Davranış Bilimleri Uzmanı Aşkım Kapışmak: Lider sorunu baba sorunudur

Yayın tarihi: 13 Nisan 2023 Perşembe 7:15 pm - Güncelleme: 13 Nisan 2023 Perşembe 7:15 pm

Haber: Demet Cengiz

Davranış Bilimleri Uzmanı Aşkım Kapışmak, Türk toplumunda en büyük sorunun “baba figürü” olduğunu belirterek  bir ‘otorite problemi’ne dikkat çekti. Kapışmak, “Babasına karşı öfke vardır, duyguları çarpıtır; yoğun öfkeyi yoğun sevgiye, yoğun dışlamayı ise büyük bir hayranlığa dönüştürür” dedi.

Size de oluyor, öyle değil mi? Açıklama yapan bir siyasi lideri dinliyorum; gerçeklerin çarpıtıldığını, tarihi olayların radikal bir biçimde yok sayıldığını veya rakiplere edilen hakaretleri görüyorum. Hayretle izliyorum. Sokak röportajlarında ‘gerçeklikten’ kopmuş, Lozan’ın gizli maddelerine ya da bu yılın ortasında yürürlükten kalkacağına inanan, ülkede olumsuz giden her şeyden ‘dış güçleri’ sorumlu tutan insanlara denk geliyorum. Hayretle izliyorum. Yerli-yabancı tüm arşivleri ve tarih bilgilerini reddederek Abdülhamid’in toprak kaybetmediğini savunmaya, Vahdettin’in İngiliz gemisine binerek kaçtığını inkâr etmeye kadar götürüyorlar illüzyonlarını. Hayretle izliyorum.

Hayret ettim; birikti, birikti… Tek maksadım kendi merakımı gidermekti. Rica ettiğim pek çok uzman sorularımı sakıncalı bularak ‘affını’ rica etti. Davranış Bilimleri Uzmanı Aşkım Kapışmak ise açıklıkla sorularımı yanıtladı. Kendisine teşekkür ederim.

Bizim müthiş babasızlığımız… Biz çok babasız bir toplumuz. Yeni de değil bu. Baba yüzyıllardır cephededir. Baba para kazanmak için gurbettedir. Baba madendedir. Baba ölür. Baba hayatta ise de sevgisini göstermez, gösteremez. Yanındayken de yoktur baba. Bu nedenle yana yakıla bir baba ararız kendimize. Devlet babadır bizde. Müslüm (Gürses) babadır bize. Süleyman (Demirel) öyle… Sedat (Peker) öyle… Sığınmak isteriz başımızı okşayacak bir babanın dizlerine. Gaddar bir babanın sevgiye hasret çocuklarıyız işte. Büyümüyoruz. Büyüyemiyoruz. Onaylanmak için yırtınıyoruz, suyuna gidersek sevileceğimizi varsayıyoruz. Nafile! Yanılıyoruz, yanılıyoruz, yoruluyoruz. Aşkım Kapışmak ile konuşunca bir kez daha anladım ki bizi bu havalar değil, babasızlığımız mahvetmiş. Buyurun söyleşiye.

Medeniyet projesi ve Kadın

* Sokak röportajlarında, çevremizde, aile masalarında ve hatta deprem bölgesinde “Her şey kötü ve yanlış yapılıyor ama Erdoğan’dan daha iyisi yok” diyenleri görüyoruz. Bu insanlar olumsuzlukların farkında oldukları halde, seçim yapma özgürlükleri olduğu halde neden 21 yıldır ülkeyi yöneten aynı kişide ısrar ediyorlar? 

