Söz verdiğim bitiremediğim yazılar var. Niyetlendiğim ama asla başlayamadığım… Kafamda evirip çevirdiğim ama cümlelere dökemediğim… Yazmaya heveslendiğim ama hırslanamadığım… İlham perilerim epeydir grevde… Metroda elinde iki şiş, örgü başında bir teyze… Onun da söz verdiği bir örgü var demek ki… Belli ki hamaratlık perileri greve çıkmamış, metro yolculuğunda bile onu yalnız bırakmamış. Hep aynı yöne doğru örünce haroşa oluyor. İki yüzü de ters… Örgüye dair tek bildiğim… Bir kış bunalımdan kendimi örgüye vermiş iki çirkin kazak, onlarca yamuk yumuk kaşkol örmüştüm. El becerim olmadığı gibi bunalımımın azalmak yerine arttığını görünce şişlerle ve iplerle vedalaşmıştım. Benim ilham perilerimi hoş tutmam lazım. Hamarat teyzeye bakınca zihnimde beliren ‘Selanik örgü’nün ne olduğunu internette öğrenmeye çalıştım: İki ters bir düz… “Memleket gibi işte” dedim içimden, “İki yanlış bir doğru…” Sanıldığı gibi gerçekten iki ileri bir geri olsaydı mehteran yürüyüşüne de benzetilebilirdi elbette ama mehteran üç adım atıp selamlamak için duraksar. Dünyadaki bütün yanlışlıkları düzeltmeye insanlık yetişebilecek mi acaba? Metrodaki, sokaktaki insanların yüzünde derinleşmiş acı, kaygı ve kaybolmuşluk duygusu… Kimseye ilaç verecek, kimseyi teselli edecek, kimseye yol gösterecek gücü de bulamıyorum kendimde. Kalabalığın uğultusu içerisinde nadiren Türkçe konuşmalar duyuluyor ve “Acaba” diyorum, “Çok büyük bir ah mı aldık?” Tramvaylara asılan ‘Vatandaş Türkçe konuş’ tabelaları gözümde canlanıyor. Vatandaş Türkçe konuş! Bu neredeyse katılaşmış yenilmişlik duygusuyla ne örgü örebilirim ne de bir öykü yazabilirim. *** Keman çalan romantik mafya liderinin absürt öyküsünü yıllardır zihnimde eğip büke, eğip büke paramparça ettim. Artık yazasım yok onu. Tamamlamadığım başka bir öyküde ise… İnsanlıktan kaçan bir grup insan… Savaşlardan, siyasi akımlardan, teknolojik gelişmelerden, her şeyden ama her şeyden kaçıp küçük bir dağ köyü kuruyorlar. Kuş uçar ama kervan geçmez bir köy… Onlar dağı mesken tutmuşken o sırada dünyada Fransız Devrimi oluyor, Sanayi Devrimi, Birinci ve İkinci cihan harpleri, Soğuk Savaş, sıcak çatışmalar… İnsanlığın kendiyle kavgasının meteorolojik hadiselermiş gibi aktarılıyor olması da ayrıca ironik… Ülkeler yıkılıyor, ülkeler kuruluyor. Tanrı’nın ‘ctrl c, ctrl v’ kader planlarında insan hep ölüyor. Son aynı! Dinsiz ve devletsiz dağ köyünde ise medeniyetiz yaşam bir anlam arayışı da olmadan sürüp gidiyor. Çeşitli nedenlerle yolunu şaşırıp dağ köyüne varan insan evlatları bir güzel ağırlanıyor. Kalmak isteyene kapı açık ama gitmek isteyene… Gitmek isteyenler için önce bir şölen düzenleniyor sonra öldürülüp ‘yabancılar mezarlığına’ gömülüyor. İnsanlığın tüm çılgınlıklarından kaçmış olsalar dahi onlar da insan. Ve insan öldürür. Hele ne olduğunu tam olarak bilmedikleri ulvi bir amaç uğruna ölmekte ve öldürmekte pek mahir olabilir insanlar. Dağ köyünden gitmek isteyenlerin öldürülmesi yüzlerce yıllık bir gelenektir. Sorgulanmaması da doğaldır. Hiçliğin ortasındaki dağ köyü… Baksı Müzesi’ne ilk gittiğimde kafamdaki öykünün mekanını bulmuştum sanki. Neyse hâlâ bu öyküyü yazamadım. Dedim ya ilham perilerim grevde. *** Hamarat teyze örgüsünü toparlayıp inmek için kapıya yaklaşıyor. Göz göze geliyoruz. Yorgun görünüyor ve ancak bir mağlubun yüzünde görülebilecek yılgın bir tebessümü var. Konuşmaya mecali yok. Elindeki örgü çantasını işaret ederek “Örüp örüp satıyorum” diyor bana. Neden bana açıklıyorsa? Neden üzgünse? Neden yenilmiş görünüyorsa? Keşke empati perilerim de greve gitse! İnsan insana yenilir. İnsan insanı yener. Bir köşeye çekilsen de gelip tepende biterler. Doğrularını getirirler sana, kutsallarını, sadece kendilerini kollayan kanunlarını, tüm haklılıklarını. Eğer bir gün yenilirsem biliyorum ki ben yiğitçe savaştım. Eğer bir gün yenilirsem biliyorum ki ben nezaketle davrandım. Eğer bir gün yenilirsem biliyorum ki ben adaletle yaklaştım. Eğer bir gün yenilirsem biliyorum ki ben şeytana yenildim. Ve şeytana yenilmek en şanlı galibiyettir. Ben bir şeytana yenildim ve buna hiç üzülmedim.