Kalp ve damar hastalıklarında kullanılan kan sulandırıcılar: 1. Kısım

Yayın tarihi: 13 Haziran 2024 Perşembe 1:06 pm - Güncelleme: 13 Haziran 2024 Perşembe 1:06 pm

Prof.Dr.A.Barış Durukan

Kalp ve damar hastalıkları sıklıkla atar ya da toplar damarlarda daralma, tıkanıklık ve/veya pıhtılaşma mekanizmaları ile hastalık oluşturduğu için hemen her zaman tedavide farklı gruplarda da olsa kan sulandırıcıların kullanımı zaruridir.

Bunlar hem hastalığa sebep olan damardaki tıkanma olasılığını azaltırken aynı zamanda hasta olmayan bölgelerde kanama eğilimini de arttırabilir. Gelişen farmakoloji bilimi ile beraber bu tür istenmeyen yan etkiler minimalize edilmeye çalışılsa da istenmeyen kanamalar ve bunlara bağlı hayati olan ya da olmayan durumlar ortaya çıkabilir. Bunlar nadiren de olsa ölümcül olabilir. Burada tedavinin oluşturacağı fayda yani yaşam süresinin uzaması ve hayat kalitesinin artması ve tıkanıklığa bağlı oluşacak uç-organ hasarından ve olası sonuçlardan kaçınma ile istenmeyen kanama yan etkilerine bağlı komplikasyonların kar zarar oranılarının değerlendirilmesi ve kefenin fayda tarafına ağır basması istenir. Bazen bu fayda belli bir süre sonrası kefede zarara göre hafif kalır ve tedavi süresi bu duruma göre belirlenir. Bazen de kanama yan etkisi ortaya çıktığında ilacın etkisini tam olarak nötrleyecek ya da tersine çevirecek diğer ilaçlardan faydalanılabilir.
Kan sulandırıcılar ağızdan alınabildiği gibi, cilt altına zerk edilenler ve direk damar içinden puşe (hızlı verilme) ya da infüzyon (sıvı ile belli sürede yavaş verilme) yolları ile de hastaya uygulanabilir.

Öncelikle hem tarihsel önemi olan hem de evrensel olarak halen geçerliliğini devam ettiren heparin’den bahsetmek yerinde olacaktır. Heparin kalp ve damar ameliyatları sırasında hemen her ameliyatta kullanılan ve kanın pıhtılaşmasını önleyici etkisi olan cilt altına zerk ya da daha sıklıkla damardan direk verilen bir ilaçtır. Heparin olmazsa kalp ve damar ameliyatlarını yapmak da mümkün olmaz demek yanlış olmaz. Heparin vücutta bağışıklık sisteminin mast hücreleri tarafından akciğer ve karaciğerde de salgılanan doğal bir maddedir ve sentetik olarak da elde edilebilir. İlk kez 1916’da Jay McLean ve William Henry Howell tarafından bulunmuş ancak klinik uygulamalar 1935’de yapılmıştır. Ameliyatlarda damardaki kan akımı bir klemp yardımı ile durdurulduğunda ve kalp akciğer makinası dolaşımı sırasında kan fizyolojik olmayan yüzeylerden geçtiğinde kanın pıhtılaşmasını engellemek için kullanılır.

Hem atar damar hem de toplar damar pıhtılarında tedavi amaçlı kullanılabilir. Bu pıhtılarda kullanım amacı pıhtıyı eritmek değil, oluşan pıhtının yayılmasını engellemektir, çünkü pıhtı oluşmuş olması o bölgede pıhtı üzerine pıhtı oluşumu meğilini arttırır. Heparin, antitrombin denen vücuttaki doğal olarak bulunan pıhtı önleyici maddeyi aktive ederek ve bunun üzerinden pıhtılaşma fökterleri IIa, IXa ve X a’yı inhibe ederek (engeller) etki eder. Kısaca vücuttaki doğal pıhtı oluşumunu engelleyici mekanizmaları harekete geçirir. Kanda aPTT (activated partial thromboplastin time) denen tetkik yolu ile aktivitesi monitörize edilebilir. Yine kanın üzerine şeker cihazlarındaki felsefe ile damlatılması ile bakılan ACT (activated coagulation time) ile de hasta başı monitörizasyon mümkündür, ki bu özellikle cerrahi sırasında tercih edilen çok daha hızlı bir yoldur. Hem kişinin ağırlığına göre doz ayarlaması yapılabilmesi hem de hasta başı ACT ile hızlı monitörize edilebilmesi avantajlarıdır.

