İsveç’in başkent Stokholm ve diğer şehirlerinin meydanlarında Kur’an yakma eylemleri bir ara gündemin başköşesine oturmuştu. Hatta nispeten yakına zamanda İsveçli radikal siyasetçi Rasmus Paludan’ın alenen benzer bir şovuna tanıklık edilmişti. Kendisinin İslamofobik gösterisi bizzat bir İsveç polis grubunun korumasında gerçekleşmiş, bu da bu tarz küfürlü bir eylemin İsveç Kraliyeti’nin resmi iktidarı tarafından onaylandığına doğrudan bir kanıt teşkil etmişti. Bu arada Paludan İsveç toplumunun önemli bir bölümüne de hakaret etmiş oldu çünkü resmi istatistiklere bakılırsa bu kuzey devletinin her on vatandaştan birisi kendisi Müslüman olarak addediyor. İslam gelinen noktada İsveç’te en etkili ve en fazla cemaate sahip ikinci din konumunda. Söz konusu eylemler, Türkiye dâhil İslam dünyasının tümünde bir öfke dalgasına neden olmuştu. Fakat İsveç hükümeti İslam taraftarlarının endişelerini görmezden gelmiş ve de okları o her zamanki alışkanlıkla “ifade özgürlüğünün savunulması” şeklindeki bulanık teze çevirmişti. Bu arada, tam olarak Türkiye’nin İsveç Krallığı’nın olası NATO üyeliği önündeki son bariyer olduğu da herkes açısından malum. Ankara’nın ise bunun karşılığında Stokholm’den bir takım taleplerinin olduğu da epeydir biliniyor. İsveç ise, bu mesele hususunda yapıcı bir diyalog geliştirmek yerine, Türkiye’ye deyim yerindeyse yakılmış kutsal kitapların küllerini atmayı tercih etti.
Provokasyon kokan bir doktora çalışması ve İsveçlilerin tepkisi
Şubat ayında İsveç’in güneyinde bulunan Lund adlı şehirdeki aynı adlı üniversitede İslam dünyasına bir saldırı daha gerçekleştirildi. Adı geçen öğretim kurumunda Sameh Egiptson adlı Mısır kökenli İsveçli İslamolog doktorasını savunuyordu. “Küresel politik İslam: Müslüman-Kardeşler ve İsveç İslam Vakfı” başlığını taşıyan 700 sayfalık çalışması tek ve yegâne bir temaya ayrılmıştı o da; “Müslümanlığın İsveç’teki siyasi süreçlere yükselen etkisi”ydi. Doktoranın savunulması sırasında Sameh Egiptson’u eleştiri yağmuruna maruz bırakan meslektaşları, bilimsel çalışmanın daha çok bir bulvar gazetesine benzediğini dile getirdiler. Çünkü onlara göre Bay Egiptson argümanlarını gerçek olayların analizine dayandırmak yerine, “özgür dünyaya” karşı “İslam dünyası” gibi bir komplo teorisi temelinde geliştiriyordu. Bu teoriye göre; “sinsi Müslümanlar” Kolektif Batı ülkelerine akın etmeli, orada gündelik hayatın her alanına sızmalı ve sonrasında da iktidarı ele geçirerek “Avrupa Halifeliği” gibi bir şey yaratmalılardı. Aslında, bu basit formül üzerine daha önceden de benzer sayısız kitap kaleme alınmıştı. Örnek olarak şu eserler hatırlatılabilir: “Amerikan Cihadı” / Steven Emerson (2004), “Penetrasyon” / Pol Sperri (2005), “Fetih” / Silven Besson (2005), “Avrabistan Bata Yura” (2006), vs.