– Türk milletinin en büyük sorunu babadır. Anadolu insanı babasıyla yaşadığı problemi dile getiremez; içine atar. Ve 0-8 yaş arasında çocuğun beyni evdeki otoriteyle nasıl ilişki kuruyorsa artık tüm otorite figürleriyle ömrü boyunca aynı ilişkiyi kuracaktır. Özellikle erkek çocuklar sevgi alamadığı, psikolojik ya da fiziksel şiddet gördüğü babasıyla şöyle ilişki kurar: Babadan kendisine geçen öfke, kızgınlık, öldürme, değersizlik gibi duyguları kendi içine alır ve kendini öyle görmeye başlar. Bu duyguları dış dünyada birilerine atarak rahatlar. Bilinç dışında babası ile ilgili olumsuz kötü duygular oluşur. Örneğin babasına karşı öfke, nefret gibi duygular vardır fakat bilinç dışından gelen bu kötü duyguları çarpıtır; yoğun öfkeyi yoğun sevgiye, yoğun dışlamayı ise büyük bir hayranlığa dönüştürür.

* Bu ne demek oluyor?

– Çocuk artık şunu öğrenmiştir: Narsist baba eleştirilmez. O ne diyorsa haklıdır.

* Aslında orada bizim gördüğümüzün tam tersi bir duygu mu var?

– Etrafınıza bir bakın kim, kimi abartı duygularla övüyorsa bilinç dışında o duyguların zıddını taşıyordur. Babaya duyulan yani otoriteye duyulan aşırı hayranlığın altındaki gerçek duygu olan korku yüzünden, kişinin muhakeme becerisi zayıflar. Bu yoğun duygular yüzünden bireyin beyni mantıklı düşünemez. Bu kişilere ne söylerseniz söyleyin, özellikle lider, baba, Tanrı gibi konularda düşünme yetileri zayıflar. Duygularıyla hareket ederler. İnandığın bir şeyden vazgeçmek, düşündüğün bir şeyden vazgeçmekten daha zordur. Çünkü gerçek duygularına temas ederlerse yani hayranlığın altındaki öfkeye temas ederlerse kontrollerini kaybedebilirler. Bu yüzden bu duyguyu babasını, atasını, yani liderini eleştiren kişilere yansıtırlar. Unutmayın lider sorunu baba sorunudur. Bir insan nasıl bir ebeveynle büyüdüyse benzeri tarafından yönetilmeye ihtiyaç duyar.

‘TANRI BABA’ SORGULANMAZ

* Bir sokak röportajında Kemal Kılıçdaroğlu’nun ülkede yeni kiliseler açacağını aktarıp mikrofon uzatılan vatandaş aşağılayan, suçlayan, hatta hakaret içeren sözler sarf etti. Sokak röportajcısı bir manevrayla bunu yapacak olanın Recep Tayyip Erdoğan olduğunu söylemesi üzerine ise aynı vatandaş başkalarının inanç ve mabetleriyle ilgili daha hoşgörülü bir tavır sergiledi. Bunları bir dünya deneyi olarak şaşkınlıkla ve ilgiyle izliyorum. Bir söyleme/eyleme karşı benimsenen tutumlar, alınan tavırlar söyleyenin/yapanın kim olduğuna göre nasıl ve neden bu kadar farklılık gösterebiliyor? 

– Biraz önce yaptığım analizi hatırlatarak şunu söyleyebilirim: Baba sorunu yaşayan, babasını eleştiremeyen kişilerde babayı aşırı yüceltme vardır. Babayı yücelttikçe kendini aşağıya çeker. Artık baba onun için Tanrı’dır. Bu saatten sonra babanın ne söylediğine bakmaz kişi; sorgulamadan kabul eder. Gerçekte eleştirip kabul etmemesi gereken bu söylemleri başkası söylediğinde, baba figürüne gösteremediği tepkileri, düşman olarak algıladığı diğer kişilere yansıtır.

* Yani kişinin gerçek görüşünü yansıtan ‘babalmaştırmadığı’ kişiye karşı sergilediği tutum diyebilir miyiz?

