Aslında bugün 6 bin yıllık tarihe sahip Bitlis’te ilk kez yapılan Bitlis Kitap Fuarı’nı yazacaktım ancak vazgeçmek zorunda kaldım. Çünkü Bitlis’ten döner dönmez kendimi bir kez daha siyasallaşan yargının tam ortasında buldum; önceki gün Canan Kaftancıoğlu ve Kılıçdaroğlu’na linç davası, dün de İstanbul Anadolu Adliyesi’nde görülen İmamoğlu davası…
Yalnızca İmamoğlu’nun değil, aslında 23 Haziran 2019 ‘da yapılan ikinci seçimde "yeter artık" deyip değişim için İmamoğlu'na oy veren 4 milyon 742 bin 82 kişinin yargılandığı davanın duruşması 50-60 m²'lik bir salonda yapıldı. Duruşmanın yapıldığı salona itiş kakış girdikten birkaç dakika sonra bırakın hareket etmeyi nefes almak bile zorlaşmıştı. CHP Grup Başkanvekili Engin Altay son bir hamleyle hakime "Yetkinizi kullanın ve bu davayı daha büyük bir salona alın" dese de, Gezi başta olmak üzere birçok siyasi davada gördüğümüz gibi hakim "tercihini" küçük salondan yana kullandı. Çünkü iktidarın emrindeki yargının muhalefeti cezalandırma yöntemi yalnızca kararlara yansımıyor, karar öncesine de yansıyan bir "geleneğe" dönüşmüş durumda. Bu "yeni" cezalandırma geleneğinden dolayı yüzlerce hatta binlerce kişinin izlemek istediği duruşmalar küçük salonlara hapsediliyor. Böylece hem hukuki rezillik gözlerden kaçırılarak örtülmeye çalışılıyor, hem de cezalandırma daha o an duruşma salonlarından başlatılıyor. İmamoğlu’nun karar duruşması olarak ilan edilen duruşma da bu yüzden küçük bir salonda gözlerden ırak yapıldı. Duruşmada karar değil eylüle erteleme çıktı. Anlaşılan o ki iktidar İmamoğlu’na siyasi yasak dahil yargının cezalandırma sopasını bir tehdit olarak eylüle kadar tutmak istiyor!
Son iki günde hukukun üstünlüğünün de adaletin de büyük birer iktidar yalanı olduğunu bir kez daha yaşayarak gördük. Attığı tweet'lerden dolayı Canan Kaftancıoğlu cezalandıran siyasallaşmış yargı, Çubuk’ta Kılıçdaroğlu’nu devletin bakanları ve mülki erkanı önünde Madımakvari bir eylemle linç etmek isteyenlere saldırılarından dolayı belki teşekkür etmedi ama adeta ödül gibi cezalar verdi, üstelik hükmün açıklamasını da geri bırakarak İstinaf'a gitmenin yolunu da kapadı…
İKTİDAR DAHA DA SERTLEŞECEK
Hukuk alanda bu hukuksuzluklar yaşanırken uzunca bir süredir giderek sertleşen, otoriter eğilimleri birincil eğilim haline getiren iktidar bloku "Daha da sertleşeceğim" mesajlarını vermeye devam ediyor. Çünkü enflasyon, hayat pahalılığı, gelir adaletsizliğindeki büyük uçurum derinleşiyor, toplumda "Yarın ne olacak" kaygısı hızla artıyor ve henüz tam açığa çıkmamış öfkeler birikmeye devam ediyor ve iktidarın açmazı büyüyor. İktidar bütün hamlelerine rağmen 6'lı masayı bozamıyor, tam tersine son toplantıda da gördüğümüz gibi daha fazla birlik vurgusu öne çıkıyor ve 6'lı masa 10 maddelik "Temel İlkeler ve Hedefler Bildirgesi" yayınlıyor…
Siyasal kutuplaşmayı bir yöntem olarak benimseyen Erdoğan’ın kutuplaştırma politikasının etki alanı yüzde 25-30’luk bir alana sıkışıyor olsa da Erdoğan başka bir alternatifi olmadığı için kutuplaştırmayı ve otoriterleşmeyi öne çıkarmaya devam ediyor. Bu yüzden "son çare" olarak Ukrayna-Rusya, NATO gibi, Suriye müdahale gibi dış politika hamleleri yaşanan gerçek sorunları unutturma çabasının da bir sonucu olarak döne dolaşa öne çıkartılıyor…
Kaftancıoğlu, İmamoğlu, Kılıçdaroğlu’na yönelik hukuki gibi gözüken siyasi hamleler de, HDP’nin kapatılmasının sürekli gündemde tutulması da, RTÜK’ün muhalif televizyon kanallarına Kılıçdaroğlu’nun canlı yayını yayınladı diye ceza vermesi ve bazı konserlerin yasaklanması, sosyal medyada yeni sansür hazırlığı da bize iktidarın daha da sertleşeceğini çok net gösteriyor…
Devlet Bahçeli Van'da kayyumlara karşı olduğunu açıkladıktan sonra "Selahattin Demirtaş’ın, Osman Kavala’nın serbest bırakılmasını istiyorsanız bize katılın" diyen Kılıçdaroğlu’nu Meclis kürsüsünden "Çok istekliysen biraz daha devam et sonunda kanun yoluyla onların koğuşundaki boş bir ranzaya sende kapağını atarsın" diye açıkça tehdit etmesinin nedeni de bu...
Erdoğan’ın bitmek bilmeyen Gezi düşmanlığını bu kez de "Bu teröristler, eşkıyalar bira şişeleriyle caminin içini pislemişti" yalanı eşliğinde Gezi eylemine katılanlar için "Bunlar çürük, bunlar sürtük" diye küfür etmesinin nedeni de bu…
Erdoğan kendi yurttaşına küfür edebildiği, yargıda siyasi eğilimine göre bütün önemli davalarda karar aldırdığı birini Adalet Bakan Yardımcısı yaptırdığı bir ortamda "onurlu ve dik durmaya" devam etmek önemli ama yetmez, çünkü nefes alacak alanlar giderek daralıyor.
Siyasi partiler dışında aydınlara, yazarlara, sanatçılara da büyük rol düşüyor, belli ki, bu siyasi iklim değiştirmeden Türkiye normalleşmez!