Kurucu Meclis, Halk ittifakı ve HDP

Yayın tarihi: 4 Ekim 2021 Pazartesi 7:06 pm - Güncelleme: 5 Ekim 2021 Salı 3:45 pm

Şili’de halk, referandumla anayasa yapım yöntemi olarak Kurucu Meclisi yetkilendirdi. Bu konu üzerine yeniden* yazmayı düşünmüştüm. Ama ülkede yangın ve sel felaketleri gündemi belirledi. HDP eş genel başkanı Mithat Sancar’ın İndependent-Türkçe’deki röportajını
okuyunca yazmaya koyuldum.

Sancar ‘şunları söylüyor:

’Düzenin değişmesi gerektiği gerçeğini ıskalayan restorasyon politikalarını doğru bulmuyoruz. Yani mevcut iktidarın bütün bu yanlışlarını, bilinçli rant ve talan politikalarını, devasa sömürü çarkını ve baskı siyasetini eleştirirken bunları sürekli yeniden üreten düzenin de gözden kaçırılmaması gerektiğini söylüyoruz. ‘Devletçi yenilenmeye değil, halkçı bir yönetimin inşasına ihtiyaç var’ derken, bunları kastediyoruz.’’ Parlamenter sistemin Türkiye’nin sorunlarının çözümünde tek başına mutlak bir reçete gibi algılamasını da yanlış buluyoruz. “Güçlü demokrasi”, aynı zamanda yerel demokrasiyi de gerektirir. Yerel demokrasiden kastımız da kuvvetler ayrılığının yerele doğru genişletilmesi,
yani yerel yönetimlere yetki ve kaynak devrinin güvence altına alınmasıdır. Yerel demokrasiyi, sadece Kürt Sorunuyla sınırlı bir öneri olarak değil, genel bir sistem veya model önerisi olarak ele alıyoruz. Türkiye’de toplumun kendi anayasasını, kendi sözleşmesini yaptığı bir dönem hiç yaşanmadı. Yeni bir başlangıç iradesine en uygun yöntemin “kurucu meclis modeli” olduğunu düşünüyorum’’

1- Sancar’ın ortaya koyduğu düzen- karşıtı anlayış ve bu çerçevede genel ve yerel boyutuyla ‘’halkçı bir yönetim’’ inşası olarak demokrasiyi ele alması ileri bir adımdır. Ertuğrul Kürkçü’nün hararetli bir tartışma için ‘yanıcı maddeyi’ sağlayan bu tespitlerin tartışılmamasını, Marx’ın Kapital’in tartışılmamasına ilişkin söylediği ‘’susuş komplosu’’yla kıyaslaması mübalağa olabilir ama özünde doğrudur. (2) Fakat bırakalım ‘uzman-gazeteci kalabalığını’, solun kendi içinde bile üretilen fikirlere karşı böyle bir yoksayma, susma anlayışı yerleşik değil midir?

***

Bu yazıda, Sancar’ın HDP Eş genel başkanı olarak gündeme getirmiş olmasını olumlu karşılamakla birlikte, Kurucu Meclisi sadece bir anayasa yapım yöntemi olarak değil, bir politik stratejinin hem taktik bir aracı hem de kurucu bir iradenin biçimi olarak ele alıyorum.

TARİH MÜMKÜN-OLAN İÇİN VERİLEN KAVGA İLE YAPILIR

CHP lideri her fırsatta ‘devlet yönetilemiyor, savruluyor, dostlarımızla biz daha iyi yönetiriz’ diyor. Mücadele hattını bu tespit üzerine kuruyor. Temmuz darbesi, 2017 referandumu, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle siyasal düzeyde baş gösteren, ekonomik çöküşle derinleşen ve şimdi toplumsal çürümeye doğru giden çok katlı bir kriz var. Sosyalist sol açısından, ‘hayır, mesele daha iyi yada daha kötü yönetmek değildir’ diyememek, egemenlik sisteminde, devlette ve toplumda depreme yol açan böyle bir kriz karşısında ve tehlike kadar
imkanı da içermesine karşın devrimci durum tespitlerini hatırlamamak büyük bir çelişkidir. Durum analizleri yapılıyor ama yetmez. Marksist düşünür Ernst Bloch’un söylediği gibi, ‘’verili koşulların analizi bir görüş sahası sunar, ancak ufku sınırlayıcı bir ufuktur. Fakat bununla birlikte, imkan dahilinde olanın araştırılması ise Mümkün Olan’a gider’’. Tarih işte bu somut imkanları fiilileştirmek için, ya da Mümkün-olan için verilen kavga ile yapılır.