– Evet

SADAKAT İÇİN DÜŞMAN GEREKLİ

* Yine benzer bir örnek vereceğim. HDP ile Erdoğan ve AKP görüştüğünde bu meclisteki meşru bir parti ile yapılmış normal bir diyalog oluyor. Fakat muhalefet partilerinin bırakın görüşmesini, görüşme ihtimaline karşılık olarak bile bu siyasi parti terörün uzantısı ve gayri meşru olarak ilan ediliyor. Bu insanlar neden bir tarafa kulak verip diğerine kulaklarını tıkıyorlar? 

– Bu konu tüm siyasi partiler ve liderleri için geçerli. Siyasetçiler tabanlarının sadakat istikrarlarını koruyabilmek için dışarıda bir düşman yaratmak zorundalar. “Biz iyiyiz, onlar kötü” diyecekleri bir düşmana ihtiyaçları var. Bu aslında tabanın duygusudur. İktidar için HDP, muhalefet için Hizbullah terör örgütüdür. Tüm siyasetçiler, tabanlarının bilinç dışındaki korkularını düşmanı göstererek tetikler. Unutmayın terörün kelime anlamı ‘korku’dur. Dünyadaki tüm siyasetçiler ya ülke sınırlarının içinde ya da dışında terör, yani düşman gibi gösterecekleri siyasi malzemelere ihtiyaç duyarlar.

* Kendisi gibi düşünmeyenleri ‘terörist’, ‘vatan haini’ olarak görmek… Bunun sakıncaları neler? Gerçekten böyle görüyorsa kendini tehdit altında hissediyordur. Bu duygunun toplumda yaratacağı riskler nedir? Eğer gerçekten öyle düşünmüyor da bunu çarpıtıp bir mücadele aracı olarak kullanıyorsa bu da büyük bir kötülüğe işaret etmiyor mu? Dışlanan, ötekileştirilen, vatan haini ve terörist olarak damgalanan insanlar da kendini tehdit altında hissetmez mi? Bunun en büyük sakıncalarından biri ülkesiyle, ulusuyla yaşadıkları aidiyet duygusunun zedelenmesi… İnsanları böyle marjinalleştirmek, terörist etiketi yapışmak başka ne tür sakıncalar doğurur? 

– Bu sorunuzda çok fazla yönlendirme var. Ve çoğunlukla cevabı zaten sorunun içinde veriyorsunuz. Kendisi gibi düşünmeyeni içten içe düşman gibi görmek tüm siyasilerde vardır. Güç kimdeyse onun bu konudaki tavrı daha sertleşir. Şunu unutmayın: İktidara kim gelirse gelsin bir süre sonra muhalefetini yaratmak zorundadır. Yeni dünya düzeninde bu süreçler daha da sertleşiyor.

* Sözleriniz “Güç yozlaşma doğurur. Mutlak güç, mutlak yozlaşma demektir” diyen Lord Acton’ı anımsattı. Demokrasiler kendilerini koruyabilmek için çeşitli yöntemler geliştirmiştir. Bunlardan biri de dönem kuralıdır. Örneğin ABD’de bir kişi en fazla iki dönem başkanlık yapabilir. Önceki soruma daha net bir yanıt rica etsem…

– İktidarın bu tavrı muhaliflerin taşıyabilecekleri bir duygu değil çünkü suçlanan tarafa vatan hainliği ve kâfirlik yani din düşmanı duygusu atılıyor. Bu normal bir insanın taşıyabileceği bir duygu değil.

SİYASET TRAVMALARIMIZI TETİKLİYOR

* Müthiş kutuplaşmış bir topluma dönüştük. Genel seçimleri, hatta yerel seçimleri bir ölüm kalım meselesi gibi görüyoruz. Önümüzdeki genel seçimleri vatanın kurtuluşu veya işgali/yıkılışı gibi görmek ne kadar sağlıklı bir duygu? Bu duygular, ısrarla tekrarlanan bu kışkırtıcı, ayrımcı dil ne tür sıkıntılar barındırmakta? 

