Türkiye’de hukukun ne kadar siyasileştiğini ve iktidarın emrinde olduğuna dün bir kez daha tanıklık ettik. Dün İmamoğlu’na yönelik ceza davasının yanı sıra üç önemli siyasi dava daha vardı: Cumartesi Anneleri, Musa Anter cinayeti ve Madımak katliamı davaları... Davalardan ikisi İstanbul’daydı. İmamoğlu davası Anadolu Adliyesi’nde, Cumartesi Anneleri davası da Çağlayan Adliyesi’ndeydi. İmamoğlu davasına çok fazla katılım olacağını bildiğim için ben Çağlayan’daki Cumartesi Anneleri davasına gittim. Dava için tahminimden de az bir katılım vardı. Sanıklar, sanık avukatları, insan hakları savunucuları, gazeteciler toplasan 80-100 kişi ya vardık ya yoktuk. İmamoğlu’nun yargılanacağı Anadolu Adliyesi’ni çevresiyle birlikte ablukaya alan polis, Çağlayan’da da bir avuç dava takipçisini ablukaya almıştı. Tam bir sıkıyönetim uygulaması yapılıyor, basın açıklaması yapılmasına bile izin verilmiyordu. Gerekçe yine aynıydı; “Kamu düzenini bozma tehlikesi”! Oysa polis basın açıklaması yapmak isteyenlerin neredeyse 3-4 katı kadardı. Açıklamaya izin verilse en küçük bir gerilim olmayacak, insanlar davayı izleyip oradan ayrılacaktı ama öyle olmadı, polis bilerek ve isteyerek şiddet uyguladı, keyfi gözaltı yaptı. Gözaltına alınanların bir iki saat sonra serbest kalacağı bilinse de, gözdağı vermek bir iktidar politikası olduğu için polis de en üst perdeden sertliği tercih etmişti! Hukuki güvence, can güvenliği gibi önemli kavramlar koca birer yalan olarak raflardaki yasaların içinde dururken, polis ters kelepçe yapıyordu…

İKTİDAR ŞİDDET ÜRETİYOR

Yönetemeyen, çaresizliği artan, farklı seslere tahammülü kalmayan iktidar öyle bir hale gelmiş durumda ki, bir yandan 30 yıldır bitirmediği, bitirmek istemediği Musa Anter cinayeti davasını “zamanaşımı” gerekçesiyle düşürüyor, 12 Eylül döneminde “faili meçhul” cinayetler sonucu yok edilen çocuklarını arayan, çocuklarının akibetini takip eden Cumartesi Annelerini ise cezalandırılmaya devam ediyor, diğer yandan da Kılıçdaroğlu’nun Elazığ ziyareti öncesi şehre asılan “imzasız” provaktif pankartlarda gördüğümüz gibi kışkırtmayı, hukuk yerine keyfiyeti ve şiddet üreten güvenlikçi politikaları büyütüyor. Bu politikadan dolayı iktidar için muhalif olan, kendisine itiraz eden herkes hem potansiyel bir şüpheli, hem de bir tehdit unsuru olarak görülüyor, suç icat edilerek insanlar gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Alternatif medyanın, gerçeği yazan, çizen, konuşan medyanın cezalandırılmasının bir nedeni de bu, iktidar kendisi dışında kimse konuşmasın istiyor! Bu yüzden iktidar Anayasal hakkını kullanarak adalet arayan yurttaşa saldırıyor, çocuğunu arayan anneye, onun savunan avukata yüzü kızarmadan ayar vermeye çalışıyor, gerçek suçlulara, çetelere, hırsızlara, uyuşturucu tacirlerine, rüşvetçilere ise ses çıkartmıyor, Emre Onur’u tutuklarken Sedat Peker’in iddialarını duymazdan geliyor, Erzurum örneğinde olduğu gibi rüşvet iddiaları ile ilgili suç duyurusuna bile izin vermiyor! Önceki yıllardaki gibi etkisi kalmasa da şiddet ve cezalandırma eksenli bir politik hattı benimseyen iktidarın ülke genelinde “biz” ve “onlar” kozunu oynamaya, her fırsatta toplumda kutuplaştırmayı daha da derinleştirmeye çalışacağı kesin! Bu yüzden tam anlamıyla “halkı kin ve düşmanlığa tahrik eden ve nefret suçu” işleyenler devlet korumasında Saraçhane’de miting yaptırırken, “hak, hukuk, adalet” diyenler yerlerde sürükleniyor, gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, İmamoğlu’nun tepesinde “siyaset yasağı” sopası tutulmaya devam ediliyor, Musa Anter davası zamanaşımı bahanesiyle düşüyor, Madımak davası için de “zamanaşımı” hazırlığı yapılıyor!

CEZALANDIRMA YERİNE ÖDÜLLENDİRME

Dünkü Musa Anter davasında Dicle Anter’in avukatı ve İnsan Hakları Derneği Başkanı Öztürk Türkdoğan, “bu dava insanlığa karşı suç kapsamındadır, böyle bir dava zaman aşımına uğrayamaz” dese de, Madımak katliamında yaşamını yitiren Gülsün Karababa’nın ağabeyi Hüseyin Karababa, “Madımak katliamı politik bir cinayettir, Alevilerin bu ülkede can ve mal güvenliği yoktur” demesi ya da davanın avukatlarından Ali Yılmaz’ın davanın zaman aşımına uğrama riskine dikkat çekerek, “Bu katliam insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Zaman aşımı sorunu var. Bu tür davalarda zaman aşımı olmamalı” demesi duyulmak bile istenmiyor. Cumartesi Annelerinin neredeyse 40 yıldır kaybolan çocuklarının izlerini bulamamasının nedeni de Musa Anter ve Madımak davalarındaki siyasi gerçekte saklı. Bu davalar çözülse, ortaya çıkacak gerçeğin birçok siyasiyi önüne katıp sürükleyeceği biliniyor. Bu gerçeği bilenler, bırakın 30-40 yıl öncesini daha dün Çubuk'ta Kılıçdaroğlu'na linç girişiminde bulunanların, “Yakın o evi” diye bağıranların, yumruk atanların “geleceklerini düşünerek iyi hal indirimi” uygulamaları, cezalandırmak bir yana ödüllendirmeleri tesadüf değil! İktidarın seçim günü yaklaştıkça daha da sertleşebileceğini görmek, korkup geri çekilmek anlamına gelmez, tam tersine bu gerçeği görerek hazırlık yapmak, yarının laik ve demokratik Türkiye’si için toplumsal direnci arttırmak ve korkuyu yenmek mümkün olur!