‘Başka bir dünya mümkün’. Evet, ama böyle bir dünya ancak biz onu kurmaya karar verip harekete geçersek, mümkün olanı gerçekleştirecek alternatifi, araçları, eylemi ortaya koyarsak mümkün. Topluma kurtuluş ve yeniden-kuruluş alternatifi sunmak, verili durumda eşitlikçi- laik demokratik halk cumhuriyetini somut bir alternatif haline getirmek.. Onların 2023 hedefinin, Birleşik İslam Devletleri adı altında kurulmak istenen ortaçağ kalesinin karşısına tam da bunu koymalıyız.

Bu noktada öznel iradenin, yani sosyalist, sosyal demokrat, ilerici, yurtsever, eşitlikçi-özgürlükçü bir cumhuriyetten yana olan politik öncülerin atacağı adımlar, tarihin akış yönünü belirleyecek. Özcesi, asıl mesele, öznel iradenin ortaya çıkmasıdır.

EGEMEN PARADİGMADAN KOPMAK

‘Gezi İsyanı’nın birinci yıldönümünde şu analizi yapmıştım: ’Geziden önce, genel olarak, toplumda var olan çelişkiler, eski anlayışların, çatışan paradigmaların baskısı altındaydı. 1 katı-determinist modernizm ve 2 Modernizmin özgürlükçü içerimlerini topyekün reddeden siyasal islam. İlki genel olarak iflas etmişti, 2.sı o iflası sömürerek, geçmişe dönük bir ütopyanın (asr-ı saadet’in) tahrifi üzerinden küresel kapitalizme eklemlenerek kendini kurdu.. Modernizmin özgürlükçü içerimlerini tümüyle yadsırken, onun (genel olarak kemalizm diye ifade edilen) pozitivist aklının baskıcı yönlerine –liberalleri yedekleyerek- direniş potansiyellerini ve eğilimini kullandı. Haziran direnişi işte bu iki paradigmanın sonunu getirdi. Sonunu getirirken 3.cu bir paradigmanın, alternatifin ipuçlarını da ortaya koydu. Kökleri modernizmde ama onun ufkunu aşan bir paradigmanın. İnsanın doğa ile uyum içinde özgürleşmesidir bu.’’

3- Erdoğan ve AKP, Gezi isyanının bu potansiyelini karşı- paradigma olarak fark etti ki, ‘sosyal- kültürel alan üzerinde hakimiyet kuramadık’ özeleştirisi ile birlikte hala bu farkındalıkla gezi korkusunu dile getiriyor. Gerçek şudur ki, AKP’yi iktidarda tutan iç ve dış dinamikler arasındaki uyum, 2013’ten, yani Gezi direnişinden itibaren hızla bozulmuştur. Ama solun, genel olarak, eş düzeyde bir farkındalıkla bir hareket tarzı geliştirdiğine dair henüz ortada kayda değer bir belirti yok.. Oyun Erdoğan ve Cumhur ittifakının belirlediği sahada oynanıyor. Sahanın dışına çıkılmışsa da, bu, sel ve yangın felaketlerinin, (Peker ve Bayraktar örnekleri gibi) içerden çözülmelerin sayesinde oluyor. Paradigma değişimi devrimci bir sıçramayı içerir. Marx ya da Lenin’e değil, bir bilim felsefecisine müracaat edelim. Thomas Khun bilimsel devrimlerle siyasal devrimler arasında koşutluk kurarak şöyle der: ‘’gerek siyasi gerek bilimsel gelişmede devrimin önkoşulu,
düzenin bunalıma varan ölçüde işlerliğini yitirdiğini haber veren belirtilerin algılanmasıdır.’’

