Bir yıl önce bugün 1500 kadar Hamas militanı; 1967-2005 yılları arasında Gazze’yı işgal eden ve 2005’de çekilmesine rağmen burayı kuşatma altında tutan, istediği zaman elektriğini ve suyunu kesen ve her canı sıkıldığında buraları bombalayan İsrail’in Gazze çevresindeki askeri üslerine saldırdı.
‘Yenilmez ordusu ve istihbaratı’ ile övünen İsrail ilk kez karizması çizilmiş çünkü 1300 kadar askerini kaybetmiş ve yüzlercesi kaçırılmıştı. Buna çok kızan İsrail 10 gün sonra 2.3 milyon insanın yaşadığı Gazze’ye yönelik kapsamlı bir saldırı başlattı ve burayı yerle bir etti. İsrail bir yılda Gazze’de bulanan tüm okul, hastane, sağlık merkezi, cami, kilise, devlet dairesi ve evlerin hemen hemen tümü yakıp yıktı. Bir yıl içinde İsrail 90 bin ton bomba atarak ezici çoğunluğu kadın ve çocuk ve aralarında doktor, sağlık elemanı, gazeteci, ve BM görevlisinin bulunduğu 50 bin kadar Filistinliyi öldürdü ve 150 binini yaraladı ya da sakat bıraktı ve 15 binini gözaltına alarak işkenceden geçirdi.
Bununla yetinmeyen İsrail benzer terörü 1967’den beri işgal altında tuttuğu Batı Şeria’da estirdi ve bine yakın Filistinliyi öldürdü ve on bin kadarını hapislere attı.
Kendi itirafıyla dinsel dürtülerle hareket eden Netanyahu ve ruh hastası hükümet ortakları ve onlara destek veren siyonist ideolojiye inanmış İsrail toplumu Gazze ve Batı Şeria ile yetinmeyerek Hamas’a destek veren Hizbullah’ı hedef aldı. 18 Eylül’de Hizbullah militan ve çalışanlarının taşıdığı çağrı cihazlarını ertesi gün de telsizlerini patlatan İsrail daha sonra uçaklarla Hizbullah yöneticilerinin kaldıkları ev ve komuta merkezlerini bombalayarak bir çoğunu öldürdü ve 27 Eylül’de attığı 85 ton özel bomba ile Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ı ve beraberinde bulunan bir çok önemli komutanı öldürdü. İsrail öncesinde Hamas’ın bir çok yönetici ve komutanını ve son olarak 30 Temmuz’da lideri İsmail Heniye’yi Tahran’da öldürdü. Bununla da yetinmeyen İsrail; Suriye ve Lübnan’da görev yapan bir çok İranlı komutanı da öldürdü. İsrail tüm bunları yaparken başlangıçta Türkiye dahil bir çok Batılı ülkede ‘İsrail’in kendini savunma hakkından’ söz edenler oluyordu. Bunlara göre ‘Hamas 7 Ekim’de İsrail’e saldırmamış olsaydı bütün olup bitenler yaşanmamış olacaktı’. Başka bir ifade ile Filistinliler ; dünyanın dört bir yanından getirilen Yahudilerin 1948’de kurduğu İsrail devletine ve bu devletin 1967’de Filistin’in geri kalan toprağını işgal etmesine ses çıkarmamalıydı.
Bu da şuna benziyor.
Mustafa Kemal ve arkadaşları emperyalist devletlerin Anadolu işgaline karşı kurtuluş savaşını başlatmamalıydı ve Fesli bir adamın deyimiyle ‘Keşke Yanan kalsaydı’!
Ya da Rusya ve Sovyetler Birliği 1812’de Napolyon komutasındaki Fransız işgaline ve 1941-1944 Nazi Almanya’nın saldırılarına direnmeseydi 20 milyondan fazla insanını kaybetmeyecekti.
Ya da dünyanın hiç bir yerinde halklar tarih boyunca emperyalist, sömürgeci ve yayılmacı işgalcilere karşı direnmemiş ve kurtuluş savaşı vermemiş olsaydı şimdi herkes köle olarak bazı devlet ve güçlerin egemenliğinde uslu uslu yaşıyor olacaktı!
Gelelim şu Hamas’la ilgili yorumlara.
Hamas Müslüman Kardeşler çizgisinde bir ulusal kurtuluş hareketi. 1987’de kurulduğunda İsrail sesini çıkarmadı çünkü dünya sol güçlerinin desteklediği Yaser Arafat liderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütünü zayiflatmak istiyordu.
Ancak zamanla Hamas önemli bir güç haline gelince İsrail; örgütün kurucularını, yöneticilerini ve komutanlarını öldürmeye başladı. Bu da yetmeyince kanlı Arap Baharı sürecinde Türkiye ve Katar Hamas yönetimine baskı yaparak İsrail için tehlike olan Hamas’dan Suriye’deki eğitim kamplarını ve ofislerini kapatmasını istedi. Bu isteği yerine getiren Hamas lideri Halil Meşal örgüt militanlarının ‘Alevi’ Esad yönetimine karşı savaşan IŞİD, NUSRA ve ÖSO gibi radikal Sünni gruplara destek vermesini istedi onlar da bunu yaptı. Oysa Suriye olmasaydı belki de Hamas olmayacaktı çünkü Arap ülkelerinin bir çoğu “İsrail düşmanı Hamas”a karşıydı ve bir tek Suriye ona destek veriyordu.
Gelelim Hizbullah’a.
İran ve Suriye destekli Lübnan Hizbullah’ın Türkiye’deki Hizbullah örgütü ya da onun legal partisi HÜDAPAR arasında hiç bir benzerlik yok. Lübnan’daki Hizbullah resmen siyasal bir parti statüsünde ve EMEL örgütü ile birlikte ülkedeki Şiileri temsil ediyorlar. Ülkedeki teamüle Cumhurbaşkanı Maruni Hıristiyan, Başbakanı Sünni Müslüman, Meclis başkanı Şii Müslüman, ordu komutanı Maruni Hıristiyan ve devletin tüm kurumlarında buna benzer bir bölüşüm var. Lübnan parlamentosunda ise Şii ve Sünnilere 28’şer sandalye verilir. Hıristiyan Marunilere 34, Ortadokslara 14, Katoliklere 8, Ermenilere 5 ve Dürzilere 8 sandalye verilir.
Peki Hizbullah’ın neden silahı var?
Çünkü Lübnan bağımsız olduğu 1946’dan bu yana sürekli emperyalist müdahale ve İsrail saldırılarıyla karşı karşıya ve bu ülkenin Şabaa bölgesi 1967’den beri İsrail işgali altında.
Ve İsrail son 47 yıldır sürekli Lübnan’ı bombalıyor, suikastlar düzenliyor ve başkent Beyrut’a kadar geliyor.
Hepsini Arap ve Müslüman ülke yönetimlerinin büyük bölümünün gözü önünde yapıyor ve hiç kimse sesini çıkarmıyor çünkü hepsi ABD’den korkuyor yani genetik olarak işbirlikçi. Vicdansızlaştırılan halklar ise korkudan suspus!