İktidar korkuyu her tarafta hakim bir duygu haline dönüştürmeye çalışırken, Türkiye kötülüğe meydan okuyan bir iyiyi daha kaybetti…
Önceki gün yitirdiğimiz Doğan Cüceloğlu diyor ki, “Daha güçlü olan güçsüz olanı bastırıp onu ezmeye, susturmaya çalışır. Ailedeki şiddet, iş yerindeki kabadayılık, mobbing sorunlarını korku kültürünün dinamikleri çok iyi açıklar. Toplumsal çatışmaların altında da aynı korku kültürünün ilişki kurma sorunları vardır. Çatışmayı bastırmak için korku kültürü toplumu gücü, korkuyu, öfkeyi kullanır. Belki bir süreliğine sindirme gerçekleşir. Ne var ki, sorun çözülmüş değil, sadece bastırılmıştır. Aylar, yıllar, on yıllar sonra yeniden ortaya çıkar. Çözüm, korku kültürünün dışına çıkıp, saygı-sevgi-güven kültürünün hakkaniyet, gerçeğe saygı, sorumluluk, empati gibi değerleri içinde ilişkileri yeniden düzenleyebilmekte yatar… Korku kültürünün yarattığı sorunları korku kültürünün yöntemleri ve değerleri ile çözemezsiniz, ancak bir süre için bastırabilirsiniz…”
“Korku kültürünün yarattığı sorunları korku kültürünün yöntemleri ile çözemediğimizi, en azından son 40 yıldır yaşayarak kerelerce “test” etmiş olsak da bu ısrardan vazgeçilmiyor. Sorun tam da burada, çünkü sorunu yaratanlar, sorunu çözümüne ortak olmak bir yana, sorunu derinleştirmeyi tercih ediyorlar…
Gara’da yaşanan katliam bunları bir kez daha bize hatırlattı…
Gara’da katledilen 13 insanımızın katliamı yalnızca mevcut siyasi gerginliği derinleştirmekle kalmadı, yeni bir kutuplaşmanın gerekçesi olarak kullanılmaya başlandı. İktidar operasyondaki askeri ve siyasi başarısızlığına rağmen, HDP’yi ve muhalefeti hedef tahtasına oturtmuş durumda…
Tamam…
Terörün bir insanlık suçu olduğu, terör karşısında suskun kalmanın da, terörden fayda ummanın da bir insanlık suçu olduğu kesin…
Silahlı mücadelenin çıkmaz bir sokak olduğu, daha fazla ölmek ve öldürmek üzerine kurulu silahlı mücadelenin de yerini aslında “vekalet savaşına” bıraktığı da kesin…
Binlerce yıla yayılan insanlık tarihinden de öğrendiğimiz gibi silahın, şiddetin ve savaşın gerçekliği kaybettiği de kesin…
Ancak…
Daha önce kerelerce örneği görüldüğü gibi 13 kişi kurtarılabilirdi. 5-6 yıl öncesinden alıkonan kişilerin görüntülü mesajlarını izleyince, ailelerine gönderdikleri mektupları okuyunca etkilenmemek, derin bir üzüntü duymamak mümkün değil…
Bu konuda CHP’li Veli Ağbaba’nın, Murat Bakan’ın, ailelerle birlikte mecliste yaptıkları basın toplantıları, ilgili bakanlara verdikleri soru önergeleri orta yerde olsa da iktidar gücü yetse katliamın suçunu CHP’ye yıkacak!
İktidarın bu ve benzeri konularda sorulara bile tahammül yok! Oysa siyasette de, gazetecilikte de “kamuoyuna sunulan her bilginin doğru bilgi olup olmadığının sorgulanması” sıradaki ilk reflekslerden biridir…
Örneğin, 2013’de iktidarın “devlet adına” kamuoyunu ikna için “akil adam” ilan ettiği ama bugün İçişleri Bakanının “canı çıkasıca dernek” dediği İnsan Hakları Derneği Eş Başkanı Öztürk Türkdoğan’a kızılacağına dönüp söylediğine kulak vermeli. Mazlum Der gibi, Kızılhaç gibi daha önce PKK tarafından alıkonan bir çok kişiyi aracılık yaparak serbest kalmasını sağlayan İHD Başkanı Tükdoğan, İçişleri Bakanı Soylu’ya diyor ki, “Kendisi istese diyalog kurardı, alırdı. Musul’da nasıl yaptılarsa, denizcilerde ne yaptılarsa, aynısını yapması gerekirdi. ‘Terörle muhatap olmayız’ diyenler neden başka teröristle muhatap oluyor? Başkalarını suçlayarak sorumluluğundan kurtulmaya çalışıyor…”
Suçlayarak, hedef göstererek, daha fazla kutuplaştırarak ne Türkiye’de ne de dünyanın herhangi bir yerinde çözülmüş tek bir köklü sorun yoktur.
İktidar Türkiye’yi “deneme yanılma tahtası” yapmaktan vazgeçmeli, çünkü Einstein’ın dediği gibi, “hiçbir sorun onu yaratan bilinç düzeyi ile çözülemez…”
Bakış açısını değiştirirsek göreceğiz ki, kutsanması gereken ölüm değil, yaşamdır!