4- Ancak bu algılama, salt algılama olarak kalırsa, bu durumda siyaset, konjonktürün sadece tehlike boyutuna tepki olarak kendisini dışa vurabilir. Oysa devrimci siyaset, tehlikeyi algıladığı kadar, imkanı da kavramalı ve alternatif bir formülasyon ortaya koymalıdır. Bugün bir halk devrimi stratejisi izlemeden ne demokratik bir anayasa yapılabilir, ne de demokrasi kazanılır.

ANAYASA ve KURUCU MECLİS

Anayasalar devrim ve karşı-devrimlerin sonucu ya da derin siyasal kriz dönemlerinde gündeme geliyor.. Yeni bir sınıf egemenliğinin siyasi ve ideolojik örgütü AKP varolan demokrasiyi kullanarak iktidar oldu; iktidarını bir postmodern karşı-devrim süreci olarak sürdürdü. Gezi isyanı ile birlikte, egemenliğini, anayasa ve yasaları çiğneyerek yürütmeye başladı. Şimdi geldikleri nokta bu karşı-devrimi, dolayısıyla yeni sınıf
egemenliğini güvence altına alma aşamasıdır. Yani Cumhur İttifakı’nın anayasa hazırlığı siyasal-İslamcı bir rejime anayasal kılıf geçirmek içindir. Dolayısıyla, buna herhangi bir şekilde angaje olmak, ona hizmet eder.

Türkiye’nin idari yapısı zaten demokrasinin gelişmesine izin vermeyen merkeziyetçi bir yapıdaydı. Kürt sorunu onu değişmeye zorlayan en başat etken oldu. Başkanlık sisteminin uygulanmasıyla da mutlakiyetçi bir karakter kazandı.. Faşist rejim, eski burjuva ve toplum ve devlet düzenini alttan oyarak felç etti. Düzeni ayakta tutan fiilen Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denen tek-adam yönetimidir. Bu düzeni yıkıp demokratik cumhuriyeti kuracak toplumsal ve siyasal güçler yeni bir toplum sözleşmesine, dolayısıyla yeni bir anayasaya ihtiyaç duyacaklardır.. Ancak bunu kurucu bir irade yapar.. Yani Kurucu Meclis yapar. Şu anki parlamento böyle bir anayasa yapamaz, bu koşullarda olası yeni bir erken seçimle gelecek bir parlamento da yapamaz.

KURUCU MECLİS VE GEÇİŞ TALEPLERİ

Soyut bir ‘devrim’ lafı ile yola çıkalım demiyorum elbette. Demokratik Cumhuriyeti hedefliyorsak, bu, halk devrimi stratejisi içinde kurucu bir iradeyi gerektirir ve bu da Kurucu Meclis olabilir. Halk sınıflarının temsilcilerinden oluşan, dolayısıyla, aşağıdan yukarıya doğru kurulan bir meclis. Mahallelerde demokratik savunma / direniş komitelerinden halk meclislerine yükselen bir örgütlenme. Bugünkü koşullarda, Kurucu Meclis sloganıyla demokratik bir cumhuriyet için kitleleri seferber etmek mümkündür. Cephe örgütlenmesi böyle bir somut amaçla tanımlandığı zaman hız ve anlam kazanır. Çünkü salt zorunluluğun bilinciyle değil, Mümkün olan’ın bilinciyle örgütlenecektir. Kitlelere somut bir hedef gösterecektir. Mümkün olanın bilinci ve pratiği ise süreci devrimcileştirir.

Esas olarak sol, sosyalist ve demokrat hareketlerin öncelikli inisiyatif alması gereken cephe örgütlenmesi, şartlara göre, Kurucu Meclis sloganını kitle seferberliğine dayalı halk devrimi için bir taktik olarak savunmayı elden bırakmaksızın, bu Meclis’in, barajların ortadan kaldırıldığı, eşit propaganda imkanlarının sağlandığı parlamenter bir seçimle oluşturulması da bir seçenektir. Bu şekilde seçilecek temsilciler, toplumun temel sorunlarını demokratik, laik, sosyal, eşitlikçi bir cumhuriyetin kurumlarını oluşturmak ve devleti buna göre eril karakterinden de arındırılıp biçimlendirmek göreviyle yüklü Kurucu Meclisi oluşturur. Bu meclisin yapacağı anayasa ile Demokratik Cumhuriyetin ana sütunları belirlenir. Meclisin içinden nisbi temsile göre belirlenecek devrimci geçici hükümet, Kurucu meclisin kararların hayata geçirir. Yani kitleleri seferber ederek referandumla yetkilendirilecek bir Kurucu Meclis, salt bir anayasa yapımını değil, radikal tedbirleri alacak, halkın, emekçilerin, kadınların acil taleplerini gerçekleştirecek bir hükümeti de içermelidir.

