2008 yılı eylül ayı… New York’ta taksiye biniyorum. Şoför kendinden beklendiği gibi bezgin ve geveze… ABD’nin en önemli gündemi 4 Kasım’da yapılacak başkanlık seçimi…
“Obama seçilebilir mi” soruma zenci taksi şoförü alaycı bir yüz ifadesiyle karşılık veriyor, sanki “Bunu bilemeyecek kadar aptal mısın” der gibi bakıyor bana. Umutsuzca başını iki yana sallıyor.
“Orası Beyaz Saray” diyor taksi şoförü, “Beyaz Saray! Siyahlara yasak orası. Siyah adam içeri giremez!”
Kasım ayında yapılan seçimlerin ardından Barack Obama, ABD’nin ilk zenci başkanı olduğunda o umutsuz taksi şoförünü çok merak etmiştim. Çok sevindiğine emindim.
***
“Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor” diyen Ahmet Hamdi Tanpınar’ı yâd etmediğimiz tek bir günümüz geçmiyor ne yazık ki. Öyle bir günümüz olsa, Chris Rock’ın Netflix’teki stand-up şovundan bahsetmek isterdim. Tüm dünya şu anda Oscar ödül töreninde Will Smith’in, Chris Rock’ın suratına indirdiği korkunç tokadı yeniden konuşuyor. Rock’ın ilk kez bu konuya açıklık getirmesi bakımından da, bir zenci olarak karşılaştığı ayrımcılıklar ve kendi şımarık çocukları nedeniyle yaşadığı çelişkiler bakımından da izlenilesi bir şov.
Gösterisinde zengin, sorumsuz çocuklarına sinir olduğunu anlatan Rock, “1940’larda doğan annem çocukken zenci diş hekimi bulamadığında bir veterinere gitmek zorunda kalmış. O zaman öyleymiş zenciler sadece zenci diş hekimine gidebilirmiş. Zenci diş hekimi yoksa tek seçenek veteriner kliniği…” diyor.
Aslında bağırarak konuştuğu için bana pek hitap etmez ama gülerek izledim Chris Rock’ı. Güldüren öyküsü bir taraftan vicdanımı da yaraladı.
Kuralları ihlal eden kızını okuduğu liseden atmaları için müdüre yalvardığına değinen Rock şöyle konuşuyor: “Kızım okuldan atılınca aklı başına geldi. O tecrübeden bir ders çıkardı. Şimdi Fransa’da aşçılık okuyor ve benim diş hekimi yerine veterinere gitmek zorunda kalan annem, yılda iki kez first class uçup torununu Paris’te ziyaret ediyor. Tuşe!”
Zenciler açısından 1950’lerin ABD’sini düşününce… Otobüste beyazlarla aynı koltuklara oturamamak… Aynı okullarda öğrenci olamamak… Aynı mahallelerde yaşayamamak…
ABD’de 1960’larda yükselen ırkçılık karşıtı hareketleri ve sivil hak taleplerini düşününce… Suikasta uğrayan Martin Luther King. Jr., Malcolm X, Medgar Evers gibi öldürülen zenci kanaat önderleri… Beyazlarla aynı okullara gitmeye başlayan zenci çocukların suratına tüküren veliler… Mahallelerinde zenci istemediği için kışkırtıcı eylem yapan bembeyaz insanlar…*
Yüzü kara ABD, bütün ayıplarına rağmen zenci bir vatandaşını seçip Beyaz Saray’a oturtabildi. Hem de iki dönem!
***
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, sancılı bir sürecin ardından Millet İttifakı’nın ortak cumhurbaşkanı adayı oldu. CHP’nin başına geçtiği günden itibaren ‘Alevi’ olduğu vurgusu çok yapıldı. Seçim meydanlarında Alevi olması yuhalatılacak kadar da çirkin saldırılara maruz kaldı. Saldıran kötü niyetli ve terbiyesiz insanların dışında, Türkiye’deki sağ seçmenin tavrını iyi bilen, yankı odalarının dışına çıkabilen kimileri de Alevi olması nedeniyle seçilemeyeceği kaygısını taşıyor. Açıkçası ben de onlardan biriy(d)im. Çünkü:
Bu ülkeyi karış karış geziyorum ve yıllardır Alevilerin uğradığı ayrımcılığı görüyorum.
