- Sayın Yetkili, sizinle deprem üstüne konuşmak istiyorum.
- Hay... hay... buyurun konuşalım.
- Bölgenizde deprem oldu, birçok bina yıkıldı. Bu binalara on yıl önce hasarlı ve çürük raporu verilmiş ve altı ay içinde boşaltılması istenmiş. Sorum şu. Bu binalar niçin boşaltılmadı.
- Güzel bir soru. Ancak ve fakat bu soruya yanıt verebilmek için deprem olgusuna tarih içinde bakmak gerekir. Depreme tarihen baktığımızda tarih boyunca bu bölgede 17 deprem olduğunu görürüz. Dolayısıyla deprem bu bölge içinde kaçınılmaz bir durum değildir.
- Fakat ben hasarlı binaları sormuştum.
- Sorunuz çok doğru bir soru. Ancak Türkiye’de yapılan binaların yüzde sekseninin çürük olduğu bilinmektedir. Ayrıca yer altı sularının tespiti gerekir. Bir bölgede yer altı suları var mı, varsa bu sular nerden geliyor ve nereye gidiyor.
- Ama efendim, bunlarla hasarın ne ilgisi olabilir.
- Bakın, bu konuyu siz bilmiyorsunuz. Depremin hem yer altı sularıyla ve hem de yerin üstüyle ilişkisi olduğu gibi, gökteki mavi ay yerin kabarmasına vesile olmuştur. Bu vesilenin neticesinde ne olmuştur, bunu biliyor musunuz. Bakın ağzınız bir karış açık kaldı. Demek ki bilmiyorsunuz. Hem bilmiyorsunuz hem de bilir gibi konuşuyorsunuz.
- Efendim, ben sizden şunu öğrenmek istiyorum. Peynir gibi yumuşak olan bu binalarda halkın oturmasına nasıl izin verdiniz.
- Ama siz bu topluma yabancı kalmışsınız, şöyle ki, biraz önce peynir dediniz. Peynir nedir bunu biliyor musunuz. Geleneksel ve diğer sabah kahvaltımızın baş yiyeceği... Siz geleneksele karşı mı çıkıyorsunuz.
- Ama efendim...
- Aması maması yok. Sorunuza cevap veriyorum, siz peynir diyorsunuz. Peynirle depremin ne ilgisi olabilir. Depreme bilimle bakın, hurafeyle değil... Peynir de nerden çıktı. Sonra halk evden çıkmıyorsa, sürüyerek mi çıkartacaksın. Halk mı bu, istediği yerde oturur. Ayrıca halkımız öyle önüne gelenden korkmaz. Yiğittir. Özverilidir. Anlaşıldı mı... Öğren de gel... Ondan sonra söyleşi yap.