Bir taht, bir baht bir müze hikayesi tarihin AKP ile mücadelesi

Yayın tarihi: 31 Mart 2022 Perşembe 10:42 am - Güncelleme: 31 Mart 2022 Perşembe 10:42 am

Sene 2011 Topkapı Sarayı bahçesinde bir hareketlilik. Topkapı Müzesi’nde sergilenen Osmanlı padişahı 3. Selim’e ait olan taht müze görevlileri olduğu düşünülen kişilerce sırtlanmış taşınıyor. Bu görüntü basına yansıdığında ‘’hepimiz yok artık ‘’ demiştik.

İddiaya göre o dönem ( elbette AKP dönemi ) Topkapı Sarayı Müze Müdürü olan Yusuf Benli 3. Selim’e ait olan tahtı kendi lojmanına taşıtıyor ancak kapıdan sığmayan taht binanın hemen altındaki depoya kaldırılıyordu. Olay basına yansıdıktan hemen sonra dönemin kültür ve turizm bakanı Ertuğrul Günay tarafından görevden alındı.

Yusuf Benli bir yıl dolmadan Konya’da görev yapmaya başladı ve bu kez de Mevlana Müzesinde bulunan tarihi kemik ve çini parçalarını lavabo altlarına ve limon kasalarına doldurdu. Benli’nin göreviyle asla uyuşmayacak işleri bununla da sınırlı kalmadı. Restorasyon ve tadilat ihalelerinde usulsüzlük, şeb-i aruz havuzundaki paraları kayıt altına almadığı ve harcadığı üç müfettişin verdiği raporla ortaya çıktı ve görevinden alınarak mesleğine arkeolog olarak devam etmesine karar verildi.

 

Diyeceksiniz ki AKP döneminde devlet kurumlarında liyakatsizliğin en somut örneği tarihle iç içe olunan mevkilerde bununla bitti mi?
Hayır!

Yine AKP’de uzun dönem önemli görevlerde bulunmuş Fatma Şahin Gaziantep Belediye Başkanı olduğu dönemde bir skandala imza attı. Türkiye dahil olmak üzere dünya Fatma Şahin ‘in ‘’Sanatçıların ve filozofların Muzalar Evi’’ olarak tanınan 2000 yıllık mozaiklerin üzerinde topuklu ayakkabısıyla poz verdi. Evet, evet hani şu Muharrem Sarıkaya bir basın emekçisi tokatlarken sesini çıkarmayan Şahin. Doğru anımsadınız.

Gelelim günümüze. Gece yarısı kanun hükmünde kararnameleri ile yönetilen ülkemizde bir KHK ile muhalif belediyelere dert! olsun diye partili Cumhurbaşkanı Erdoğan belediyelere ait olan müzelerin mili saraylara devrine karar verdi! Aynı yasa ile getirilen restorasyon işlerinde yeterlilik aranmama şartına girmiyorum bile.

Dün akşam saatlerinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) mülkiyetinde olan tarihi Yerebatan Sarnıcı giriş yapısı ve Talat Paşa Konağı’na’ herhangi bir mahkeme kararı’ olmamasına rağmen Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından el konulduğu bildirildi. Mahkeme kararına ne hacet , deyim yerinde ise ‘’padişah ferman buyurmuş !’’.

Galata Kulesini anımsayın. Aylar önce İBB’den alınarak Kültür Bakanlığına devredilmiş, o güne dek giriş ücreti 30 TL olan yapı devrin hemen ardından 100 TL’le olarak Beştepe’ye hizmet vermeye başlamıştı.

Demem o ki; ecdat ecdat diye övünen, Osmanlıca, Arapça geri gelsin, dedelerimizin mezar taşlarını okuyamıyoruz ‘’diye Cumhuriyet devrimlerine düşman iktidar 4 kişilik bir aileye ‘’paran varsa ecdadımızın eserini görürsün, yoksa uzaktan bakarsın’’ demişti. Ki eser de ecdatlarından kalma değil.

Bugün ecdat diye andıkları Abdülhamit, Bergama Antik Kenti’nin en önemli yapılarının Almanya’da sergilenmesine izinli onay veren işinin de tam kendisidir o ayrı.
Çok diyar, çok müze, çok tarihi yapı gezdim inanın. Fakat ben bu yurt kadar köklü ve güzel, kadim insanlık tarihinin bir parçası olabilecek az sayıda yer gördüm.

İBB bu el koymaları mahkemeye taşıyacak ama yargının siyasallaştığı ve vesayet altına alındığı bu dönemde oradan bir karar çıkmasını beklemeyin. Gün gelirde bir gün ‘’vatanın bütün tersanelerine girilmiş ve dağıtılmış ‘’ olduğunu görürseniz de ‘’vay biz ne yaptık’’ demeyin!

Sesinizi yükseltin. Ses verin. Tarihin avuçlarınızdan kayıp gitmesine, tarihin talan edilmesine, izlerin silinmesine, kırılmasına, taşınmasına ve hatta belki satılmasına, çocuklarınızla sınırlı bütçenizi ayırıp ziyaret edebileceğiniz yerlere el konulmasına ve bir ticarethane muamelesi yapılmasına izin vermeyin.

Neden biliyor musunuz?

“Tarihte ilk kez dram olan bir olay, bir kez daha tekrarlanırsa komedi olur.” Der Karl Marx
Tahtın ve sunakların ve dâhil tarihin ait olduğu ve hakkı olan şekilde korunması elzemdir. Bir başka dram yaşamak dünyaya rezil olmak, gelecek kuşaklara da ardımızdan söz söyletmek demektir.