Hürriyet Yaşar TELE1 için yazdı...
15-16 Haziran 1970 İşçi Yürüyüşü’nün 50. yıldönümündeyiz. Büyük olayların bir’den çok nedeni olur. Örneğin askeri darbelerin öncesinde, halkın katlanmak istemediği ağır devalüasyonlar, enflasyonlar vardır. Yine de darbeler, bu enflasyonların başka nedenleri de yaratmasını beklerler. 12 Mart 1971 darbesinin de bir’den çok nedeni varsa, en başta gelen bir iki nedeninden biri, 12 Mart Muhtırası’ndan bir yıl önceki 15-16 Haziran Büyük İşçi Yürüyüşü’dür. Şöyle: Büyük toplumsal kalkışmaların sonuç getirmesi, yani emekçi sınıfların hoşnutsuzluklarını yaratan iktidarın yerini onu sallayanların iktidarının alabilmesi için, süreci yürütecek siyasal örgüt gereklidir. 1959-60’ta Demokrat Parti iktidarını sallayan eylemlerin katılımcılarının, süreci yönetip iktidarı değiştirecek siyasal örgütleri yoktu. Fakat ordudaki bir siyasal örgütlenme, bir askeri müdahaleyle kararsızlığın ve belirsizliğin halkın kendi arayışının sonuçlarıyla giderilmesine izin vermedi. Toplumsal huzursuzlukların yarattığı kalkışmalara, kalkışmanın gereksindiği örgütün olup olmadığı açısından bakmayı deneyelim. Görünmeyen (arkadaki) gerçek iktidarlar, kalkışmayı bastırınca toplumsal işleyişe yeni bir çekidüzen verirler. Askeri olsun ya da olmasın, yukarıdan gelen bu sert dönüşümlerin hepsinin öncesinde, kendi istediği iktidarı kurabileceğini gösterecek ölçüde güçlü ama süreci yönetemeyecek derecede örgütsüz kalkışmalar görürüz. Bu kalkışmaları yaratan kitleler, ne istemediklerini bilirler ama “bir siyasal örgütün aşama aşama elde edeceği sonuçlar” anlamında neyi istediklerini bilmezler. Örneğin pahalılığı istemezler, ulusal gelirden kendilerine düşen paya razı değildirler… Böyle birçok ekonomik ya da siyasal istekleri/istemedikleri vardır. Ama süreci yönetip iktidar değişikliğine ulaşabilmek anlamında önlerinde bir tasarımları, -bu anlamda- uzun uzun uğraşarak başarmak istedikleri bir siyasal sonuç yoktur. Bu nedenle böyle eylemler… (Belki bu saptama coşumcu solcularımızı kızdıracak ama…) Siyasal-stratejik-taktik anlamda bilinçten yoksun, refleks niteliğinde eylemlerdir. Süreci sonuna değin (iktidarı alıncaya değin) yürütecek bir örgütü olmayan böyle refleks (kendiliğinden tepkisel) eylemlerin hiçbirinin sonunda, eylemcilerin istediği iktidar kurulmaz. Bu iktidar değişikliğini ille de ‘devrim’ anlamında söylemiyorum. Örneğin böyle örgütsüz eylemlerin en son benzeri 2013 Gezi Olaylarıdır. Devrimi amaçlayan eylemler değildiler ama yine de iktidarı hedef alan eylemlerdi. Oysa eylemcilerin, kitleleri hedefe/iktidara yürütecek bir örgütleri yoktu. İlk patlamanın ardından bir anda tüm yurda yayılan ve haftalarca süren alevlenmelerden sonra, parklardaki forum tartışmalarında azala azala duyulan son nabız atışlarıyla ayaklanma yavaş yavaş sönüp gitti. Katılımcılarının yıkabilme gücünü gösteren Gezi Eylemleri sonraki 15 Temmuz ters darbesine bu açıdan da bakılmazsa, 15 Temmuz da doğru yorumlanamaz. Aynı açıdan bakmayı sürdürürsek, 1979-80’de tüm silahlı faşist saldırılara karşın sosyalist solun gücünün çok yükselmişliğini, işçilerin-emekçilerin devrimi yapabilme gücünü gösteren o günlerin genel grevlerini, işçi-memur-öğrenci-öğretmen eylemlerini, direnişlerini anımsamamız gerekir. İktidar değişikliği yaratamayan, gerçekte doğru bir siyasal sonuç yaratacak (yıkıcı ve doğurucu, yani sonrası da tasarlanmış) amacı bulunmayan bu güç gösterileri, o günlerin örgüt enflasyonunda süreci yönetecek birleşik bir örgüt yaratamadı. Ama görünmeyen iktidara, dış patronlarıyla birlikte durumu değerlendirmesi olanağını ve zamanını sağladı. Bu işbirlikçi değerlendirmeden de –CIA istasyon şefinin “bizim çocuklar başardı” sözünü kendi emekçi halkımız açısından söylersek– “onların çocuklarının 12 Eylül Darbesi” çıktı. Aynı “öncesi-sonrası”, yani “sonuçsuz kalmış güç gösterisinden sonra iktidarın çekidüzen önlemleri” halkalanması, karşıdevrimin yürüyüşüne karşı Cumhuriyet Mitingleri ve ardından gelen Ergenekon-Balyoz kumpasları sürecinde de görülür. Arkasında büyük bir işçi kitlesiyle, tüm ülke halkının desteğini de yanına alarak Zonguldak’tan Ankara’ya yürüyüşünde görünmeyen/gerçek iktidarı ürküten Genel Maden İşçileri Sendikası Başkanı Şemsi Denizer’in saf dışı edilmesine de, bu “gücünü gösterip sonuca gitmeme” denklemi açısından da bakılmalıdır. Kalkışma var ama kalkışmayı siyasal sonuca götürecek örgüt yoksa, kalkışmanın karşısındaki hedef (iktidar), durumu değerlendirir. Kalkışmanın karşısında devrilmeden kurtulanın yapacağı en doğal şeydir bu. Karşıtının sonuçsuz kalmış güç gösterisinden, o gücü ölçmekte yararlanır. Sonra da gereğini yapar. Sonuna değin giderse karşıtını yok edebilecek boyutlarda olduğunu gösteren örgütsüz ve sonuçsuz güç gösterileri, gücün sahibinin etkisizleştirilmesi buyruğunu karşıtına kendisi hazırlatmış olur. Başka bir deyişle, iktidara ya da düzene karşı ayağa kalkan taraf, üzerine yürüdüğünü alaşağı etme gücünü gösterdiği halde sonuca gitmezse, –aralarındaki çelişki sürmekte olduğu için– kendi yok oluş fermanını imzalar. 15-16 Haziran Yürüyüşünün de öncesiyle-kendisiyle-sonrasıyla çözümlemesini yapmadan “şanlı, büyük, işçi, emekçi” v.b. sözcüklerle yiğitlemesini yapmakla yetinmek, olaylar zincirini irdeleyerek sonuç çıkarmayı unutup duygudaşlıkla yetinmektir. Örgütsüz kitleleri belki başka büyük-devrimci güç gösterilerine de özendirir ama kalkışmayı sonuca yürütecek örgüt yoksa, yeni on yıllar yitirtmekten başka işe yaramaz. Toplumsal kalkışmaların bir somut hedefi, bir de o hedefe yürütecek örgütü olmalıdır. O hedefin de ille devrim olması gerekmez, devrim yönünde olması yeterlidir.
Muhabir: Alp Yanardağ