Biz millet olarak örfümüzle ve geleneklerimizle duyuş ve düşünümüzle nereden geldik?
Bu soruya bir başka soruyla yanıt verilebilir. Bir yerden geldik mi?
Burada erdemli olan şu.; ot gibi topraktan türemedik..
Burası doğru ve fakat, özellikle bir yerden mi geldik?
Diyelim ki, bir yerden geldik; niye o yerden geldik, geldikse nereden geldik?
Doğudan mı batıdan mı kuzeyden mi güneyden mi, nereden geldik.. Ayrıca ve bilhassa saf mı geldik, ya da karışık mı geldik?
Biliyorsunuz biz atlarımızı Tuna boyunda suladık, Macar ovalarında serinledik... Viyana’ya kadar uzandık..
Oralarda ne işimiz vardı..
Ama bu kanlı gelme sonucu çözmez. Ancak gitme sorununu çözebilir. Ama bizim sorunumuz bu değil...
Bizim sorunumuz varsa ki, var, o zaman şunu sormalıyız. Bu sorun nedir, bu sorunu kim nerede, nasıl çıkarmıştır.
Biz bunu bilebilir miyiz, yoksa bu kendinde şey midir? Eğer bu kendindeyse fenomenler dünyasında bunu bilemeyiz. Daha ve hatta bilebildiğimizi ya da bilemediğimizi bile bilemeyiz.
O, fenomenlerin çok ötesinde aşkın bir noktadadır.
Biz ne yazık ki fenomenler dünyasından yola çıktık, kendinde şeyden uzaklaştık.
Millet olarak duyarsızlığımızın nedeni kendinde şeyden uzaklaşmasıdır.
Peki bu uzaklaşma nasıl bir uzaklaşmadır. Bunu bilmek olası dahilinde değildir.
Çünkü kendinde şeyi bilmiyoruz. Kendinde şey bilinmeden uzaklaşma bilinmez.
Gördüğünüz gibi nereden geldik sorusuna yanıt havada kaldı. Belki bir gün armut piş ağzımıza düş hesabı, sorum havadan yere iner.
O zaman hiç kuşku yok ki sorun çözülür.