Türkiye Cumhuriyeti'nin banisi Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’da bulunan birçok şehir ve kasaba meydanlarına dikilmiş heykelleri olan Atatürk’ün heykelleri belli zamanlarda laikçilerle haşa huzurdan ziyaret edilmektedir.
Bu bir vakıadır ki, Samsun’daki heykel bazı şahıslarca yıkılmak istenmiştir. Bunun üzerine laikçiler hop oturup hop kalkmışlardır.
Şunu şiddetle tebarüz ettiririz ki, bizim şahsımızın bu heykelle bir irtibat ve alakası yoktur. Buna rağmen yıkılmak istenen heykel için kopartılan fırtına sebepleri ile fikrimizi dermeyan etme zarureti hasıl olmuştur.
Evvel emirde ifade edelim ki, bu kere heykele saldıranlar Ticaniler değildir. Eskiden usul bu idi. Ticaniler keserle, kerpetenle heykele saldırırlar idi. Bu iddia gündemden kaldırıldı. O zaman şunu sual eylemek mecburi oldu. Laikçilerin haşa huzurdan, tapındığı bu heykele kim saldırdı?
Sıkı durun. Çünkü burada laikçi heykelperestlerin ciddi çelişkisi bulunmaktadır, şöyle ki malumunuz alkol kullanmak, sağlığa zararlı olduğu için tavsiye edilmemektedir. Dikkat buyurun alkolü yasaklayan yoktur, sadece içilmemesi tavsiye olunur. Bizatihi alkol izne tabi değildir. O kadar ki kar küremekle vazifeli eşhas elhak alkol içerek vatandaş, kürelenmemiş kar yüzünden evine gidememiştir. Bunun üzerine eşhas "Vay beni takip ediyorsunuz" deyü hop oturup hop kalkmıştır. Filvaki, alkol içilmeme tavsiyesi üzerine laikperestler koro halinde “Hürriyetimiz kısıtlanıyor” diye yeri göğü inletmişlerdir. Fakat hayatın garip işine bakın ki, heykele saldıran iki ayyaştır. Ne yazık ki ayyaşlardan kurtulamadık.
Ayyaş hürriyeti Atatürk heykelini yıkma teşebbüsüne kadar varmıştır ve fakat heykelperest laikçiler alkolden hiç bahsetmeden heykelin çevresinde nöbet tutmuşlardır. Bunun üzerine paçavraya benzer gazetelerinde çarşaf çarşaf yazı neşrettiler. Fakat laikçilerin tarih arka planı yoktur.
Nedir bu arka plan? Bu arka plan şudur. Ne zaman ki Türkiye’de huzur hakim olur. O zaman laikçiler uyuz olmuş gibi kaşınırlar. İsterler ki birileri heykele taş atsın. Eskiden bu işle ticaniler vazifeli idi, şimdi iş ayyaşlara kaldı.
Heykel, cihan imparatorluğunda da mes’ele oldu. Pazarcıbaşı Kel Abdo’nun torunu tarihçi Kese Ahmet yazar ki cihan imparatoru çok kavi bir zattı. Yürürken yer sarsılırdı. Vaktaki hasodabaşını sadrazam eyledi. Cihan imparatoru bir gece rüyasında sadrazamı gördü. Sadrazam kuş gibi uçuruyordu. Sabah gün doğar doğmaz uçan sadrazamın kellesini aldı.
Bir zaman geldi. Oğlunu rüyasında gördü. Oğlu rüyada takla atıyordu. Bunun üstüne oğlunun kellesi gitti.
Bir gün ulu padişah rüyasında bir sürü at gördü. Atlar kişniyordu. Padişah fikre daldı. Dört oğulun, sekiz torunun, beş sadrazamın kellesini almıştı. Çevresinde kelle alacak kişi kalmamıştı. Münecimbaşını çağırdı. Böyle böyle tek tek anlattı. Münecimbaşı sakalını sıvazladı.
- Emir buyurun üç gün düşüneyim, dedi.
Padişah yeri göğü inleten bir sesle,
- Bu rüyayı doğru teşhis etmezsen, bil ki seni sakalından asarım.
Münecimbaşı üç gün sonra huzura geldi.
- Hünkarım, dedi, son sadrazamın bahçesinde heykeller vardır. Bu heykeller kaldırılmadıkça size huzur gelmez.
Padişah bunun üstüne müneccimbaşıya bir kese altın vererek on taltif etti. Demek odur ki heykelden medete çıkmaz. Heykelcilere duyurulur.