Hadi beyhude bir çabaya girip birazcık gündemi normal hayatın konularına çevirelim. Mesela youtube üzerinden dünyanın en eğlenceli dizisini izlediğini düşünüp story atan gençlerden ya da malumun ilamını bölüm bölüm çeken ve ısrarla ‘ben kahraman değilim’ diyen bir kişinin bu denli kahramana aç bir toplumda ne kadar inandırıcı olabileceğinden falan konuşmayalım. Yazık ki bu bir PS oyununda kana susamış iki karton karakterin kıyasıya dövüşüne dönecek ve orada kalacak gibi… Bu oyunun karakterleri neyin üzerinde mi tepiniyor; kısaca insanlığın ve ne acıdır ki geleceğimizin… Dedim ya hadi biraz konuyu değiştirelim. Keşke bu bir futbol yazısı olsaydı. Ama yazar haddini bilmekte. Tek başına kuru bir psikoanaliz pek sıkıcı olmakta. Hatta bir eğitim haberi bu denli renkli gündemi olan memleketimiz için ne kadar haber değeri taşır ki? O vakit bol nostaljili ve bol mesaj kaygılı bir başarı öyküsüyle devam edelim.
Konumuz yine ergenler efendim. Hatta bu sefer ergenliği başta Beşiktaşlılar olmak üzere neredeyse tüm ülkeye dert olan bir kahramanımız var. Ergenlerin çoğu için tuttuğu takım ‘ölesiye’ sevilir (Zaten isteseler de normal düzeyde sevemezler o ayrı). Hemen hemen tüm marşlarda takımın renklerinin bayrağına sarılı tabut, musalla taşı, ölmeye geldik nidaları yer alır. Ergen gördüğümüz gibi ne yapar ne eder kendini adayacak bir yer bulur. Özellikle sosyo ekonomik düzeyi daha alt sınıflardan gelen gençler için taraftarlık daha da farklı bir anlam taşır. Hatta bu bir onur meselesidir. Öyle ya bazı takımlar halkındır bazıları sosyetedir. Hatta bu ayrım sloganlara bile yansır. Fakat ne ilginçtir ki, her takımın diğerini değersizleştireceği bir kategori mutlaka vardır. O yıllarda maçlar paralı değil. Halkın futbolu halka aitti. O zamanlar maç biletleri ucuz. Bilet fiyatlarının şimdiyle alakası yok. 80’li-90’lı yıllarda futbol herkesin hayatında. Maçlar ana baba günü. Parası olmayan da maç seyredebiliyor. İyi kötü bir futbol topu hemen her sınıftan bir çocuğun kolunun altındadır. Hatta patlak da olsa teneke kutuyla o maç tamamlanır. O yıllarda futbolcularda pek sık takım değiştirmezdi. Tuhaf bir sadakatin hüküm sürdüğü zamanlardı. Futbolcu olmak isteyen çocukların rüyalarını şimdikilerin baş döndürücü araba markaları değil tuttuğu takımın forması süslüyordu. Ve takımların altyapıları pardon özkaynak düzenleri aslında tüm kulüplerin can damarları esas can suyuydu.
Şimdi gelelim ergenliği tüm ülkeye dert olan genç adama. Zira onun yeteneği sadece Türkiye liginde değil uluslararası düzeyde başarılar getiriyordu. Ve tüm Türkiye top oynamadığı zaman ona sitem ediyordu. Bizler babasının omzunda maç seyreden çocuklarken henüz lise çağında A takımla maça çıktığında Sergen Yalçın’ın incecik çocuk bedeninde dalgalanan siyah beyaz forma adeta Pal Sokağı Çocukları’nın canları pahasına zenginlerden korudukları oyun arsasına diktikleri bayraklarıydı bizim için. Sergen Yalçın müthiş yeteneğiyle mütevazi Beşiktaş’a adeta bir armağandı. Tribündekiler içinse acayip şeyler yapan esaslı çocuktu. Ama en nihayetinde ‘çocuktu’. Kişinin yeteneğiyle imtihanı başka bir yazının konusu. Hasılı Beşiktaşlılar Sergen Yalçın’a zaman zaman çok kızsa da hep çok sevdi.