Bu nedenle, demokratik bir cumhuriyet için Kurucu Meclis sloganı, cephenin ön koşulu olan demokratik ve anti-kapitalist içerikli bir geçiş programı’na dayanmalıdır. Yani geçiş programı, cephenin önkoşuludur. Siyasi hareketlerin anlaşma zemini budur. Bu programın ana talepleri şunlar olabilir:

1) İşlenen suçlar nedeniyle Erdoğan rejiminden yargı önünde hesap sorulması; ailesi ve avanesinin edindiği servetin soruşturulması;

2) işgal edilen Suriye topraklarından derhal çekilinmesi; bütün katliamların ve siyasi cinayetlerin hesabının sorulması;

3) Kürt sorununun demokratik ve eşitlikçi çözümü, koruculuğun kaldırılması;

4) bütün inanç biçimlerinin eşitliğini sağlayan özgürlükçü laiklik; 5) parasız-bilimsel eğitim ve akademik özerklik;

6) sendikal örgütlenme ve grev özgürlüğü, haftalık çalışma süresinin 35 saate indirilmesi; özelleştirilen kamu işletmelerinin yeniden kamu ve çalışanların denetimine verilmesi;

7) soygun-yolsuzluk-mafyatik düzen ve rüşvet çarkı içinde edinilen sermayenin
kamulaştırılması;

8) kadına yönelik şiddeti ortadan kaldıran ve özgürlüğünü geliştiren
politikalar;

9) doğa ve çevrenin sermayenin tahakkümünden ve tahribinden korunması,
yasadışı olarak işgal edilen SİT alanlarının geri alınması;

10) seçim barajlarının tümüyle
kaldırılması;

11) MİT ve Özel Harekat gibi bütün devlet aygıtlarının suça bulaşan
unsurlarının cezalandırılması, bu örgütlerin demokratik denetime açılması;

12) islamcılaştırılan ordunun demokratik bir halk ordusu anlayışı ile yeniden inşa edilmesi;

13) sığınmacı ve göçmenlerin uluslararası hukuk çerçevesinde haklarının tanınması;

14) bütün devlet aygıtlarının emekçi sınıfların çıkarlarıyla uyumlu demokratik yeniden inşası;

15) bağımsız ve adil yargı;

16) gericiliği örgütleyen Diyanet’in kapatılması;

17) iç savaş tehlikesine, cihadçı-paramiliter örgütlere karşı halkın güvenliği için demokratik savunma
komitelerinin kurulması..

KÜRT HAREKETİ ve HDP

Ulusal demokratik Kürt hareketi uzun bir zamandır demokratik özerklik-demokratik cumhuriyet formülasyonunu savundu.. HDP bu formülasyonu içererek, ilerici kürt hareketi ile, demokrat müslümanlarla, ilerici Alevilerle, sosyalistlerle ittifak temelinde bir Türkiye partisi olarak kuruldu. İçerisinde beş sol parti var. Bu yapısıyla bir cephe örgütüdür. Partinin kapatılmak istenmesinin arkasında HDP’nin hala bir cephe mayası taşıyor olması var.

Egemen güçler açısından emekçilerle kürt halkı arasındaki ittifakın kuvveden fiile geçmiş olma hali bile kurulu düzen için başat bir tehdittir. 2015 seçimlerinden buyana bu tehdit algılamasıyla saldırılarını artırarak sürdürüyorlar. HDP’nin kuruluş yöntemi, işleyiş tarzı veya karar alma süreçlerindeki yöntemi ve politik perspektifi eleştirilebilir. Ancak bu eleştiriler, bugün yeni bir politik yaklaşımla 3.cü cephe olarak onun yeniden-kuruluşuna yol gösterme ve demokratik cumhuriyetin bileşenlerini tanımlayarak bir strateji belirleme sorumluluğunu içermelidir. Kürt sorununun çözümü için de Kürt hareketi dışında demokratik modernite kavramıyla en az sorunlu olanlarla, yani cumhuriyetçi, laik, kemalist, atatürkçü, sosyal demokrat ve hatta demokrat müslümanlarla ittifak politikası izlemek gerekiyor. Ki bu kesimler çoğunlukla küçük-burjuva tabakalardır.

