Türkiye’nin birbirine misafir olduğu, aynı anda karşısında oturduğu ve aynı anda heyecanlandığı tek ekrandı. O günler bir dönemin hafızasında yaşamaya devam ediyor. Çünkü bir gün son kez İstiklal Marşı’yla kapandı. 1990’dan itibaren kanal sayısı artınca 24 saat yayına başladı. Kamu hizmeti yayıncılığı anlayışıyla kurulan TRT günümüzde bu anlayışının sorgulanmasıyla gündemde. 


Bünyesinde yayınlanan dizinin başrol oyuncusu Aybüke Pusat’ın tüketim boykotuna destek vermesi nedeniyle işten atılması, zihinlerde şu sorunun yankılanmasına neden oldu: Kamu hizmeti anlayışını taşıdığı belirten TRT, neye hizmet ediyor?
Basına da defalarca yansıdığı üzere gelir kaynağının büyük ölçüde vergilere dayandığı biliniyor. Yayınladığı son faaliyet raporu 2023 yılına ait ve sanki eleştirilere yanıt verme ihtiyacıyla paylaşılmış gibi: “Reklam gelirimizi %70 artırdık” deniliyor. Oysa bu veri, bandrol gelirinin %130 artmasının üstünü örtmüyor. Üstelik 2016 yılından sonraki raporlarında Mustafa Kemal Atatürk’ün basınla ilgili demeçlerine yer vermeyi de bıraktığı görülüyor. Bunun nedenini 2018 yılında TRT’nin Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’na bağlanmasında aramak yanlış olmayacaktır.


Otoriteye Meşruiyet Sağlıyor
Kamu hizmeti yayıncılığı 1961 Anayasasıyla hayatımıza girdi. Sosyal devlet ilkesi gereği da halkın eşit biçimde bilgiye, kültüre, sanata erişebilmesi sağlanacaktı. TRT, özerk ve tarafsız bir kurum olarak 1 Mayıs 1964’te kuruldu. 12 Mart’la tarafsızlığı törpülendi. 12 Eylül’de ne özerklik ne de tarafsızlık kaldı. Mevcut iktidar dönemindeyse otoritenin propaganda yayınına dönüştü. 
Kimi dizisiyle bizleri 1968 yılına götürerek, Milli Türk Talebe Birliği’nin mücadelesi üzerinden güncel siyasete yanıt üretiyor. Yerli ve Milli olmayanın sınırlarını çiziyor. Dış mihrakların maşası solcuları anlatarak hâkim otoriter zihniyetin fantezisinde dolaşıyor. Aybüke Pusat’ın başrolü olduğu dizi de en çok vurgulanan askeri yatırımlara parmak basarak, iç ve dış mihraklarla nasıl başa çıkıldığının alt metnini taşıyor. Tek partili dönemi ve onun tarihsel sürecini ifade eden “cehape zihniyetini” kötülemeden, Cumhuriyet Devrimine duydukları kin ve rövanş duygusu olmadan zihniyetlerini yaratamadıkları için, söz konusu senaryolarla tarihi çarpıtmalar üzerinden, kendi varlıklarını haklılaştırma ihtiyaçları var. 

Halkın Ortak Penceresi
Fakat nostaljiden öteye geçmeyen Osmanlı dönemine veya Menderes’e atıfta bulunmak dışında, Türkiye’ye yeni bir ufuk kazandırabilecek hedefleri yok. Sadece kapitalizmle kurdukları ilişki üzerinden hegemonya kurabiliyorlar. İşte bu noktada halk, tüketim boykotuna başlayınca otoritenin hegemonyasına çomak sokmayı başarıyor. Bu yüzden iktidar çok sert bir tavırla karşı çıkıyor. Mantığa sığmayacak biçimde ülke yurttaşlarını yerli ve milli olanın dışında tutmaya kalkıyor. Eyleme destek verenleri işten çıkararak, savcılığın soruşturmasına konu ederek diz çöktürmeye çalışıyor.

Oysa şunu anlamaları gerekiyor: TRT ve diğer yandaş kanallar üzerinden yankılanan, iktidarın yaratmak istediği dil, halkın ortak penceresinden görülen manzarayla uyuşmuyor. Öncelikle din tüccarlığı kokusu buram buram yayılıyor. Arkasından düşmanlık, yalancılık, düzenbazlık… Tarihi çarpıtmalar halkı aptal yerine koymaktan öteye geçmiyor. Sarayın penceresinde kin ve düşmanlık varken, halkın penceresinde barışı ve kardeşliği büyütmek var. Sarayın penceresinde rövanş duygusuyla yıkım anlayışı varken halkın penceresinde yaşatmak; Cumhuriyeti ileri taşımak var.