Cami imamı ilişkisi üstünden Müslüman Kardeşler’in İsveç’teki etkisinin abartılması
Çalışmasında Sameh Egiptson, İsveç’te pek çok alana sirayet eden ve hatta İsveç siyasetine dahi “kök saldığı” iddia edilen “Müslüman-Kardeşler” yer altı dini hareketinin aktif olarak faaliyet içinde olduğunu iddia ediyordu. Bay Egiptson, kendisi tarafından yaratılan mite reel kanıt niteliğinde ise Stokholm’ün baş camisinin imamı Mahmut Halfi ile, iyi bir komplo hazırlığındaki “Müslüman-Kardeşler” arasındaki bir takım bağlantılara işaret ediyordu. Halbuki resmi seviyede teyit edilen bu gibi benzer temaslar mevcut değildi. Bunun yanı sıra, Bay Egiptson Müslüman-Kardeşler'in parmaklarının hâlihazırda İsveç toplumunun elitlerine, ülkenin politik kurumlarına ve de dahası neredeyse kraliyet ailesine kadar bile ulaştığını savunacak denli komplosunun sınırlarını genişletiyordu. Bütün bunlar Sameh Egiptson muhaliflerine, doktora çalışmasında yazarın banal bir entrist (girişçilik – bir sürece gizli ve yıkıcı bir program çerçevesinde dâhil olma taktiği) dil kullandığı suçlamasını yapma fırsatı vermiş oldu. Onlara kalırsa böyle bir yazım tekniğinin kullanılması bir tabloid yazarı için mazur görülebilir ama bir bilim insanı için hiçbir şekilde düşünülemezdi…
Bilimsel çalışmanın tezlerinin bu denli tartışılmasının dolaylı politik amacı
Etnik İsveçliler; Ortadoğu, geniş çevresi ve Doğu Akdeniz havzasından gelen göçmenlere karşı çoktandır büyük bir dikkatle yaklaşıyorlar. Maalesef ki bu insanların bir kısmı, belki de önemli bir bölümü, İsveç vatandaşları tarafından yerleşik yaşam kalıplarına karşı, belli bir dereceye kadar potansiyel tehdit olarak algılanıyorlar. Bu açık gerçekten ötürü; Afrika veya Ortadoğu kökenlilerin iktidarın üst mertebelerine kabul edildikleri bir durum henüz geçerli değil İsveç’te. Yukarıda bahsi geçen skandal doktora çalışmasının ilgili tezlerinin yayınlanması, tam da Türkiye ve İsveç’in ülkenin NATO üyeliği konusunda ihtilafa düşmelerinin arka planında, büyük ihtimalle bir kez daha İsveçlileri “göçmen tehlikesine” karşı korkutma girişimi niteliğinde planlamış olabilir pekâlâ. “Müslüman-Kardeşleri” aşırılık yanlısı, komplocu olarak gösterip İsveç hükümeti; Türkiye’nin politik yönetici sınıfına da dünyanın ve vatandaşlarının gözünde çamur atmak istiyor olabilir. Ne de olsa, Türk hükümeti bir zamanlar Müslüman Kardeşlerin bazı tezlerini gerçekten de sahiplenip, paylaşmış; dahası Mısır’dan sınır dışı edilen bazı topluluk üyelerine ülkede sığınma temin etmişti.
NATO’da Türkiye’nin gerçekten de böyle bir üyeye ihtiyacı var mı?!..
İşte NATO’ya kabulüne onay verilmesi halinde pakt dâhilinde bu şekilde tartışmalı bir “müttefik” ile birlikte yer almak durumunda kalacak Türkiye. Bir yandan “ifade özgürlüğü sloganları altında İsveçliler sokaklarda İslam’ın kutsal kitabını ateş verir, bir yandan Hz. Muhammed’in karikatürlerini yakarken, bir diğer yandan ise Kuzey Atlantik Paktı’nın en etkin üyelerinden birisini radikal İslam’ı teşvik etmekle suçluyorlar. Ve malum soru Türkiye idaresi için değişmemiş oluyor: Bu durumda İsveç’in NATO’ya üye olmasına hakikaten de onay vermeye değecek mi?..