Bugün cumhuriyet ve onun tarihsel kazanımları sahipsizdir. Kemalist devrimden yana milyonlarca cumhuriyetçi, bu anlamda demokrasi ve özgürlüklerden yana her sınıftan çok büyük bir yurttaş kesimi siyasal olarak yalnız bırakılmıştır. Diğer bir ifadeyle neredeyse toplumun yarısı örgütsüzdür. Kendilerini yenilmiş, korumasız ve tehdit altında görmektedir.
Cumhuriyet, yarım bırakılmış bir devrimin ürünüdür. Cumhuriyetin asker-sivil bürokrasisi ve burjuvazisi kendi devrimine ihanet etmiştir. Cumhuriyet burjuvazisi ve bürokrasisi, tarihle yaşadıkları yasak bir ilişkinin sonucu gibi cumhuriyeti cami avlusunda terk etmiştir. Cami cemaatinin bir bölümü de insaflarına terk edilen genç cumhuriyeti o avluda boğazladı. Cumhuriyetin üst bürokrasisinin ve burjuvazisinin bu ihaneti, kendi sonlarını da hazırlamış, korkaklık ve güçsüzlükleri nedeniyle siyasal iktidarı vererek, ekonomik iktidarlarını korumaya yönelmiştir. Nedeni sol korkusudur.
Ancak siyasal (dolayısıyla kültürel) iktidarı vermek, ekonomik iktidarı kurtarmaya yetmemiş, alan olabildiğine daraltılarak muhafazakâr-İslamcı bir sermaye sınıfı yaratılmıştır. Tarihin yasasıdır; kendi devrimini yarım bırakan ya da ona ihanet eden her güç, hareket ya da sınıf kendi mezar kazıcılarını yaratır.
Sol korkusu cumhuriyetin feda edilmesiyle sonuçlanmıştır. AKP ve onun siyasal İslamcı iktidarı (aynı anlama gelmek üzere İslamcı- faşist rejim) böyle bir tarihsel sürecin sonucudur. Emperyalizmin bölgesel ve küresel hesapları ile İslamcı hareketin yerel hedefleri arasındaki konjonktürel (toplu durum) örtüşme, AKP’yi iktidara taşımış ve bu parti fırsatı son derece iyi şekilde, her yol ve yönteme başvurarak değerlendirmiştir.
KORKU VE TÜKENİŞ
Cumhuriyet ve başta laiklik olmak üzere onun kazanımları tam anlamıyla savunmasızdır. Eğitimin bütünüyle imam-hatipleştirerek dinselleştirilmesi karşısında bazı meslek örgütleri ve aydınlar ile sosyalist partiler dışında kimseden ses çıkmıyor. CHP laiklik konusundaki tavırsızlığını, hareketsizliğini sürdürüyor. Muhalefet faaliyetlerini meclis ile sınırlama tutumunda ısrar ediyor. Bir ölüm sessizliğidir bu!
Oysa Milli Eğitim Bakanlığı’nın yeni eğitim öğretim yılı için hazırladığı haftalık ders çizelgesinde; çeşitli müfredat oyunlarıyla zorunlu din dersleri 16 saate çıkarılıyor. Bu süre neredeyse toplam haftalık ders saatinin yarısına denk geliyor. Bu yeni ders çizelgesi, Anayasa’ya, laiklik ilkesine, devrim kanunlarına, cumhuriyetin temel niteliklerine açıkça aykırıdır. Böyle olmasına karşın, cumhuriyetin sivil kurucu gücü olan ve Kemalist mirası temsil ettiği iddiasını sürdüren- sürdürüyor mu tam emin değilim gerçi- CHP, tuhaf bir yaklaşımla olan biteni sadece izliyor. Cılız birkaç Meclis açıklamasıyla adeta yasak savıyor. Öyle ki, “Aman bizi din düşmanı zannetmesinler” korkusu -ki temelsiz bir endişedir- CHP’yi paralize ediyor.
Ayrıca, karma eğitimin kaldırılması yönündeki gerici faşist çevrelerce yürütülen kampanya, bu talebe sıcak baktığını gizlemeyen iktidarın sinsi hazırlıkları; Milli Eğitimin Müdürlüklerinin, tarikat vakıflarıyla yaptığı işbirliği protokolleri; hastane ve okullara “değerler eğitimi” gerekçesi ile imam atanması; festival ve konser yasakları; içki içilmesini sınırlama, hatta yasaklama yönündeki girişimler ve devlet kurumlarındaki liyakata değil sadakata dayalı ideolojik kadrolaşma karşısında da CHP anlamlı bir direniş sergilememiş, dahası bu alanları koruyamamıştır. Oysa tarihsel, ahlaki ve felsefi bakımdan güçlü olan kendisidir. Meşruiyetini ise doğrudan kurucu iradesi olduğu cumhuriyetten almaktadır.
