Gazeteci Fügen Ünal Şen ile İstanbul’un işgal günlerini anlattığı, 1918 -1923 yılları arasında İstanbul’da yaşayanların hikayesi olarak kurgulanmış romanı Tut Elimden İstanbul’u konuştuk.
“Uzun zamandır bir soru soruyordum kendime, ‘O gün neler yaşandı?’ Bu kitap o güne yolculuk aslında. Ve fakat “o gün” dediğim sadece tek bir gün değil. İşgalin yaşandığı o zalim beş yılın içinde saklanmış altı gün. Tut Elimden İstanbul okuru, birbiriyle harmanlanmış o altı günü, yaklaşık beş yıl işgal altında yaşamış bir İstanbullu gibi, İstanbul’da yaşasın istedim. Örneğin işgal gemilerinin Boğaz’a demirlediği sabahta uyansın, Sultanahmet’teki mitinge katılsın. Anadolu’ya gönderilecek cephane yüklü sandığa omuz verebilsin, Şehzadebaşı baskınına şahit olsun. Rum çetecilerle Pera’da burun buruna gelsin ve kurtuluş günü, Galata Köprüsü’ndeki kalabalığa katsın kendini.” Yeni romanı Tut Elimden İstanbul’u anlatmaya bu cümlelerle başlıyor Fügen Ünal Şen. Önceki romanı Bir Avuç Mazi’de mübadil ailesinin geliş öyküsünü dönemin tarihsel gelişmeleri ile anlatan Fügen Ünal Şen yeni romanı Tut Elimden İstanbul ile okuru bir kez daha zamanda yolculuğa çıkarıyor. Bu defa işgal günlerini yaşayan İstanbul’da buluyoruz kendimizi. O halde soralım, “Neden yine 100 yıl öncesindeyiz?” “Çok klasik bir cümledir; ‘bugünü anlamak için geçmişi iyi bilmek gerek’ denir. Ben kendime borcumu ödemek için zamanda yolculuk yapmayı seçiyorum. Okul kitaplarında bir kaç cümle ile geçiştirilen kimi olaylar, yaşanan dönemler var ki; daha fazla bilinmeyi, anlaşılmayı çoktan hak ediyor.” Önceki romanınızda mübadele günlerini yaşamıştık. Bu kez işgal günlerine gidiyoruz. Okur ne bulacak Tut Elimden İstanbul’da? Kendisini o günlerde hissetsin bana yeter. İşgal edilmiş şehrin sokaklarını, yoksunluklarını, şiddetini, karmaşasını yaşasın. Yine de biraz daha ipucu verseniz… Tut Elimden İstanbul bir dönem kitabı. 1918-1923 yılları arasında İstanbul’da geçiyor. O yıllarda yaşanan her gün, her an, her alınan karar, atılan adım çok çok değerli… Tarih kitaplarında ya da yazılan çok değerli romanlarda, tutulan günlüklerde, akademik araştırmalarda o günlerin atmosferini hissetmek, olup biteni kavramak mümkün. Daha önce yazılmamış, anlatılmamış bir dönem değil elbette işgal günleri… Ben kendi kahramanlarımla, kendi kurgumla, duygularımla yazdım Tut Elimden İstanbul’u. O yaklaşık beş yıl süren işgal döneminden kimi günleri seçtim. Biliyorsunuz geçtiğimiz yıl işgalden kurtuluşun 100. yılını kutladık.Ama yeterince değerini bildik mi? İşte buna yanıt verirken canım yanar benim. O değeri vermediğimizi düşünürüm. Anlamak ve verilen mücadeleyi içimizde hissetmek için belki de o günleri yaşamak gerek; işte Tut Elimden İstanbul’da okur tam da işgal günlerinin içinde soluk alıyor. Kitabı okuyup bitirdiğinde ‘Neler, neler yaşanmış…’ dese benim için yeterli. Tut Elimden İstanbul’da altı kahraman var. Neden altı? İstanbul 6 Ekim 1923’te özgülüğüne kavuştu. o nedenle altı kahramanın tanıklık ettiği altı gün. Ama elbette bu altı günü o koskoca beş yılda olup bitenlerle yaşıyoruz. Hangi 6 günden söz ediyoruz? Biliyorsunuz Mondros Mütarekesi sonrası İngilizler şehre yerleşiyor. İşgal değil gibi görünen ilk işgal, 13 Kasım 1918. Okur ilk satırlarda işte o gün İstanbul’da yaşananlara, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan savaş gemilerinin Marmara’yı kaplamasına, askerlerin sokaklara çıkmasına tanık oluyor. Sonrasını da okurun heyecanına bırakalım… Tut Elimden İstanbul’u yazış yolculuğunuz nasıldı? Ne tür araştırmalar yaptınız? Elbette çokça okuma yaptım. Dönemin tanıklarının yazdıkları çok değerli destekti bana. O günlerin hayatını ön planda tutmak istedim, insanını. Tarih dersi gibi bir anlatım hiç bana göre değil. Duygular, iç konuşmalar, insan hikayeleri önceliğim. Bunu yaparken gerçekten sapmamak gerek elbette. O günlerde yaşananlardan seçip aldığım gerçek olaylar ve gerçek kişilere kendi kahramanlarımın eşlik ettiği bir roman çıktı ortaya. Romanda bugün pek de bilinmeyen mekanlardan da söz etmişsiniz. ‘İşgalin mekanları’ diyorum ben onlara. Aslında hep bizimle olan mekanlar ama onların işgal yıllarında oynadıkları rolü bilmeden yanlarından yürüyüp geçiyoruz. Mesela? Mesela bugün Galata Üniversitesi ve Beyoğlu Öğretmenevi olan binalar işgal günlerinde İngilizler tarafından istihbarat merkezi ve hapishane olarak kullanılan Krocker Otel idi. Ya da hergün yüzlerce turisti ağırlayan Galata Kulesi’nin seyir terasına İtalyanlar gözetleme kulübesi kondurmuşlardı. Ya da Bakırköy’deki Baruthane… Oradan Kuvvacılar baskınlar yaparak cephane çalmış, Anadolu’ya yollamışlardı. Bunların bilinmesini isterim işte, ve o mekanlara gidenlerin aklından o günlerdeki halleri de geçsin isterim. Detaylarla örülmüş roman. Yazıldı, basıldı ve okurla buluştu. Son bir şey söylemek isterseniz o ne olur? Sakarya Savaşı sürüyorken… Yunan güçlü bir ordu ile saldırıp neredeyse Ankara’ya yürümek üzereyken, İstanbul’daki Felah Grubuna bir telgraf geliyor. ‘Acele tel kesme makası lazımdır’ diye. O güçlü Yunan ordusuna direnebilme derdindeki Türk ordusu tel kesme makası istiyor düşünün. Topların kaması sökük, kama dökmek lazım. İstanbul’dan ve Anadolu’dan Eskişehir’e nargile marpuçlarındaki pirinçler sökülüp gönderiliyor, terzilerdeki gramlar… Bilmek gerek. Evet bu röportajdaki son sözüm bu olsun: bilmek gerek.
Kaynak: HABER MERKEZİ