Öyle ya Sergen Yalçın gibi bir yetenek bir takımın başına belki yüzyılda bir gelirdi. Ama Serpil Hamdi Tüzün gibi bir hoca ya gelirdi ya gelmezdi. Beşiktaş çok ama çok şanslıydı. Altyapı kelimesi Serpil Hoca’nın lugatında yokmuş. “Altyapıda insan olmaz. Bizim işimiz insanla. Öz kaynak düzeni” dermiş. Rıza Çalımbay, Metin Tekin, Feyyaz Uçar, Ali Gültiken ve daha niceleri onun öğrencileri. Hatta Ali Gültiken şöyle bahsediyor hocasından:
“Serpil Hoca hazırlattığı videoları izleterek birkaç saat mental ders yaptırırdı. Pozisyon içindeki duruşumuzla, vuruşumuzla ilgili farklı şeyler aktarırdı. “Paşam” diye seslenirdi. “İyi malzememiz, topumuz olmayabilir. Çim sahamız olmayabilir ama yeteneklerimiz var. En önemlisi bu yetenekleri kullanabilecek aklımız var. Eksikleri bir kenara bırakırsak her takımı her yerde yeneriz” derdi. Bu bizim hayat düsturumuz olmuştu. Yeri doldurulamaz bir insan. Onun gibi bir deha bir daha zor gelir. Üstelik o dönemki yokluklar içerisinde bir tarih yazdı. Milli takımları Avrupa şampiyonluğuna taşıdı.”
Serpil Hoca’nın mottosu: ‘Futbol daha iyi oynanabilir’di. Zira bir akıl oyunuydu ona göre. En çok yerilen oyunlardan biri olarak futbolun zekayla estetikle nasıl iç içe uyumlandığını sahaya yansıtıyordu. Her biri neredeyse efsaneleşen farklı takımlardan oyuncularına göre o bir deha bir filozoftu. Sergen Yalçın da böylesine işine aşık, tutkulu bir öğretmen için yeteneğiyle kim bilir ne heyecan verici bir öğrenciydi.
Sadece 11 yaşındayken o ele avuca gelmez çocuğa öyle bir ödev vermiş ki aslını isterseniz Sergen Yalçın hiç de öyle haylaz bir öğrenci değilmiş. Serpil Hoca, öğrencisinden Pazar da dahil her gün için 10 tane gol pozisyonunu defterine çizmesini istemiş. Sergen bu golleri çizerken sadece kendi vuruş pozisyonunu değil rakip savunmayı, kendi takım arkadaşlarını, kalecinin pozisyonunu da çizmiş. Yani ödev ağır.
Sonrası mı; hani diyor ya Sergen Yalçın gözüm kapalı frikik kullanırım. İşte zihinselleştirme ve kalıcı öğrenme muazzam bir emekle birleştiğinde maharetin sadece yetenekle açıklanamayacağı da ortaya çıkıyor. Sergin’in inci gibi yazısı, muntazam sayfa düzeni ve düşünerek çizdiği her sayfa aslında o küçücük yaşında takındığı ciddiyeti de gösteriyordu. Ciddiyet günün sonunda sadece bir çocuk için taşıması ne zor bir zırh. Hasılı geçen yıllar futbol adına ne hocasını ne de öğrencisini pek mutlu etmese de doğadaki hiçbir emeğin karşılıksız kalmayacağı adeta 2020-2021 pandemi yılında bir kez daha kendini hatırlattı.
Sergen Yalçın, özkaynak düzeninden kalecisiyle ve sınırlı kadrosuyla yetiştiği takımını şampiyon yaptı. Ne mutlu endüstriyel futbola boyunun ölçüsünü veren özkaynak düzenine. Ve ne mutlu bir futbol efsanesi olarak gençleri sporla kazanan Sergen Yalçın’a. Hani demiştik ya bu bir eğitim yazısı aslında. İşte Sergen Yalçın’ın 38 yıl önceki ödevi ve öğrenciliğidir Beşiktaş’ı şampiyon yapan. Kimine göre gol defteri kimine göre hayat defteri…
Kaynaklar
Socrates Dergi
Kolej Havası Belgesel