Rönesans’ın sağır edilmiş çocuklarından ilk kez haberim olduğunda sarsılmıştım. Bilgi öylesine değerliydi ki sadece aristokratların ve burjuvanın çocuklarına verilirdi. Yaramazlık yaptıklarında bu çocukları öğretmenleri dövemezdi. Bu yüzden sınıflarda şamar oğlanları bulundurulurdu. Başkalarının yaramazlıklarının bedelini ödeyen bu talihsiz çocuklar, oradaki bilgiyi öğrenemesinler diye bir de sağır edilirlerdi. Fakat yine aynı döneme denk gelen matbaanın icadı, bilim ve haberleşmenin ilerlemesine, okuma-yazma oranlarının artmasına, bilginin demokratikleşmesine neden olan önemli bir devrimdi. Bana göre bilgi ve haberleşmede matbaadan sonraki en önemli devrim sosyal medyanın ortaya çıkışıdır ve artık pek çok şeyi sonsuza kadar değiştirmiştir. Ancak bu değişimlerin çoğu hiç hayırlı değildir. Bugün kalkıp “Sosyal medyayı istemezük” diyemeyiz elbette. Bu matbaaya karşı çıkmakla eşdeğerdir. Ancak yanlış bilginin altı kat daha hızlı yayıldığı, linç kültürünün yerleştiği, dijital zorbalığın arttığı, üretene/yaratana saygının kalmadığı bu yeni çağ, sanki ‘aydınlanma’nın tersi bir yere işaret ediyor. Komplo teorisyenlerinin, modern üfürükçülerin, felaket tellallarının, ilgi budalalarının, fanatiklerin ve marjinallerin yükseldiği bu korkunç çağ, bizi götürse götürse karanlığa götürecek.

BİLGİNİN(?) KAYNAĞI EŞİTLENDİ

Eskiden bilgi yukarıdan (entelijansiyadan) aşağıya inerken şimdi bilgi(?) yatay bir seyir izliyor. Bilgi ve hurafe kafa kafaya çarpışıyor. Örneğin bilim kuantum fiziğini keşfedip bir gözlemci bakana kadar seçeneklerden hem onun hem de bunun geçerli olabileceğini söylerken (düşünsel Schrödinger'in kedisi deneyi), kuantum teoloğu “Kuantum alana müdahale ederek hangi seçeneğin gerçekleşeceğini belirleyebilirsin” diyor. MIT daha hızlı yayılan yanlış bilginin daha ilginç bulunduğunu tespit etti. Bence yanlış bilgiler hem daha ilginç, hem daha kapsayıcı cevaplar veriyor hem de kesin çözümler sunuyor. ‘Süper pozisyonu’, ‘dolanıklığı’ bilimin çözmesini beklemek zor ama kuantum sıçramasıyla istediğin her şeyi oldurtabileceğine inanmak kolay. Şu anda bilgi, eser, düşünce hem yukarıda üretiliyor hem de avamın tam göbeğinde. Ve korkarım ki avamın göbeğinde üretilenler giderek daha da popülerleşiyor.

MAKULÜN KATLİ: FANATİZMİN YÜKSELİŞİ

Londra’da Hyde Park’taki ‘Konuşmacılar Köşesi’ni ilk kez 2000 yılında görmüş, saatlerce oradaki konuşmaları dinlemiştim. Din tebliğ edenlerden globalleşmeye karşı çıkanlara, veganlığa davet edenlerden evliliğin yasaklanmasını isteyenlere hemen her konuda konuşuluyordu. Kim en saçma sapan, en ipe sapa gelmez konuşmaları yapıyorsa onların coşkulu dinleyeni çok oluyordu. Ciddiye aldıklarından değil, dalga geçtiklerinden. Bugün sosyal medya, ‘Konuşmacılar Köşesi’nin çılgın çığırtkanlarıyla dolu. ‘Konuşmacılar Köşesi’ ise fanatik dincilerle… Her zaman fanatiklerin, marjinallerin sesi daha gür çıkar. O yüksek ses makulün kaybolmasına neden olur. Ne yazık ki sosyal medya makulü, normali, sağduyuluyu öldürüyor. Meydan fanatiklere ve marjinallere kalıyor.

ANLAMAMA VE ALINMA ÇABASI

Bu dijital devrim sayesinde entelektüel elit ile avam muhatap oldu. Elit burjuva ile avam temas kurdu. Başlarda bu iyi bulundu ama sonra klavye delikanlılığı çıktı mertlik bozuldu. Biz eskiden anlamak için okurduk. Öğrenmek için okurduk. Okuduklarımız, öğrendiklerimiz üzerinde düşünürdük. Şimdiki motivasyon ise anlamamak, yanlış anlamak ve alınmak. Neyi nasıl yanlışa yorarım, diye çabalamak… Dünyayı saran ‘woke’ (uyanık) hareketi, ‘cancel culture’ (iptal kültürü/linç kültürü) dijital zorbalığa kılıf oluyor. Nietzsche her kavramsallaştırmanın bir cinayet olduğunu söyler. Fakat konuşabilmek için kavramsallaştırmak zorundayız. Düşünebilmek, ifade edebilmek, felsefeye girebilmek için kavramsallaştırmak zorundayız. Kimlik, cinsiyet kavgaları bile kavramsallaştırmaya izin vermiyor. Her yer gri alan… Her yer muallak… Hemen bir niyet okumalar (niyeti iyi okuyan asla olmuyor), etiketlemeler, parmak sallamalar, üzerini çizmeler… Bazen gıda boyasız pamuk şekeri sattığım tezgahımda “Neden dondurmanda keçi sütü yok” diye hesap soruluyormuş gibi hissediyorum. Benim tezgahımda hiç dondurma yokken, dert edinilen keçi sütüne açıklık getirmeye çalışıyorum. Last Man Standing dizisinde muhafazakar baba, okulda yapacağı konuşmanın başlangıcında “Bayanlar, baylar” demeye kara verince ayrımcılıkla suçlanır. İlk sesleniş olarak hangi kelimeyi seçse birileri dışarıda kalır ve alınma ihtimali ortaya çıkar. Çözümü “Merhaba karbon bazlı yaşam formları” demekte bulur. Hassas modern insanın zihinsel üretimi imkânsız hale getiren samimiyetsiz hassasiyetleri, politik doğruculukları… Peki, madem herkes bu kadar mükemmel ve duyarlı da nerede bu mükemmel ve nazik dünya? Modern dünyanın hassas insanları giderek daha da kırılganlaşarak, hemen her şeye alınarak kimseyi konuşturmaz oldu. Düşünce nasıl üretilecek peki? Zihinsel sermaye nasıl eserlere dönüştürülecek?