ESKİ OLAN İSLAMCILIKTIR!
Eskiyi, köhne olanı, ilkelliği, tükeneni, çağını dolduran bir güç ve zihniyet olma özeliğini, gericiliği ise siyasal İslamcılık temsil etmektedir. Bu nedenle 200-250 yıllık bir aydınlanma ve modernleşme deneyimi ve birikimine sahip olan Türkiye’de asıl güçsüz olan, bu nedenle de gerçekte son derece korkak bir karaktere sahip hareket/akım İslamcılıktır. Siyasal İslamcılar bunun farkındadır. Habersiz olan CHP ya da ona egemen olan liberal anlayıştır.
İslamcı-muhafazakâr ideolojik ve politik saldırı karşısında, CHP’deki geriye çekilme ve sağa kayma tutumu öyle bir sınıra gelmiştir ki; bu parti neredeyse cumhuriyeti kurduğu için “özür” dileyecektir. Bu ironi, emin olun fiilen gerçekleşmektedir. AKP’den koptuğu belirtilen muhafazakâr kesimlerin, ‘CHP’ye oy verirsek kazanımlarımızı yitiririz’ korkusu karşısında gösterilen hassasiyet -ki bu korkunun varlığı temelsiz bir iddiadan ibarettir- cumhuriyetin kazanımları konusunda gösterilmemektedir.
∗∗∗
Bu anlamda 14-28 Mayıs seçimlerinin kaybedilmesi -ki adil ve demokratik bir seçim yapılmadığını hiç unutmamak lazım- esas olarak cumhuriyetin kazanımlarını kararlı bir şekilde savunarak merkez sağ ve demokratik muhafazakâr seçmene güven verilememesidir. Bu güven 1970’lerde nasıl verildiyse, yine verilebileceğini unutmamak gerekiyor. Bunun için önce ‘kendiniz olmak’ şarttır.
Cumhuriyeti temsil eden ve onu savunabilecek son kurum CHP olduğu halde; bunu yapamamış ya da liberal bir zihin kirlenmesinin etkisiyle yapmamıştır. Maliyeti ağırdır. CHP kendi siyasal ve ideolojik çizgisi ile tarihsel misyonunun gereğini yapmak yerine kendi sağına bakarak ‘acaba ne derler’ kaygısına odaklanmıştır. Durum böyle olunca asıl güç kaynağını oluşturan, üstüne bastığı zemini imha etmeye başlamıştır.
Cumhuriyetin dramı budur. Bu makûs talihi yenecek tek güç, yurtseverler ve devrimcilerdir.
YAZILAR VE ÖZÜR NOTU
Tahmin edilebileceği gibi yazılarımı el yazsısı şeklinde gönderiyorum. Çünkü bütün cezaevleri gibi; Silivri’de de daktilo ya da bilgisayar yok. Tutuklu ve hükümlüler koğuşlarda bilgisayar bulunduramıyor.
Bu nedenle; bir dizi yazım hataları ile çıkıyor yazılarım. Ben de burada saçımı başımı yoluyorum. Bu hatalar, kimi harf ya da kelimelerin okunamamasından bazen de bu yazıları bilgisayar ortamına aktaran ve okuyan dizgici veya editör arkadaşların dikkatsizliğinden kaynaklanıyor. Ben el yazımın görece iyi ve okunaklı olduğunu sanıyorum, ama elbette benim yazımlarımın yer yer okunamamasından ya da özensiz olmasından da bazı yanlışlar oluşabilir.
Ama her ne ise, bunlar artık çok rahatsız edici boyutlara vardı. Özellikle geçen hafta -ki avukat arkadaşın gecikmesi nedeniyle pazar gününe yetişemediği için pazartesi ve salı yayımlandı- işin şirazesinin kaçtığını gördüm. Kelime, hatta satır bile atlanmıştı. Bu nedenle yazmayı bırakmayı bile düşündüm. Öyle ki günümüzün en önemli sosyal bilimcilerinden olduğunu düşündüğüm Richard Sennett’in adı bile ‘R. Samett’ diye yazılmıştı. Hem de adı geçen her yerde. İşte o sırada ben bittim.
Bu nedenle bütün okurlardan özür diliyor, gazetedeki arkadaşlardan emekleri için teşekkür ederek, azami dikkat rica ediyorum.
Yarınki yazımda, daha doğrusu yazımın ikinci bölümünde Silivri’den kimi haberlerim ve anekdotlarım da olacak.