Sıklıkla etkileri kestirilebilir ve yaklaşık 3 dakika gibi kısa bir sürede etkisini gösterir (verilen ilacın tüm dolaşıma katılma süresi). Yarı ömrü yaklaşık 90 dakika olduğundan etkisi monitörize edilerek daha uzun süreli etki isteniyorsa mükerrer doz yapmak mümkündür. Yine etkisi sonlandırılmak istediğinde “protamin” adı verilen ilaçla etkisi sonlandırılabilir. Toplam yapılmış heparin dozuna 1:1 oranında kg başına yapılan dozla etkisi sonlanır ve pıhtılaşma önleyici etkisi/kanama eğilimi ortadan kalkar. Oldukça ucuz bir ilaçtır ve kolaylıkla temin edilir. Nadiren heparin rezistansı denilen heparinin etki etmediği hastalarla karşılaşılır. Bunlarda temel problem vücuttaki bazı pıhtılaşma faktörlerinin eksik olmasıdır. Bu durumda yapılan mükerrer dozlara rağmen aPTT ya da ACT yükselmez. Bu durumda hastaya eksik olan pıhtılaşma faktörlerini vermek ve heparinin etkisinin oluşmasını sağlamak amaçlı taze donmuş plazma denen ve yoğun olarak pıhtılaşma faktörlerini içeren kan ürünü verilir. Yine nadiren bu da etkili olmazsa heparin yerine başka ilaçlar kullanılır. Rutinde bu tür ilaçların kullanılmamalarının sebebi elde etme zorluğu, standart doz ayarının heparin kadar standart olmaması, beklenen etkilerin heparin kadar keskin olarak öngörülememesi ve heparin kadar kolaylıkla etkilerinin sonlandırılamamasıdır. Heparin allerjisi yok denecek kadar düşük görülür. Heparinin antidotu olan protamin allerjisi ise özellikle balık alerjisi olanlarda görülebilir, sebebi protaminin balık sperminden elde ediliyor olmasıdır.

Yine heparin ile aynı etkiyi gösteren ve etki süresi 12-24 saat olan düşük molekül ağırlıklı heparin (DMAH) grubu ilaçlar da mevcuttur. Bunlar daha uzun süreli tedavilerde daha uzun süreli etki istendiğinde kullanılır. Geçici ya da kalıcı inme, atar damar akut pıhtılaşması, toplar damar akut pıhtılaşması gibi durumlarda tedavi amacıyla kullanılabildiği gibi, bu tür pıhtılaşma meğili olan hastalarda pıhtılaşma olmaması amaçlı pıhtı oluşmadığı halde de verilebilir (profilaktik). Bunlara örnek atrial fibrilasyon denen ve kalbin kulakçıklarının kasılamaması sebebiyle kalp içi pıhtı eğilimine neden olan ritim bozukluğu, toplar damarda pıhtılaşma eğilimini arttıran uzun süreli hareketsizliktir (immobilizasyon) (örneğin uçak yolculuğu ya da ortopedi ameliyatları sonrası hastaların uzun süre yatmalarını gerektiren durumlar). Bu hastalarda hastanın yaşı, vücut ağırlığı, böbrek fonksiyonları ve hastanın eşlik eden yandaş hastalıkları da göz önünde bulundurularak DMAH grubundan farklı ilaçlar ve farklı dozda uygulamalar yapılır. Etkileri nispeten uzun süreli olmadığı için (12-24 saat) güvenli kabul edilirler ve yapılmadıklarında etkileri tamamen ortadan kalkar. Etkileri öngörülebilir ve etkilerini tersine çevirmek kolaydır. Dezavantajları ise cilt altına zerk edilme zorunluluğu, uzun süreli kullanımlarda yapıldığı yerde morarma ya da lokal kanama yapabilme olasılığıdır. Gebelerde güvenle kullanılırlar ve gebelikte tercih ilaçlardır. Böbrek hastalarında doz ayarlaması yapılarak güvenle kullanılabilir ve diyaliz sırasında kan fizyolojik olmayan yüzeylerden geçtiğinde kanın pıhtılaşmasını engellemek için de kullanılır.

Kaynak: TELE1