Sırıtmayın suratsızlar. Sahtekârlar! Düzenbaz alçaklar! Sırıtmayın. Gülecek ne var? Siz daha demin neyi kutladınız, utanmaz arlanmazlar?!...
Takımın bir fincanı kırılsa karalar bağlayacak olanlar, bardağın yarısı dolu diye beni avutmayın. Yalandan pozitif insanlar, akıl fikir tüccarlığına soyunan kurnazlar, huzur garantili yaşam dersi satan dolandırıcılar, kalbi kapital âşıklar… Susun ve sırıtmayın! Pozitifliğinizi bana satmayın.
Kampanyayla ‘indirimli’ ruhanilik pazarlayan dehalar, tarifeli hayırseverler, dünyayı cehenneme çevirip cennet ‘güzelleyen’ üçkağıtçılar, “Az çoktur” diyen gözü doymazlar, yoksulluk romantizmi yapan kodamanlar… Susun ve sırıtmayın!
Kırk altı yıllık yaşamımın toplamı kadar kızgınım size. Hepinize! Kendime!
Takımın bir fincanı değil, tamamı kırıldı; uzaklaşın buradan iyimserlik aymazlığınızı başınıza çalmadan önce.
Rica ediyorum ilk taşı herkes kendine atsın.
Kimileri saraylara sığamazken birilerinin bir günlük rızkı bir kiloluk yoğurt kabını ancak dolduruyorsa… Selde çadırda yatıyor, çamura kalkıyorlarsa… İçecek suya, çaya hasret dolaşıyorlarsa… Yeter; ağzınızı açıp konuşmayın! Susun ve sırıtmayın!
***
Sanki biri kurtulunca herkes kurtulacaktı. Sanki biri hayatta kalırsa herkesin yaşamı onda tezahür edecekti. Sanki bir el verirsek enkazın altındaki her can yaşama tutunacaktı. Geciktiniz, bayım. Susun ve sırıtmayın!
Bir kamyonun kasasına beyaz bir demir kapıyı, belki kenarında kediler gezmiş mavi bir balkon korkuluğunu, kim bilir hangi çiçeğe göğüs germiş pembe bir pencere demirini, kim bilir hangi köpeğin işaretlediği bahçe çitini üst üste yığmışlar. O kapı; kim bilir kaç kez öfkeyle çarpıldı, kaç kez umutla açıldı? Kim bilir kaç uykulu el, yorgun el, heyecanlı el, kederli el kapının kolunu tuttu? Hiçbir şaşkın acaba üzerinde anahtarı unuttu mu? Acaba tatlı bir komşu anahtarı fark edip de uyardı mı? Moloz dedikleri yıkılmış yaşamlardan geriye kalanlar… Bir zamanlar sağlam olan bir evin alelade parçalarıyken hurdaya çıkanlar… Sadece izlediniz, bayım. Susun ve sırıtmayın!
***
Perdeler… Perdeler “Burada daha önce yaşam vardı” dercesine bayrak gibi sallanıyor. Kornişten yarısı düşmüş, kirlenmiş, yırtılmış perdeler… Akşam olunca mahremiyeti örten, güneş çıkınca ışığı kesen perdeler… Hep derttir ya perdeleri asmak, zahmet vermemek için bütün yıkıma rağmen asılı kalmış perdeler… Ölmüş insanların perdeleri… Yok olmuş yuvaların perdeleri… Yıkılmış gitmiş binaların perdeleri… Ben bilmezdim perdelerin bin insana bu denli keder verebileceğini. Perdelerimize dokunmayın, bayım. Susun ve sırıtmayın!
Ev neydi? Yuva? İz olarak geriye bir tek perdeler kalmışsa… Ev neresi? Yuva neresi? Alelade bir gün/günler yaşıyor olmayı ne çok isterdim. Keşke bütün derdim çorabın kayıp teki olsaydı mesela. Makinenin içindeki çorap canavarını düşünerek çocukça korkuya kapılsaydım. Bir fincanını kırdım diye bozulan takıma kahırlansaydım. Sahi altısı bir yerde olsa ne olur olmasa ne olur? Ne fark eder? Bu takımlar Japonya’da zaten beşli değil mi? Ama siz insanları sadece saydınız, bayım. Üst üste gömüp saydınız. Susun ve sırıtmayın!
***
Ve sana ne diyeceğimi bilemiyorum. Kimsin sen? Nesin? Sana yaşam mı diyeceğim? Felaket mi? Deneyim mi? Uğursuzluk mu? Poseidon’un laneti mi? Günahların bedeli mi? Bilimin üzerine yatan cehalet mi? Tanrı mı? Baş belası mı? İnsanın ahmaklığı mı? Sana ne diyeceğim, bilemiyorum.
Duvarlarımı aldın benden. Kolonlarımı, pencerelerimi, kapılarımı, son bir yudum su içip başucuma koyduğum bardağımı, ayağımdan çıkardığım son bir çift çorabımı, dişlerimi sıkmadan uyumak için yakararak başımı üzerine koyduğum yastığımı… Canlarımı aldın benden. Sevdiğim, sevip de çemkirdiğim, sevip de bilmediğim, sevip de söylemediğim, sevip de “Ona bir şey olursa aklımı yitiririm” dediğim kim ve ne varsa aldın benden. Ne varsa aldın benden; alçaksın! Bir tek perdeleri geride bıraktın.
Ben ne öğrendim, bayım, biliyor musun? İnsan ölümlü. Daha yeni öğrendim. Şimdi… Şimdi öğrendim. Ama rica ederim, bayım, siz susun ve sırıtmayın! Yasıma karışmayın.
Perdeler, bayım, perdeler; depremlerde bile yıkılmıyor. Lütfen dışarı çıkın. Gülenlere, eğlenenlere itirazım var. Susun ve sırıtmayın!
NOT: Maraş merkezli iki depremin ardından önce covid olmuş, sonra ağır bir bunalıma girmiştim. Enkaz önünde futbol sevinci yaşayan insanları görünce kahırlanıp bu yazıyı 13 Nisan 2023 tarihinde yazmıştım. Yayımlanması için popüler edebiyat dergilerinden birine göndermiştim. Duygularım öylesine çok acıyordu ki yazıyı geri çekmiştim. Dost bir psikiyatrı arayıp “Dayanamıyorum” demiştim, “Beni depremden çok bu akıl almaz, korkunç, örgütlü kötülük yıktı. Felaketten çok kötücüllük canımı yakıyor.”
Ve 6 Şubat’ın yıldönümünde sandıktan çıkardım bu yazıyı ve kabuklarını soyup yarama tuz bastım. Unutmayalım. Ne olur hatırlayalım. Yalvarırım dostlar, aklımızda tutalım.