Edward Hallett Carr, tarih için: “Tarih doğrulanmış olgular kümesidir” der. Siyasi tarih, birbirini tekrarlayan olaylar ve olgular dünyasının anlaşılması için derin bir düşünsel arkeoloji alanı ve olanağı sunar. Bu anlamda, Yunanlı tarihçi ve asker olan Tukidides, uluslararası ilişkilerde makro ve mikro nitelikli çatışmalarda sık kullanılan “Tukidides tuzağı” denilen kavramın ilham kaynağı olmuştur.
Tukidides, güçler dengesinin oluşması, korunması, yitirilmesi ve bozulmasının buna dayalı “yapısal gerilim”lerin yol açtığı “politik sendrom”ları antik Yunanistan jeopolitiğinde, dönemin iki büyük gücü olan Atina ve Sparta arasında (MÖ: 431 – 404) yılları arasında meydana gelen savaşları “Peloponnes Savaşları Tarihi” adlı eserinde anlatır ve analiz eder.
Bu savaş; politik gücü, nüfuzu, zenginliği, askeri kapasitesi hızla artan ve “yükselen yeni güç” olan Atina’nın, “büyüme sendromu” yaşayarak dönemin en önemli “egemen güç”ü olan Sparta’da politik hegemonyasını, etkinlik alanını ve nüfuzunu yitirme korkusu yaratarak çatışmaya yol açmasıdır. Savaş, dönemin süper güçleri arasında meydana gelen bir hegemonya savaşı olmasıyla birlikte, dönemin çok boyutlu rekabetini yansıtan bir etkinlik yarışı olmuştur. Bu savaş, iki ülkenin tarihsel rakibi olan Persler için hesapta olmayan büyük politik olanaklar sağlamıştır…
Bu savaş, bir bakıma Atina’nın hegemon güç gösterisi ile yerel müttefiklerini desteklemesi, dönemin “güçler dengesi”nin bozulmasının ve buna dayalı “algı”ların yol açtığı korkuların bertaraf edilmesi için gerçekleşmiştir. Politika analistleri bu çatışmaya “korku, onur ve çıkarlar”ın neden olduğunu iddia etmiştir.
Modern siyasetin reel politik dünyasında ABD’li siyaset bilimci Graham Allison da “Tukidides tuzağı” kavramı üzerinden, ABD – Çin rekabeti ve gerilimini derinlemesine inceler. Bu kavram üzerinden diğer küresel güçler, aktörler, örgütler ve ittifaklar arasındaki gerçekleşen inişli, çıkışlı ilişkilere bakmak mümkündür …
“Tukidides tuzağı”nı modern iktidar ilişkilerinin vücut bulduğu politik ekosistemlerde görmek mümkündür. Bunun aktörlerini ise siyasi partiler, liderler ve diğer aktörler şeklinde düşünmek mümkündür …
Mesele şu ki: Bu politik hesaplaşmanın altyapısında yükselen yeni gücün, statükoyu bozması ve bu yükselişin yarattığı özgüvenin bazı durumlarda politik bir “büyüklük sendromu” yaratarak, rakipler için tehdit ve tehlike oluşturmasıdır. Güç yoğunlaşması, buna dayalı hegemonya alanının büyümesi, doğal olarak buna rakip yapı, kurum ve kişilerde “politik paranoid” korkuları ve tedirginlikleri güçlendirerek tarafları politik eyleme yöneltebilmektedir.
Mesele şu ki, günümüzde önemli oranda “taht oyunları”na dönüşmüş olan politikasında, özellikle kritik konjonktürlerde, politik süreçler iyi yönetil(e)mediğinde, iyi liderlik yapıl(a)madığında, bugünün bilgi kirliliği ve salgını olan “infodemi çağı”nda, komplo teorileri ve algı illüzyonları yoluyla tarihten gelip, güncelliğini korumakta olan “Tukidides tuzağı”na düşmek ve bunun yol açacağı sonuçlarla yüzleşmek kaçınılmaz bir kader olabilir.