Bütün bu kesimlerin talepleriyle kürt halkının özgürlük talebi eşdeğerli kılınmalıdır. Cephe politikasının esası budur. Sadece sosyalistlerle sınırlı bir ittifak algısını kırmak gerekir. Bu kesimleri (özellikle 60’larda olduğundan daha geri bir durumda olsalar da -kemalistleri) geçmişle bağları üzerinden değil, bugünkü varoluş biçimleriyle değerlendirmek gerekir. Tarihsel gerçekler ders çıkarılması için önemli. Ancak gelecek tasavvuru geçmişin gölgesinde olamaz.

DEVRİM VE KARŞI-DEVRİM DÖNEMLERİNDE KURUCU MECLİSLER

Kurucu Meclis deneyi, içerikleri farklı olsa da, geçici bir biçim olarak, hem sosyalizmin tarihinde, hem de Cumhuriyetin kuruluşunda var. I. TBMM bir kurucu Meclistir. Komünistler, Rusya’da Çarlık rejimi koşullarında somut duruma denk gelen başka taleplerin yansıra kurucu meclis talebini de yükselttiler. Bu, o sırada ülkenin somut koşullarını (yani gerçek seçimlerin ve parlamentonun olmaması) yansıtan burjuva demokratik bir talepti. O günün devrimci Marksistleri, devrimci mücadelede en geniş halk katmanlarını –yalnızca işçileri değil, köylüleri ve küçük-burjuvaziyi de– harekete geçirmek için, mevcut duruma uygun oldukları ve bir ilerici içerik taşıdıkları ölçüde, demokratik talepleri kullanmaktan kaçınmadılar. Elbette ki devrimin temel dayanağı sovyet örgütlenmesiydi ama Çarlık Rusya’sının somut koşulları altında kurucu meclis talebi en geniş halk katmanlarını ayağa kaldırmaya ve çarlık otokrasisine karşı olanca gücüyle mücadele etmek üzere harekete geçirmeye yardımcı olduğu tarihsel bir olgudur.

Ülkemizde toplumun ileriye doğru dönüşümü çerçevesinde iki önemli örnek var., 23 Nisan 1920’de toplanan ve Kurtuluş Savaşını yürüten 1 Meclis ve 27 Mayıs’ın Kurucu Meclisi.. İkincisi Anayasa yapmakla sınırlanmıştı. 1 Meclis ise, kurtuluş savaşını yönettiği gibi, yeni devletin temellerini de attı. 1921 Anayasası (Teşkilat-ı Esasiye), Türküyle, Kürdüyle, Çerkeziyle, Alevisi ve Sünnisiyle bütün halk sınıflarının ve onların siyasi temsilcilerinin konsensüsü ile yapıldı. Bu mecliste, sol kanat vekillerin oluşturduğu Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası, reformcular, ittihatçılar, Halk Zümresi gibi gruplar vardı. Meclis, Yasama, yürütme ve yargı işlevlerini yüklendi. Hükümet başkanı aynı zamanda meclis başkanıydı. Bakanlar da meclisten seçiliyordu. Bir başka deyişle hem yasama hem yürütme yetkisine sahipti. Açılıştan bir gün önce Mustafa Kemal meclise Meclis-i Müessesan (Kurucu Meclis) adını önermişti. Ama Kazım Karabekir ve diğer arkadaşları, bunu işgalcilerin ve saltanatın istismar edebileceğini ileri sürerek kabul etmediler. Fakat M. Kemal yine de Kurucu Meclis özelliğini ‘’olağanüstü yetkilere sahip meclis ifadesi’’ ile dile getirdi.

