Türkiye seçimlere doğru giderken, Erdoğan iktidarı içeride ve dışarıda iyice sıkışmış görünüyor. Köprüden önce bir son çıkış sapağı arıyor. Bunun çok tehlikeli ve riskli bir hamle olabileceği de anlaşılıyor. AKP liderliği gözünü karartmış durumda. Çünkü, İslamcı oligarşi 20 yılda elde ettikleri kazanımların bir çırpıda uçup gitme olasılığından ölümcül bir korku duyuyor. Bu çıkış yolu, ‘kapsamlı bir Suriye operasyonu, daha doğrusu savaşı olabilir mi’ sorusu akla geliyor. Çok zor ve riskli de olsa, çıkış yolları arasında en etkili ve kısa sürede sonuç yaratacak adım böyle bir hamleden geçiyor.
Bilinmelidir ki, AKP’nin bölge siyasetine yön veren temel etken, iç politik ihtiyaçlardır. Hep öyle oldu. Suriye iç savaşının başlatılmasında da temel etken, AKP’nin Türkiye’de rejimi değiştirmek için İslam dünyasında kendisini destekleyecek bir düzenlemeye duyduğu ihtiyaçtı. Daha önemlisi, Erdoğan’ı ikinci bir “kurucu ata” yapabilmek için bir dış zafer arayışıydı. Kurtuluş Savaşı ve Mustafa Kemal portresiyle yarışabilecek ya da onlarla yan yana konabilecek bir uluslararası başarı ihtiyacıydı. Bu nedenle, 15 Temmuz darbe girişiminin bastırılması bile “2. İstiklal Zaferi” diye sunulmaya çalışılıyor.
Yeni ve kapsamlı bir Suriye operasyonu ve kolay /ucuz bir zafer olasılığı var mı? Bu sorunun yanıtlarına ve olasılıklara bakacağız. Ama önce ülkede “manzara-i umumiye” ne durumda, kısaca ona bakmakta yarar var.
SİYASAL İSLAM’IN TÜRKİYE İFLASI
AKP’nin, merkez sağ havzayı da işgal ederek, muhafazakâr kanatta kurduğu ideolojik hegemonyanın artık kırıldığı görülüyor. Bu alanda kurulan ve Cumhuriyet ile kavgalı olmadıklarını ilan eden başta İyi Parti olmak üzere, Deva ve Gelecek partilerinin etkinliğine bakılırsa, toplumun doğal siyaset yatağına dönmeye başladığı da anlaşılıyor.
Tarihin çarpıtılmasına, temelsiz bir uygarlık anlayışına, bilgisizliğe, dahası cehalete, fantezilere ve dinci önyargılara dayalı bütün hipotezler yaşam tarafından parçalanıyor. Geriye yüz kızartıcı bir enkaz, yağma düzeni ve istila artığı ülke kalıyor. İslamcılar, kadim devlet geleneğinin, aklının ve kurumlarının harap olduğu bir ortam bırakıyor.
Ülke ekonomisi, kapitalizmin klasik krizlerinin ötesine geçen bir iflas yaşıyor. Toplumun yüzyılda biriktirdiği bütün varlıklarının tüketildiği, kötü yönetim, yağma düzeni ve talancı/ganimetçi bir zihniyetin egemenliğinde ekonomi çöküyor. Erdoğan yönetimi, “kutlu dava” adını verdikleri şeri düzeni kalıcı olarak inşa edememenin paniği ile yeni bir çıkış arıyor.
İstanbul burjuvazisinin, geçmişte küçük hesaplarla AKP iktidarlarına verdiği desteği uzun süredir geri çektiği biliniyor. Çünkü, artık AKP’nin geleneksel Cumhuriyet burjuvazisi için yapabileceği hiçbir şeyin kalmadığı, bir alt-emperyalist ülke siyaseti izleyen ve küresel pastadan “makul bir pay” almaya çalışan AKP iktidarının bu yöneliminden yararlanma beklentisi de suya düşürülmüş görünüyor.
YANLIŞ HESAP ŞAM’DAN DÖNDÜ
Yazının başında işaret ettiğimiz; Erdoğan-AKP iktidarının 2023 seçimlerini kazanmasını sağlayacak milliyetçi bir dalga yaratma hesabına yeniden gelebiliriz.
Öncelikle belirtmeliyiz ki; bilgisiz, birikimsiz ve görgüsüz AKP yönetici kadrolarının, hem Suriye’deki Baas rejiminin gücünü ve toplumsal desteğini, hem bu ülkenin sosyolojisini, kültürünü ve tarihsel oylumunu, hem de bölgedeki etnik, dinsel ve siyasal dengeleri bütünlük içinde ve doğru şekilde okuyamadığı anlaşılıyor. Oysa Arap ulusçuluğunun ve modernleşmesinin merkezlerinden biri olan Suriye ve Baas hareketi, bu ülkede toplumsal ve entelektüel bir desteğe sahip. Rejimi destekleyen etkili bir aydın sınıfı var. Rejim kendi varlık gerekçesini ahlaki ve tarihsel bakımdan güçlü bir şekilde açıklayabiliyor.