– Şu an ülkede hem iktidar yanlıları hem da muhalefet yanlıları korkuları ve kaygıları arttıkça kendi travmalarına temas ediyor. Herkes birbirini çocukluğundaki bir otoriteye dönüştürmüş durumda. İçlerindeki bu öldürme ve yok etme duygusuna bir sebep bulmaları gerekiyor. Çünkü beyin taşınması zor olan bu kötü duygulara, kutsal bir anlam verdiği zaman artık o konu kişinin ve siyasi partinin davasına dönüşür. Bu konunun çok büyük bir tehlikesi var. Dünya her geçen gün daha da zorlaşıyor ve kötüye gidiyor. Toplumlar ve bireyler ekonomi, iklim değişikliği, doğal afet, siyaset, pandemi gibi travmalar yüzünden regresyon yaşar. Bu regresyon bireyin bilincinin daha az çalışmasına ve bilinç dışının çocukluğuna gitmesine neden olur.

* Bu ne demek?

– Şu an her insan çocukluğundaki travmaların duygularıyla yaşıyor. Bu yüzden son yıllarda koca koca insanların sokaklarda, caddelerde tuhaf davranışlar yapmalarına tanık oluyoruz. Siyaset de bu travmaları tetikliyor. Seçimden sonra her şeyin düzeleceğini zannediyor insanlar. Bu zorlanmaların dışavurumlarını seçimden sonra da yaşayacağız. Yani insanlar çocukken kime sesini çıkaramadıysa, şimdiki zamanda geçmişteki kişilerin türevlerine saldırmaya başlayacaklar. Çünkü regresyon bilincin çalışmasını engeller, kişi travmatize olur ve çocukluğunda yerleşen kötü duyguları tehdit gibi gördüğü diğer insanlara atar.

ABARTILI DUYGU KENDİNDEN KAÇIŞTIR

* Lozan’ın gizli maddeleri olduğuna, Abdülhamid döneminde toprak kaybedilmediğine inanarak gerçeği radikal bir biçimde reddeden insanların durumu nedir tam olarak? 

– Birçok insan için çocukken yaşadıkları çok ağır travmalardır. Ruh sağlığı bozuk anne-babalar çocuğun iç dünyasını bozarlar, travmalarını çocuklarına yüklerler ve çocuğun bilinç dışına “Bu kadar kötü olmamızın sebebi başkaları” düşüncesini yüklerler. Amca, hala, dede, komşu, kader, şeytan vb. Çocuğun beyni artık şüphecidir çünkü büyürken ne zaman kötü bir şey olsa, işler ters gitse beyni gizli bir düşman arar. Bu travmatik bireyler kendilerini geliştirmek yerine vatanı kurtarmak gibi gerçekliği olmayan bir duyguya kapılırlar. Vatanı, sevgiliyi yani kendisinin dışındakini herhangi bir şeyi abartılı duygularla düşünmek (öfke, sevgi, üzüntü, şüphe) kendini geliştirmekten kaçmak demektir. Şu an Türkiye’de cahil dindar “Din elden gidiyor”, cahil muhalif “Atatürk elden gidiyor” diyor ve bunu dış güçlerin yaptığına inanıyor. Aslında fark edemedikleri şey şu: Dini bu hale getiren kendileri. Yüzyıllardır kendini geliştirmeyen, okumayan, ilime ve bilime düşman gibi bakan kendileridir. Muhalifin yobazı ise Atatürk algısını bu hale getirenlerdir. Onlar da ilimden, bilimden uzak Atatürk’ü rakı masasında konuşan, sigarayla değerlendiren, sohbetlerinde onu-bunu aşağılayan, küçümseyen kişilerdir. Herkes neyi neden yaptığını düşünmekten kaçıyor. Dışarıdan bir düşman bulup “Yaşayamadığımız güzel günlerin sebebi bu” deyip suçlamayı seçiyorlar ki bu kolay olandır.