Bu modelin esin kaynağı 1789’da patlak veren Fransız İhtilali’nin 1791 anayasasının askıya alınmasından sonraki ikinci aşamasında 1792’de yeni bir anayasa için seçilen Ulusal Konvansiyon’du (Kurucu Meclis). Konvansiyon devrim meclis olarak çaılışmış ve ilk iş olarak kralın ülkeyi yönetme yetkisine son vermek ve cumhuriyeti ilan etmek olmuştu. O da hem yasama hem de yürütme yetkilerini elinde toplamıştı.

KURUCU MECLİS ve CEPHE

Kurucu Meclisi, emekçi sınıf ve diğer halk katmanlarının oluşturduğu yerel halk meclislerinin ulusal kongresi olarak düşünmek gerekir. Daha doğrusu bu meclisler, hem özyönetim karakteri, hem de Paris Komününden bu yana emekçi sınıfın geliştirdiği örgütlenme biçimleri
ile özdeş oldukları için Kurucu Meclise temel teşkil edebilirler.. Kitleler bu özdeş biçimlerin nüvelerini Gezi direnişinde forumlar olarak, komün olarak pratik mücadele içinde özdeneyim olarak da yaşadı. Kürt halkı, bu meclis örgütlenmelerinin içinde direnişini sürdürdü.
Bu meclislerin birleştiği düzey ve emekçi kitlelerin tam demokrasiye ulaşma hedefinin devrimci-kolektif iradesi de, bu tarihsel aşamada, anti faşist halk cephesi olabilir. Halk sınıflarının oluşturduğu bir cephe, halk devriminin kesintisizliğinin / sürekliliğinin de
güvencesi olur. Bu irade, mücadele eden diğer sınıfların kendi özgül örgütlenmelerini yaratmalarını kamçılayacak ve onların siyasi hareketlerini halkın talepleriyle daha uzlaşır temsilciler seçmeye zorlayacaktır. Somut durumda Millet İttifakını daha demokratik çizgiye çekmekte ya da onların mevcut rejimi restore etmek veya belirsiz bir parlamenter demokrasi anlayışlarının içyüzünü ortaya
koymakta basınç oluşturacaktır.

Elbetteki bu kesintisizliğin asıl güvencesi, bir yandan emek cephesinin yaratılmasıdır. Emek cephesinin yer almadığı devrimci bir süreç, ne demokratik cumhuriyete, ne de emekçi sınıfın demokrasisine giden yolu açar. Üstelik, tarih, emekçi sınıfın gücü örgütlenip toplumu değiştirmek üzere harekete geçirildiğinde, en güçlü devlet aygıtının bile bu örgütlü güç karşısında direnemediğini gösterir. Emekçi sınıfın elinde muazzam bir güç vardır. Çalışanlar izin vermedikçe, tek bir ampul yanmaz, tek bir çark dönmez, tek bir uçak uçmaz.. O yüzden işçi sınıfının politik birliğini, emek cephesi formuyla örgütlemek kaçınılmazdır. Sosyalistlerin asıl birincil görevi budur. Bu birliğe şu veya bu gerekçeyle yanaşmayanlar, kendi grup çıkarlarını öne alanlar, sıfatları komünist de olsa gericidirler. Çünkü faşizme karşı işçi
sınıfının politik birliğini inşa etmeye engel olarak, aslında faşizme hizmet etmiş olurlar. Yerel Halk Meclisleri işçi sınıfının politik örgütlenmesinde önemli bir kaldıraç olabilir. Toplumun yoksul ve ezilen kesimleriyle işçi sınıfı arasındaki ittifak bu meclisler vasıtasıyla
hayata geçirilebilir. Halk iktidarının nüveleri de bu meclislerdir. Emek cephesinin temel bir bileşen olduğu güçlü yerel meclisler devrimin sürekliliğine imkan veren örgütlenmelerdir. İşte bu bakımdan söz konusu gericiliği mahkum etmek yaşamsal önemdedir.

