade vermekle suçlanıyordu. Yeşiller Partisi’nin ısrarlı müdahaleleriyle önce başbakanlıktan istifa etti, sonra açılan soruşturma "sağlıklı yapılsın" diye oybirliğiyle Meclis'te dokunulmazlığı kaldırıldı, şimdi de partideki genel başkanlık görevi başta olmak üzere, bütün görevlerinden ayrılacağını ve siyaseti bırakma kararı aldığını" açıkladı. Basın toplantısında da "Ne bir azizim, ne de bir suçluyum" dedi...
Bu gelişme “bizi kıskanan” Avrupa’da, Avusturya’da yaşandı. Üstelik “siyaseti bırakmak” zorunda kalan Sebastian Kurz, adında “halk” olsa da, sağcı, muhafazakar, otoriterlik yanlısı, göçmenlere karşı anti demokratik uygulamaları ile öne çıkan ve 2019 seçimlerinde yüzde 37,5 oyla Avusturya’nın birinci partisi olan Avusturya Halk Partisi’nin Genel Başkanı’ydı. Kurz, suçlamaları reddetse de, gelişmeler karşısında ne “beka” vurgusu yaptı, ne “milli iradeden” bahsetti, ne de “şahsım devletinin birinci partisiyiz, siz kimsiniz” dedi. Farklı özellikler taşısa da tıpkı yolsuzluk iddiaları nedeniyle görevlerinden istifa eden Estonya, Malta, Slovakya, Romanya Başbakanları ya da Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff gibi o da görevinden istifa etti...
Bu tür gelişmeler karşısında kıyaslama yapınca “bizimkiler” çok kızıyor, çünkü bizimkiler demokrasiye inanmıyorlar, demokratik temayüllere de asla saygı duymuyorlar…
Cumhuriyet tarihinin en uzun süreli iktidarı olan AKP iktidarında “istifa” kurumunun ortadan kaldırılıp yerine “affını istemek” gibi uydurma ve demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir kavramın ikame etmesi bu açıdan tesadüf değil. Çünkü her şey Erdoğan üzerinden yürüyor, ortada hukuki statüsü hariç ne AKP diye bir parti, ne kurumlar, ne de demokratik temayüller var!
Avusturya Başbakanı’nın dokunulmazlığı “soruşturmanın selameti” için kendi partisinin de oylarıyla kaldırılırken, biz de İçişleri Bakanı’nın bizzat kendisinin açıkladığı “10 bin Dolar aylık alan siyasetçi” için soruşturma bile açılamıyor…
Sedat Peker’in, Mehmet Eymür’ün Korkut Eken’in iddialarının yanından bile geçilmek istenmediği gibi “pişkinlik” inanılmaz boyutlara varıyor.
Erdoğan, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun yolsuzluğa ve hukuksuzluğa karşı “İktidar değiştiğinde soruşturmalar başlayacak, kanunsuz emirlere uymayın; Haramzadelerin sofrasına oturmayı reddedin, selamı sabahı kesin, Kanal İstanbul ihalesini hiç kimse almasın, alanlar çok ağır bedeller ödeyecek” gibi yaptığı açıklamaları bir videoda toplayan Erdoğan bu açıklamaları “vesayetçi zihniyet” diye küçümsemek ve aşağılamak için kendi sosyal medya hesabından yayınlıyor. Çünkü Erdoğan’ın bütün kurgusu ve hedefi ne pahasına olursa olsun kendisini iktidarda tutmak, bunun için her yol mübah!
Ülkeyi öyle bir hale getirdiler ki, bakanların adı yalnızca “Bakan”, istifa edebilecek güçleri bile yok, muktedir değiller, o yüzden bir bakanın gelip, diğerinin gitmesi, bakanların eğitim görüp görmediklerinin hiçbir anlamı yok, “Faiz sebep, enflasyon sonuç” demeleri yeterli ya da Sağlık Bakanı’nın gazeteciler ve kameralar karşısında Erdoğan’ın "Para pul mu söyledin?" sorusu karşısında panikleyerek
"Hiç söylemedim. Söyler miyim efendim, siz izin vermeden söyler miyim” demesi aslında adına Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen sistemin yalnızca gelinen sonucunu özetlemiyor, yaşanan büyük dramı da özetliyor!
Aynı gerçek yaşanan ekonomik kriz için de fazlasıyla geçerli değil mi? Simidin bile 3,5 lira olduğu bir ortamda, 20 yıl ülkeyi tek başına yönettikten sonra “yeni bir ekonomik modelden” bahsetmek ve dönüp gerçeklerle yüzleşmek yerine devir teslim töreninde “Çok güçlü bir kamu maliyesini bakanımıza bırakıyorum” demek ya da utanmadan sıkılmadan “Afganistan ekonomisini ayağa kaldırmamız lazım” diyebilmek yalnızca komik değil aynı zamanda trajik!
Yaşanan bu dram karşısında, Türk Lirası hızla değer kaybetmeye devam ederken, pansuman tedbirlerin de, erken seçime yönelik asgari ücret artırımların da krizi çözemeyeceği kesin. Sistemi değiştirmeden, kamucu, halkçı ve planlamacı bir model uygulamadan Türkiye ayağa kalkamaz! Türkiye’nin yeniden ayağa kalkması için de sandık ve değişim zorunlu. Değişim için “geliyoruz” duygusunun ve güveninin her tarafa yayılması gerekiyor, bu güvenin yaratılmasında CHP’nin 4 Aralık Cumartesi günü Mersin’de başlatacağı ‘Milletin Sesi’ mitingleri bir dönüm noktası olabilir!