“Alevi’nin yemeği yenmez, suyu içilmez, kızı alınmaz, kız verilmez, evine girilmez” derler. Oysa bir bilseler ne lezzetlidir aşureleri, ne tatlıdır dilleri, nasıl geniştir yürekleri.
Bir fısıltıyla açıklanır Alevi olmak, bir sırrı paylaşır gibi.
2011 seçimlerinde milletvekili adayı olmuş ve il il Kılıçdaroğlu’nun peşinde dolaşmış bir tanıdığım hayret ederek anlatmıştı: “Halk Kılıçdaroğlu’nu seviyor, beğeniyor, dinliyor, alkışlıyor. O gittikten sonra ahaliyi yokluyoruz ve çoğu ‘Oy vermem’ diyor. Nedenini hiç söylemiyorlardı. Israr edip sonunda öğrendik. Alevi olduğu için oy vermiyorlardı.”
Bu öylesine büyük bir ayıp ki… Türkiye Cumhuriyeti bir yüzyılı geride bırakırken artık bu ayıbını ortadan kaldırmalı.
ABD hem kalpsizdi hem de akılsız, bilgisiz. ABD’deki kadar korkunç bir ırkçılık, ayrımcılık bu ülkede genel olarak olmadı. Bazen daha korkunçları oldu; bunu da kabul etmek zorundayız. Evet, karnemiz pekiyi notlarıyla dolu değil ama ben inanıyorum ki bizim bazen aklımız ve bilgimiz olmasa da yüreğimiz hep var.
Türkiye’nin yüzüncü yılını kutlarken Tuncelili bir Alevi neden bu ülkenin cumhurbaşkanı olmasın?
Yamalı önlüklü, öğretmeninin verdiği ödünç önlükle 23 Nisan şiiri okuyan o yoksul çocuk neden bu ülkenin cumhurbaşkanı olmasın?
Ucuz, demode mutfak dolaplarına sahip, cebini doldurmamış o sakin adam neden bu ülkenin cumhurbaşkanı olmasın?
Hak, hukuk, adalet diye yollara düşüp 420 kilometre yol yürüyen dürüst, sabırlı, her sese kulak veren bir politikacı neden bu ülkenin cumhurbaşkanı olmasın?
Çalar, diyemiyorlar. Çırpar, diyemiyorlar. Torpil yapar, diyemiyorlar. Ailesini kayırır, diyemiyorlar. Yandaşlarını ihya eder, dilemiyorlar. Ne diyorlar? İyi ama… Dürüst ama… Şeffaf ama… Çalmaz-çırpmaz ama… Düzgün adam ama… Alçak gönüllü ama… Sabırlı ama… Kucaklayıcı ama… Çalışkan ve azimli ama… Ama ne? Ama kazanamaz!
Elin Amerikalısı beyaz bir saraya hem de göbek adı ‘Hüseyin’ olan siyah bir adamı oturtabiliyorsa biz de Çankaya’ya bir Alevi oturtabilmeliyiz. Evet, Çankaya’ya.
Neden kazanamaz? Kızılay çadırlarının bile satıldığı bir ortamda bu adam sırf Alevi olduğu için seçimi kazanamıyorsa bu ayıp bize bir yüz yıl daha yeter. Hiç konuşmayalım!
* O dönemi iyi anlamak için zenci yazar James Baldwin'in el yazması ‘Remember This House’ isimli eserini ve bu eserden uyarlanarak yapılmış belgesel film ‘Ben Senin Zencin Değilim’i gönülden öneririm.