ŞAİRE NE DEDİĞİNİ ANLATMAK

Şimdiki genŞler bilmez, biz eksiden kendi kendimize “Şair burada ne demek istemiş” diye sorardık. Şairin kendini bulsak öpüp baş üstüne koyardık. Bugün şairlere had bildiriyorlar, çıkardıkları anlamı şaire dayatıyorlar. Cellat uyandı yatağında bir gece “Tanrım” dedi, “bu ne zor bilmece: Öldükçe çoğalıyor adamlar, Ben tükenmekteyim öldürdükçe” Ataol Behramoğlu bu dizelerinin doğrusunu X’te kaç kez paylaştı? Israrla “Öldürdükçe çoğalıyor” diye yazıp bir de şaire “Hayır o öyle değil, böyle. Araştırmanızı öneririm” diyorlar. Üstelik ciddiler! Ne büyük lütuf şair sana şiirini veriyor, doğrusunu sunuyor, merak ediyorsan niyetini sor öğren. Neyse bu gözler Cemal Süreya şiirleri paylaşan hesabı, şairin ölmediğine ikna etmeye çalışanları da gördü. Gördük ama şaşırmayalım mı? Normal mi karşılayalım? Sosyal hayatta kaba, hakaret, aşağılama, küfür olan neden sosyal medyada normal olsun? Neden normalleşsin? Neden? 23 Nisan’da Cem Yılmaz 51’inci doğum gününde bir fotoğraf paylaştı. Ne yapabilirsiniz? En fazla kutlayabilirsiniz. Profilinde doktor, profesör, PhD yazan insanların bile saçma sapan yorumlar yaptığı, ithamlarda bulunduğu, hakaretler ettiği görüldü. Buna şaşırmayalım mı şimdi? Olağan mı karşılayalım? Görüş bildiren bir sosyoloğa “Aptalca bir saptama” yazabiliyor bir işsiz güçsüz. Felsefe profesörüne “Sen düşünmüyor, sı..yorsun” diyebiliyor bir ipsiz sapsız. Tarihçiye televizyonda dinlediği bir sirk ucubesinden referans verebiliyor bir densiz. “Size katılmıyorum” demek bu kadar mı zor? İlla bir kabalık, illa bir hakaret! Herkesin her konuda fikri olabilir; beğenir beğenmez, kendi bilir. Ancak ben “Bence Türkiye’nin en iyi komedyeni Cem Yılmaz” dediğimde neden beni öyle olmadığına ikna etmeye çalışıyorsunuz? Çıldırdınız mı siz? “Ben öyle düşünmüyorum” de, geç. “Ben gülmüyorum” de, geç. “Ben sevmiyorum” de, geç. Bir insanı güldüğü şakalar konusunda ikna etmeye çalışmak nedir yahu?

DÜŞÜNEMİYORUM; O HALDE YOKUM

X platformunda biri şuna benzer bir paylaşımda bulunmuştu: “Descartes şimdi yaşasa ve ‘Düşünüyorum; o halde varım’ dese yemediği küfür kalmazdı. Şöyle cevaplar alırdı: Düşünme aq! Bana ne ulan düşünme! Bana mı düşünüyorsun sanki a.. kodumun çocuğu!” İşte bu çağ öyle bir çağ ki hem üretmeni istiyor hem de sosyal medyada varlık göstermeni. Mecbursun sosyal medyada iletişmeye, etkileşime… Çünkü en önemli ölçüt neredeyse her alanda popülerlik oldu. Üretene saldırıyorlar. Beğenmemekle yetinmiyorlar; aşağılıyorlar, yok etmeye çalışıyorlar. Değerlere, değerlilere değer vermiyorlar. Pamuklara sarmamız gereken insanlara edilen hakaretlerin bini bir para. Medeniyetin sonuna doğru koşuyoruz. Hele de Türkiye gibi kıskançlığı dizginlemek için hiçbir çaba göstermeyenlerin ülkesinde dört nala… Sanırım insanlık tarihi boyunca hiçbir bilim insanı, şair, yazar, filozof, ressam böylesi bir kolektif saldırı altında kalmamıştı. Korkarım sosyal medya örgütlü cehaletin cenk meydanına dönüştü. Bütün derdimi anlatan bir söz var. İnternette Dostoyevski’ye aitmiş gibi paylaşılan ama gerçekte öyle olmayan şu söz: “Hoşgörü öyle bir mertebeye ulaşacak ki embesilleri gücendirmemek için akıllı insanların düşünmesi yasaklanacak.” NOT: Küfür içeren cümleler mecburen alıntılanmıştır.