2019 yerel seçimlerine kadar siyasi gündemi istediği gibi belirleyen, yalnızca kendi seçmen kitlesi üzerinde değil, muhalefet üzerinde de ciddi bir ideolojik-politik hegemonya kuran Erdoğan iktidarı bu özelliğini yitirdi.
Üstelik yalnızca psikolojik üstünlük el değiştirmedi, gündemi belirleyen güç de, siyasete bakış tarzı da el değiştirdi. İdeolojik-politik hegemonyanın da etkisinden dolayı “ne derler” kaygısıyla hareket eden muhalefet bu görünmez ama çok dirençli olan duvarı önemli ölçüde yıktı.
Dikkat edin, son aylarda Erdoğan ve iktidarı sürekli olarak bir savunma psikolojisi ile hareket ediyor, kendini anlatmaya çalışıyor, CHP başta olmak üzere muhalefet ise kendi çözüm önerilerini. Nitekim ekonomi, şatafat, fahiş fiyatlar ve öğrenci yurtları gibi konular etrafında dönen tartışmalarda bu gerçeği birebir gözlememek mümkün…
Bunun son örneği de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylemi üzerinden gündeme taşınan ve gündem belirleyen Kürt Sorunu!
CHP’nin 2018 Seçim Bildirgesi’nde ve 2020’de Kurultay’da yayınlanan İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nde belirtilen “Cumhuriyet tarihinin en önemli sorunlarının başında gelen Kürt Sorunu, temelinde bir demokrasi eksikliği meselesidir. Kalıcı çözüm için esas olan, daha fazla özgürlük, demokrasi ve hukuk devletidir. CHP, Kürt Sorunu’nun çözümünü TBMM bünyesinde kuracağı bir Toplumsal Mutabakat Komisyonu ile gerçekleştirecektir… Kürt Sorunu’nun barışçı bir yönde kalıcı ve nihai biçimde çözülmesi, tüm Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarını kenetleyecek bir güven, dayanışma ve kardeşlik ikliminin yaratılmasıyla mümkündür.
Kürt Sorunu’nu, TBMM’de tüm siyasi partilerin katılımıyla, partizan çıkarlara kurban etmeksizin, samimi ve şeffaf bir biçimde, toplumsal uzlaşıyla çözeceğiz” yaklaşımına uygun olarak açıklama yapan Kılıçdaroğlu’nun “Siyaset kurumunun 35-40 yıldır çözemediği bir Kürt sorunu var. Kürt sorununu çözmek için meşru bir organa ihtiyacımız var. HDP’yi meşru organ olarak görebiliriz. Çözümün yeri de meclistir” belirlemesi yalnız cesur bir çıkış olmakla kalmadı, kutuplaştırma ve şeytanlaştırma üzerinden süren tartışmayı doğru bir adrese ve meşru bir zemine yani meclise taşıdı!
Bir iktidarın ve tabi o iktidarı oluşturan partinin asli görevi sorun üretmek değil, sorun çözmektir. Nasıl adlandırırsanız adlandırın özellikle son 40 yıla damgasını vuran Kürt meselesinin çözümü bugüne kadar sağlanmadı. Sorunun çözümü sağlanamadığı gibi bugün, Irak, Suriye ve İran sınırlarını da aşarak ABD’den AB’ye, Rusya’dan Çin’e kadar uzanan çok taraflı bir soruna dönüştüğü ortada iken, “Kürt Sorunu yoktur” demek hiçbir şeyi değiştirmeyeceği gibi, gerçeklerden kaçarak sorunu daha da karmaşık hale getiriyor. Sonuçlar ortada:
1) 2021 dünyasında, Avrupa’nın 600 yıl önce çözdüğü din-devlet ilişkisini biz eğer bugün halen tartışıyorsak, 20. Yüzyılda kalmış ve miadını doldurmuş silahlı mücadeleyi bugün konuşuyorsak ilerlemek bir yana gerileriz!
2) Özellikle sosyalist sistemin çökmesinden sonra, sınıf eksenli politikaların yerini kimlik eksenli politikaların almasıyla 40 yıldır bizim coğrafyamızda dini ve etnik kimlikler üzerinden süren ve nasıl tarif edilirse edilsin, bazen terör, bazen de savaş olarak tarif edilen sürecin bir çözüm üretme şansı yok!
3) Devletlerin güvenlik tedbirleri anlaşılır ve zorunlu olsa da, askeri operasyonlardan huzur ve istikrar çıkmadığını yaşayarak gördük. Kore’den Vietnam’a, Afganistan’dan Suriye’ye bu kural hiç değişmedi.
4) İster adına “Kürt sorunu”, isterseniz “demokrasi sorunu” deyin, siyasi, ekonomik, sosyolojik, kültürel bu sorunu çözemediğimiz sürece bu sorun, sorun olarak kalmaya ve büyümeye devam edecektir.
5) Kimlikleri aşan eşit yurttaşlığı öne çıkaran, yurttaş kimliğini birincil kimliğe taşıyan bir süreç öremediğimiz sürece ikincil, üçüncül kimlikler “asıl kimlik” olmaya devam edecektir!
Bütün bunlardan hareketle Kılıçdaroğlu’nun Kürt Sorunu ile ilgili yaptığı ve sorunun çözüm merkezi olarak meclisi gösterdiği önemli ve cesur çıkışın, HDP’den Selahattin Demirtaş ve Mithat Sancar başta olmak üzere, İYİ Parti, DEVA gibi birçok siyasi parti tarafından da benimsenmesi Türkiye’nin lehine yeni bir şansa dönüşebilir.
Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışı arkasında durulursa, ayrıştırmadan, kutuplaştırmadan beslendikleri için Kürt sorununun “ilelebet kalmasını” isteyenleri yalnızlaştırırken, sorunu çözmek isteyenleri birleştirip, büyütür ve Kürt sorunu da iki eğilim arasında sıkışıp kalmaktan çıkartarak üçüncü bir taraf olarak çözer.
Yapılması gereken de budur!