GERÇEKLİK ALGISI GİTTİ

* Bu sorumun tam cevabı değil. Lozan’ın gizli maddelerine inanmamak, Abdülhamid’in toprak kaybetmesi gibi tarihi bir gerçekliği reddetmek… Bunun nedeni ne?

– Bizim ülkemizde din ve tarih bilgisi kulaktan kulağa gider. İkisi hakkında araştırma ve okuma yeteneğimiz gelişmemiş. Bu konuda cahillik arttıkça, üstüne bir de travmalar eklenince, birey, dini cami imanından ve ebeveynlerden, tarihi de dizilerden, televizyondaki uzmanlardan(?) öğreniyorlar. Araştırmamış bilgileri. Peki bu bilgileri kimlerden alıyorlar? Hayran oldukları, ideolojik olarak aynı yöne baktıkları kişilerden. Karşıt görüş ya da inançlarda olan kişileri yani başka görüş, fikir ve bilgileri dışlayarak, yok sayarak. Bu sefer gerçek bilgiye çok az kişi ulaşabiliyor. Artık tüm konular politize oldu. Din, tarih, doğal afetler, geçmiş, gelecek, gelenek, kültür, eğitim, turizm, ekonomi, her şey politize… Sorduğunuz tarih bilgileri de politize. Diyaloglar, zihinler politize… Bu insanda ön beynin yani karar veren, muhakeme eden, doğru soruları soran yanımızın daha az çalışmasına neden olurken, tüm olayları kötü duygularımıza göre değerlendirmemizi sağlıyor. Bu durumdaki insanların gerçeklik algıları artık gitmiş durumda. Düşünmeden şablonlarla hareket eden bir zihin, bir gerçeği yüzde yüz emin bir şekilde reddedebilir. Düşünmeden araştırmadan duygu katmadan iki taraftan da bakmadan emin bir şekilde konuşur.

* ‘Post truth’ yani hakikat ötesi kavramının doğal laboratuvarı gibi Türkiye… Ben buna ‘tercih edilmiş gerçek’ diyorum. Peki, kötü giden her şeyden dış güçleri sorumlu tutmak neden?

– Çocukken suçlanılmış bireyler büyüdüklerinde hep bir suçlu bulmak zorunda kalırlar. Her insanın içinde anne-babalarının parçaları vardır. Büyüdüğünde kendini geliştirmeyen insanlar, hayatlarında bir şeyler kötü gittiğinde hep bir suçlu arayıp kendilerini iyi hissederler. Bazı anne-babalar da böyledir. Çocuk yanlış bir şey yaptığında ya da kendi olmaya çalıştıkça anne-baba suçluluk duygusu yükler çocuğa. Anne babanın içindeki kendini suçladığı parçalar çocuğa geçer, anne-baba rahatlar. İşte bu bireyler kendi sorumluluklarını alamadıkları için yani kendilerini geliştirememenin verdiği kötü histen uzaklaşmak için başkasını suçlayıp sorumluktan kaçarlar. Sebebi izlenme korkusuyla büyütülmek. Anne izliyor, baba izliyor, onlar her şeyi görüyor. Bu haldeki özgüvensiz çocuk korkuyla hep hata yapar. Ve çocuk bu ağır duyguyu taşımakta zorlanır kabul ederse anne-baba terk edecek, yalnız kalacak. O yüzden “Ben yapmadım, o yaptı” demeyi öğrenir. Eğer inandığı partinin, futbol takımının ya da âşık olduğu kişinin yanlış taraflarını görürse ne yapacağını bilemiyor. Yanlış olduğunu kabul ederse boşluğa düşecek. Boşluk yalnızlık demektir. “Siyasi liderimi, futbol takımımı, aşkımı, bağımlı olduğum her ne ise onu bırakırsam yalnız kalırım. Ona karşı çıkarsam yalnız kalırım” düşüncesi/hissi var içlerinde. Sebepler çok derinlerde. Bunları kabul etmek, yüzleşmek, kolay değil.