Lösemi nasıl bir hastalıktır? Prof. Dr. Çetiner anlattı

Yayın tarihi: 21 Nisan 2024 Pazar 10:45 am - Güncelleme: 21 Nisan 2024 Pazar 10:47 am

Haber: Ceren Ural

Prof. Dr. Mustafa Çetiner, “Lösemi nedir?” ve “Lösemi nasıl bir hastalıktır?” sorularına yanıt verdi.

İç Hastalıkları ve Hemotoloji Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Çetiner, TELE1‘de ekranlara gelen Sağlık Gündemi programına konuk oldu.

Konca Kumkum’un sunduğu programda konuşan Çetiner, şunları söyledi:

“İnsanlığın lösemiyle bilimsel anlamda ya da farkındalık anlamında ilk yüz yüze geldiği yüzyıl 18. yüzyıldır. 18. yüzyılda tıbbın babası ya da tıbbın papası sayılan Alman bilim insanı Wirchow, çok önemli bir tıp insanıdır ve ilk lösemi sözcüğünü kullanan kişidir. İlk lösemiyi tarif eden kişinin Wirchow olduğunu kabul ederiz ve Wirchow böyle ilk lösemi hastasının fark ettiği ki Almanya’da 50 yaşlarında bir kadın hastaydı bu. Otopsisinde damarda kanın bembeyaz göründüğünü görmüş. Yani o beyaz küre hücrelerinin sayısı o kadar artıyor ki kana beyaz bir görüntü veriyor. Ve o zaman şunu söylemiş aslında Wirchow, ‘ben bu hastalığı tanımlıyorum, bu umutsuz bir hastalık görünüyor ama ben eminim ki bu hastalık günün birinde tedavi edilebilir bir hastalık olacak’. Wirchow’un bu iyi niyetli kehaneti aslında son zamanlarda gerçekleşmeye çok yakın, genetik biliminin de büyük katkılarıyla. Bizim lösemi dediğimiz şey şu aslında; insanın kemik iliğinde en tepede bir kök hücre var. Ve o kök hücreden hücreler dönüşüyorlar. Ve birtakım bir seri hücreler yapıyorlar. İşte, kırmızı küre dediğimiz hücreleri yapıyorlar, beyaz küre dediğimiz hücreleri yapıyorlar, pıhtılaşmadan sorumlu trombosit dediğimiz hücreleri yapıyorlar ve bu beyaz kan hücreleri bağışıklık sistemimizin çok önemli bir parçasını oluşturuyor. Ve bunlar bizi enfeksiyonlara karşı koruyor. Kırmızı kan hücreleri, kırmızı oksijenli dokulara taşıma görevi yapan hücreler ve bir de demin söylediğim gibi pıhtılaşmayı engelleyen trombosit adını verdiğimiz hücreler. Bunlar, bu kök hücreden belli bir eğitim ve dönüşüm bir olgunlaşma süreci yaşadıktan sonra belli bir olguğunluğa geliyorlar ve belli bir işlevi üstlenebilecek duruma geldiklerinde de dolaşıma geçiyorlar, kana geçiyorlar. Bütün bu süreç inanılmaz bir hassasiyetle ve inanılmaz bir beceriyle bizim genetik yapımız tarafından kontrol ediliyor. Kimin ne yapacağı, ne kadar yapacağı ile ilgili kontrol aslında bu anlamda bizim genetik yapımızla ortaya çıkıyor. Lösemilerde şöyle bir durum oluyor; işte bu o genetik yapıda bir anormallik ortaya çıkıyor. Bir mutasyon oluyor mesela. Bu mutasyonların bazıları bizi o kadar ürkütmüyor ‘iyi’ diyoruz, bazıları ‘olmasın bu mutasyon olursa hasta kötü gider’ diyoruz ve bütün bunları bir bir tanımlıyoruz aslında. Her geçen gün daha fazla tanımlıyoruz. Bunun birkaç faydası var. Bunlardan bir tanesi bu anormal genetik işaretler bizi tanıya götürmekte çok faydalı oluyor. Ve son zamanlarda gerçekten de sınıflamalara baktığımızda bu genetik işaretlere göre yapıyoruz artık sınıflamaları. Wirchow’un dönemini düşünsenize ve sonraki… Hatta yakın zamana kadar mikroskop altında neye benzediklerine bakıp bir çıkarımda bulunuyorduk. Sonra biz bu hücrelerin üzerinde taşıdığı işaretleri görüyoruz. Sonra biz bu genetik anormallikleri tespit ediyoruz. Ve hastalığın nasıl gideceğini görüyoruz, birinci faydası bu. İkinci faydası; bu işaretlere bakarak daha sonradan geride kalan, bir yerlerde saklanan bu anormal lösemik hücreler var mı, bunları tespit edebiliyoruz, yine genetiğin sayesinde. Ve bu işaretlere yönelik tedaviler geliştiriyoruz. Bunları hedef alan tedaviler geliştiriyoruz. Bu anlamda genetik bizim önümüzü çok açtı.”

Kaynak: HABER MERKEZİ