Batı’nın dört bir koldan baskısı altında Türkiye seçimlere gidiyor

Yayın tarihi: 13 Mayıs 2023 Cumartesi 5:59 pm - Güncelleme: 13 Mayıs 2023 Cumartesi 5:59 pm

Okay Deprem

:

Türkiye’deki seçimlere artık 24 saatten az bir zaman kaldı. Ve şimdi öne çıkan temel soru, önümüzdeki beş yıl boyunca ülkeyi kimin yöneteceği. Birçok uzman, bu seçimlerin sadece Türkiye için değil, dünya güvenlik sistemi için de bir sınav olacağını belirtiyor. Yeni cumhurbaşkanı, Türkiye’nin dış politikasının gelecekteki yönünü, NATO ile ilişkilerin yanı sıra Avrupa Birliği ve ABD ile de ilişkilerdeki yönü belirlemek zorunda kalacak. Bu, Türkiye ve bazı Batılı müttefikleri arasındaki son gerilimli ilişkiler ışığında özellikle önemli. Pek çok kamuoyu yoklaması, başkanlık için muhalefetin tek adayı niteliğindeki Kemal Kılıçdaroğlu’nun mevcut cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan daha fazla seçmen desteği aldığını gösteriyor. Şu ana kadar gerçekten de tarihi bir seçim kampanyası sürdü ve bu seçimler, Türkiye’nin siyasi tarihinde kesinlikle bir dönüm noktası. Seçimleri kim kazanırsa kazansın kesin olan bir şey var ki o da; yeni iktidar partisi veya koalisyonu ile yeni cumhurbaşkanı hızlı ve etkili kararlar gerektiren birçok siyasi ve jeopolitik zorluk ve görevle karşı karşıya kalacak.

Muhalefet iktidar olması durumunda neokolonyalizmin karşısında olacak mı?

Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibi, seçimleri kazanmaları durumunda sistematik değişiklikler yapacaklarını vaat ediyor. CHP lideri ve başkan adayının dış politika danışmanı Ünal Çeviköz bunu “Otoriter tek adam yönetiminden takım çalışmasına geçiş olacak, bu çok daha demokratik bir süreç getirecek. Kılıçdaroğlu bu takımın maestrosu olacak.” şeklinde özetlemişti. Öte yandan muhalefet güçleri, 2018’de duran AB katılım müzakerelerinin tekrar başlatılacağından emin gözüküyor. Yalnız gerçekten de “Avrupa’ya dönüş” olursa, Türkiye halkının gerçek anlamda tam bağımsız bir dış politika yürütülmesi konusundaki beklenti ve özlemleri gene deyim yerindeyse sükûtu hayale uğrayabilir. Ne olursa olsun Kolektif Batı her zaman olduğu gibi; ekonomik, siyasi ve askeri mekanizmaları kullanmak suretiyle, her türden etki aracını devreye sokarak Türkiye üzerinde, yeni iktidar üstünde kontrol sağlamaya, etki kurmaya devam etmek isteyecektir şüphesiz.

ABD Türkiye’ye dönük neokolonyalist siyasetini sürdürmek isteyecektir

En başta ABD’nin, bölgesel istikrarın önemli bir müttefiki olan Türkiye’de eskiden beri stratejik çıkarları mevcut. Bu nedenle ABD, Türkiye’yi kendi lehine kontrol altında tutmak için şu ana kadar yaptığı üzere, seçimlerden sonra da çeşitli araçlardan istifade etmekten kaçınmayacaktır. ABD’nin Türkiye’ye yönelik neokolonyalist yaklaşımına en yakın ve somut örnek, ülkeye karşı devreye soktuğu ekonomik yaptırımlardı. Anımsayacak olursak 2018’de Amerika, Türkiye’de Amerikalı rahibin tutuklanmasına yanıt olarak Türkiye’ye yaptırımlar uygulamaya başlamıştı. Elbette ki bu yaptırımlar, Türkiye’nin ekonomik gücünü zayıflatmak ve uluslararası alandaki itibarını düşürmek için tasarlanıp hayata geçirilmişti. Ayrıeten ABD yeni dönemde de her daim olduğu gibi, geniş bölgedeki çıkarlarını korumak için Türkiye’de bulunan askeri varlığını kullanmaktan feragat etmeyecektir.

Hem iktidar hem de muhalefet İsveç’in üyeliğinde farklı düşünmüyor gibi

Türkiye İsveç ve Finlandiya’nın Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) katılım başvurularını önce veto etmişti. Ancak ne olduysa oldu ve Ankara 30 Mart’ta Finlandiya’nın üyeliğine bir anda yeşil ışık yaktı. Muhalefet ise, İsveç’e yönelik yasağın da kaldırılmasına dönük sinyal veriyor. Ünal Çeviköz bu hususta “İki taraflı sorunları NATO gibi çok taraflı bir organizasyona taşırsanız, diğer tüm üyelerle bir tür kutuplaşma yaratırsınız.” biçiminde konuşmuştu. Öte yandan birçok uluslar arası görece bağımsız kaynak, Erdoğan’ın yeniden seçilmesi durumunda, deprem sonrasında “yardım ettiği için” İsveç’in NATO üyeliğine nihayetinde onay verebileceğini öngörüyor. Nitekim Cumhurbaşkanı’nın basın sözcüsü İbrahim Kalın, “kapının İsveçlilere kapalı olmadığını, ancak Stockholm’ün Ankara’nın taleplerini yerine getirmesi gerektiğini” söylemişti geçenlerde bir kez daha. Bu arada bir sürü analist, Türkiye cephesinden NATO’ya şantaj yapmak gibi bir durumun söz konusu olmadığını vurguluyor. Hakikaten de Finlandiya’nın alınmasıyla karşılaştırıldığında, Türkiye’nin İsveç’in PKK ve FETÖ üye ve destekçilerine aktif olarak yardım ettiği argümanları kendisi açısından ciddi.

ABD ile S-400’lerle başlayan askeri ihtilaf halen çözüme kavuşmadı

Türk – Amerikan ilişkilerinin en sorunlu taraflarından birisini son yıllarda askeri araçlar hususu teşkil etti. 2019’da Ankara’nın Rusya’dan S – 400 balistik roket sistemlerini satın alması, NATO uçaklarını riske attığı gerekçesiyle ABD tarafından aleyhinde kullanıldı. ABD bunun karşılığında, Türkiye’yi F-35 savaş uçağı programından çıkarmıştı hatırlanacağı gibi. Şimdilerde muhalefetten bazı sesler adı geçen programa Türk katılımının yeniden başlamasını talep ediyor. Mart ayı içerisinde ABD Ankara Büyükelçisi Jeffrey Flake, Kılıçdaroğlu’dan randevü talep etmek suretiyle kendisiyle bir görüşme gerçekleştirmişti. Söz konusu buluşmada bu konunun gündeme gelip gelmediğini henüz ve tam olarak bilmiyoruz. Erdoğan, bu temasın ardından diplomata çok sert çıkmıştı ancak kendisi henüz başbakan dahi değilken ABD’de, devlet başkanı düzeyinde kabul edilip ağırlanmıştı… Seçimler sonrası yeni iktidarı, yeni cumhurbaşkanını; henüz çözülmemiş ve adeta düğüm haline gelmiş sayısız bölgesel ve jeopolitik mesele bekliyor. Bir yandan ABD ve AB, bir diğer yandan ise Rusya Federasyonu arasında sıkışıp kalmış Türkiye bakalım bu “Gordiyon Düğümü”nü çözüp 1940’lar öncesindeki “yurtta sulh cihanda sulh” çizgisine dönebilecek mi?..