SONUÇ

1-Kurucu Meclis, farklı koşullarda farklı bir içerik ve anlam taşır. Nisbi demokratik koşullarda, mesela Şili’de, demokratik, eşitlikçi bir anayasa için halk hareketi sağcı başkanı Kurucu Meclisi referanduma sunmak zorunda bıraktı. Başkan Piñera’nın polisi ve
askeri işçilere ve halka karşı sokağa sürmesi, binlerce eylemciyi tutsak alması, öncülere davalar açması, paramiliter çeteleri silahlandırarak iktidarını mafyatik girişimlerle sürdürmeye çalışması sonuç vermedi.Temmuz ayında 78 erkek ve 77 kadın Kurucu Meclis üyesi seçildi.

2-Öte yandan, 2001’deki Arjantin halk ayaklanması sürecinde Kurucu Meclis gündeme gelmişse de, devrimci marksistler anti-kapitalist bir örgütlenme olarak Halk Meclislerini alternatif olarak savundular. Bugün bizde 2001’in Arjantin durumu yok; mafyalaşmış faşist bir rejim var. Bu nedenle, böyle bir rejimin cenderesindeki bir ülkede Kurucu Meclis, sadece bir anayasa yapım yöntemi olamaz. Ülkenin ve toplumun yeniden- kuruluşa ihtiyacı var ve Kurucu Meclis, bu yeniden kuruluş için Kurucu irade olarak rol oynamalıdır. Evet, tıpkı Kurtuluş savaşındaki I. Meclis gibi. Ama yeni ve eşitlikçi demokratik bir cumhuriyet kurmak için.

3-Yukarıda HDP’yi bir cephe örgütlenmesi olarak tanımladım. Bu bir gerçeklik ve aynı zamanda imkandır. Yapılması gereken, partiyi daha geniş bir cephe örgütlenmesine dönüştürmek ve cephe birliğini sağlayacak daha demokratik işlerliğe kavuşturmaktır. Ve tabii sosyo-ekonomik kimlikler, sınıfsal çıkarlar üzerinden bir siyaset tarzını öncelemektir. Ortak bir kimlik olarak, HDP ve bileşeni olmayan sol-sosyalist parti ve örgütler ve kürdistani partiler Halk Cephesi ya da (Millet İttifakı modelinde) Halk İttifakı adı altında birleşebilir, birleşmelidir. Bu ittfakla seçime gidilmelidir.

4-Erdoğan-Bahçeli faşizminin, rejimlerini sürdürebilmek için her yola, provokasyona, şiddete, Temmuz darbesi gibi tertiplere başvurma ihtimali yüksektir. Hatta sömürgeci bir politikayla, yol-okul, hastane yaptıkları, altyapı hizmeti götürdükleri, elektriğini Türkiye’den verdikleri cihatçı-terörist yuvası İdlib’i ve hatta Afrin’i ilhak edebilirler. Diyanet başkanının fiilen Şeyhülislam mertebesine yükseltilmesi, selama merhabaya kadar cemaat ve tarikatlarla kol kola hayatın her alanına sunni-selefi söylemleri taşıyarak ideolojik hegemonyalarını genişletme çabası olduğu kadar, dinci-laik, alevi-sunni çatışmasını kışkırtmaya yönelik olduğu da tartışma götürmez.

Ancak tehlikeleri dikkate alarak ve Kurucu Meclis şiarı ile Halk İttifakının en kısa sürede kurulması, hem HDP’yi kapatma girişimini berhava edecek hem de kitlelere umut ve cesaret verecektir.

  • Kurucu Meclis İle ilgi ilgili ilk yazıyı 2016’da temmuz darbesinin hemen ertesinde
    yazmıştım. Öneri olarak da, 2017’de HDP eş genel başkan yardımcısı İşyar Özsoy’a verdim.
    Bu yazı, temel argümanlarını koruyarak öncekinin güncelleştirilmiş halidir.

 

Önceki yazı:
https://www.politez1.com/detail/-/7137/efendisiz-vesayetsiz-demokratik-cumhuriyet-icin-kurucu-meclis

1.https://www.indyturk.com/node/407621/r%C3%B6portaj/yeni-ba%C5%9Flang%C4%B1% C3%A7-i%C3%A7in-kurucu-meclis
2 https://siyasihaber6.org/hdp-seviyeyi-yukseltirken
3 /http://www.politez.com/detail/-/4294/gezi-isyani-turkiyenin-1905idir
4.Thomas S. Khun, Bilimsel Devrimlerin Yapısı, s.105 Alan y. 1982