Uzunca bir süredir bütün dünyada siyasal ikimi ırkçılıkla ve milliyetçilikle bütünleşen sağcı otoriter eğilimler belirliyor. Dünyada ekonomik ve siyasi gücü elinde bulunduran bu eğilim sistemin bütününü tartışmanın uzağında tutmak için, asıl sorunları tartışıp çözmek yerine, hepimize sorunlarla yaşamayı hem dayatıyorlar, hem de öğretiyorlar!
Televizyondaki Trump ile Biden tartışmasında da bir kez daha hem bunu gördük, hem de her yerde irtifa kaybeden siyasetin otoriterliği matah bir şeymiş gibi sunma çabasının, siyasi aktörleri de ne kadar nobranlaştırdığını, hakaretin, laf yetiştirmenin, rol yapmanın siyaset yapma biçimine dönüştüğünü gördük…
Bu nedenle doğru bir öngörü olarak “dünya beşten büyük” olsa da yalnızca ekonomi ve siyaset değil, Trump’tan Putin’e, Erdoğan’dan Bolsonaro’ya, Modi’den Obran’a kadar siyaset yapma biçimi de beş büyüğün istekleri doğrultusunda şekilleniyor.
“Beşli çetenin” bize dayattıklarını biz de “büyük politikalarmış” gibi tartışıp duruyoruz. Asıl tartışılması gerekeni özenle tartışmaktan kaçıyoruz. Klasik söylemde olduğu gibi silah üretenlerin barışı, ilaç üretenlerin sağlığı, petrol üreticilerinin, maden şirketlerinin yenilenebilir yeşil enerjiyi istemeleri pratik olarak mümkün olmadığı için “kontrol edilebilir kaos ve kontrol edilebilir savaş” günlük politikaya dönüşüyor. Durum böyle olunca da Myanmar’dan Libya’ya kadar uzanan, bir çok zaman Hindistan’ı da içine alan iç savaşlarla iç içe girmiş “sınır savaşlarının” bu kadar çok olması, vekaletler üzerinden yürüyen paralı askerliğin bu kadar revaçta olması tesadüf olmaktan çıkıyor!
Bu tarafta Afganistan, Irak, Yemen, Suriye, Libya, Doğu Akdeniz ve bir kez daha Dağlık Karabağ, diğer tarafta Venezüella ve Bolivya örneklerinde olduğu gibi Latin Amerika bu gerçeğin ispatına dönüşüyor…
Bizim de gündemimize oturan ve Azerbaycan ile Ermenistan’ı bir kez daha savaşın eşiğine getiren Dağlık Karabağ sorunu da tam da bu gerçeğin bir parçası. 30 yıldır BM dahil birçok karara rağmen çözülemeyen bu sorunun çözümü için ilk adımın Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’dan çekilmesi olduğu herkes tarafından bilinse de kesin bir çözüm yerine kontrol edilebilir gerginlik tercih ediliyor. Gerginlikten ve çatışmalardan beslenerek her iki tarafı kontrol eden Rusya da, ABD’de de Avrupa Birliği de, Türkiye’de, İran da bu halkanın parçaları durumunda. Azerilerin ya da Ermenilerin ölümü karar vericilerin umurunda bile olmuyor…
Gerginlik ve çatışma iç siyasette tıkanan bütün iktidarlarla yükselttikleri milliyetçilik üzerinden, dikkatler başka yöne çekildiği için hem kendi başarısızlıklarını örttüğü, hem de kendilerine zaman kazandırdığı için çatışmanın doğrudan tarafları olan Azerbaycan da, Ermenistan da ülke içinde seslerini yükseltseler de durumdan memnun gözüküyorlar…
Siyasal iklim böyle zehirlenince sanki herkes savaş istiyormuş gibi “hiç kimse” Azerbaycan da ve Ermenistan da barış isteyenlerin sesini duymak istemiyor. Oysa siyasal iklimi değiştirmek için duyulması gereken asıl sesler bu sesler olmalı!
O seslerden biri olan Azerbaycan’da Sol Cephe’den avukat Karlo Lebt Birgün Gazetesi’ne konuşmuş ve demiş ki; “SSCB döneminde Karabağ'ın bu iki barışçıl toplumunun gün geldiğinde düşman olacağını hayal etmek zordu. Şimdi ise yıllardır süren düşmanca ve milliyetçi propagandadan sonra, uzlaşmalara dayalı barışı hayal etmek zor. Bu düşmanlık sadece Kafkasya bölgesini istikrarsız ve tehlikeli bir bölgeye dönüştürmekle kalmıyor, aynı zamanda hem Ermenistan'da hem de Azerbaycan'da gençlerin aklını zehirliyor. Her iki ülkedeki 30 yıllık çatışma sırasında, doğuştan nefret ruhuyla büyüyen bir nesil yetişti. Erivan ve Bakü'de herhangi bir uzlaşma ülkenin çıkarlarına ihanet olarak görülüyor…”
Asıl sorun tam da bu. Bunun üzerine gidilirse siyasal iklim değişir, siyasal iklim değişirse davranış kalıpları da, düşünce tarzı da değişir…