Görece sınırlı bir laikliğin bile, Suriye’de mezhepler arasında bir barış ortamı yarattığı ve ülkeyi bir arada tuttuğu gerçeği güçlü bir şekilde ortaya çıkıyor. Beşar Esad iktidarı, ilk yıllarında liberalleşme ve piyasa ekonomisi yolunda bazı adımlar atsa da, Baas rejimi ne kadar yozlaşmış olursa olsun hala halkçı, kamucu, anti-emperyalist ve anti-siyonist çizgisini koruyor.
Bilimsel analiz yeteneğinden yoksun oldukları zaten bilinen AKP yöneticileri, ortalama bir matematiksel bakıştan da yoksun oldukları için, dünyada oluşan yeni güç merkezlerini de tam olarak kavrayamıyor. Dolayısıyla iktidar Asya’nın neden yükseldiğinin, Asya-Pasifik hattının niçin yeni küresel hegemonya mücadelesinin alanı olduğunun da pek farkında değil. Dahası, dünyada yeni oluşan güç merkezlerinin bu çatışmadaki konumunu, örneğin Rusya, Çin ve İran’ın Ortadoğu ve Hazar Havzası’ndaki yaşamsal çıkarlarını; özellikle İran ve Rusya’nın bölgesel rolü ve ağırlıklarını da yanlış hesapladıkları anlaşılıyor. Zaten Esad yönetimi bu nedenle kazandı ve bu başarıyı tam zafere de dönüştürecek gibi görünüyor.
ERDOĞAN’IN TAHRAN BOZGUNU!
Peki, yukarıda çizdiğimiz tabloya karşın, AKP yeni bir Suriye macerasına girebilir mi? Bu olasılık çok zayıf, ama Erdoğan yönetimi için “köprüden önce son çıkış” olma özelliğini de hala koruyor. İran, Rusya ve Türkiye arasında bu hafta Tahran’da yapılan zirvenin tek gündemi Suriye sorunuydu. Astana Süreci’nin bir devam niteliğindeki zirvenin en önemli konularından biri de Erdoğan yönetiminin Suriye’nin, en azından Tel Rifat bölgesine yapmayı planladığı operasyondu.
Edindiğimiz bilgilere göre, üçlü zirvede Türkiye’nin Kuzey Suriye’de operasyon yapmasına yeşil ışık yakılmadı. Dahası Erdoğan yönetiminin, Suriye ve Rusya güçlerinin İdlib’e yönelik operasyonları için ateşkes ilan etme çabaları da sonuç vermedi. Tersine Putin, İdlib’de sıkışıp kalan ve Türkiye’nin çabalarıyla varlıklarını koruyan cihatçı çetelere dikkat çekerek Erdoğan’ın verdiği sözleri hatırlattı. Zirvenin bitiminden üç gün sonra ise Rus uçakları İdlib merkezini vurdu. İddialara göre bu operasyonda “siviller” de öldü. Bu operasyon AKP iktidarına güçlü ve sahadan verilen bir yanıt niteliği taşıyordu. İran’ın dini lideri Ali Hameney ise, Cumhurbaşkanı Reisi ile birlikte kendisiyle görüşen Erdoğan’a, “Suriye’nin kuzeyine yapılacak herhangi bir askeri saldırı tüm bölgeye zarar verir” diyerek, ülkesinin tutumunu en yetkili ağız olarak açıklıyordu.
Zirve sonunda yayınlanan 16 maddelik ortak açıklamada ise, “Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliği, bağımsızlığı, birliği ve toprak bütünlüğü” güçlü bir şekilde vurgulanıyor, altına Türkiye’nin de imza koyması sağlanıyordu. Açıklamada, “Suriye ihtilafına askeri çözüm getirilemeyeceğine ve ihtilafın yalnızca Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kararları çerçevesinde, BM’nin kolaylaştırıcılığında, Suriye’nin öncülüğü ve sahipliğinde bir siyasal yolla sona erdirilebileceği” belirtiliyordu.
ERDOĞAN’IN OPERASYON ISRARI
MHP’yi de yanına alan Erdoğan yönetiminin Suriye’ye yönelik operasyon hesaplarına, ABD ve AB ülkelerinin de karşı çıktığı biliniyor. Çünkü, ABD ve Avrupa için önemli olan şey, İsrail’in güvenliğinin sağlanmasıdır. Bunun için Kuzey Suriye’de kurulan Batı yanlısı ve İsrail’i destekleyen federe ya da bağımsız bir Kürt devleti, en iyi sonuç diye görülüyor. Dolayısıyla bölgede giderek kurumsallaşan Kürt yapılanmasının zarar görmesine ABD’nin izin vermesi zaten beklenemez.
Tablo böyle olunca; AKP Türkiye’sinin bölgede ve dünyada yapayalnız olduğu söylenebilir. Ancak Erdoğan iktidarının Suriye’ye operasyon konusunda ısrar edeceği de bellidir. Çünkü ABD ambargosu nedeniyle Türkiye üzerinden dünya pazarlarına açılan İran’ın böyle bir operasyona, sonuna kadar karşı çıkmayacağı varsayılıyor. Diğer taraftan, Ukrayna savaşı ile meşgul ve bu nedenle Batı ile başı dertte olan Rusya’nın da, Türkiye’yi bütünüyle kaybetmemek istemeyeceği değerlendiriliyor.