Erdoğan Almanların yaklaşık 120 yıl önce yaptığının tersini yapmayı hedefliyor. Almanlar birinci dünya savaşından önce kuzeyden Bağdat’a ulaşmayı hedeflemiş böylece o dönemde İngilizlerin ve Fransızların petrol sömürüsüne ortak olmayı hedeflemişlerdi. Irak Petrol Şirketinin bir ortağı da (Anglo - Pers şirketi, Royal Dutch Shell ve Gülbenkyan ile birlikte) Deutsche Bank’tı. Birinci dünya savaşı sonrası Almanlar dışlandı ve Bağdat ile birlikte petrole ulaşma hayalleri son buldu.
Erdoğan şimdi tersinden yola çıkmayı planlıyor. Bağdat’tan başlayacak “Kalkınma Yolu” projesi ile İstanbul’a oradan da Avrupa’ya ulaşmak.
Önünde çok sayıda engel var. Ruslar da Kuzey - Güney koridoru (St. Petersburg - Tahran - Bender Abbas - Mumbai) oluşturmaya çalışıyor.
ABD de son G -20 zirvesinde Çin’in Kuşak - Yol projesine alternatif Hindistan yolunu önermişti.
Kalkınma Yolu hayata geçerse bölge için iyidir elbette. Yukarıdaki güzergahlar ile rekabet de hareket ve bereket getirir.
Ancak önünde çok sayıda engel var.
Bu engellerin ilki AKP’nin Ortadoğu - Arap dünyasına ve bölgesel meselelere yaklaşımı.
Arap Baharı adı verilen süreçte Erdoğan hiç de dostane icraatlara imza atmamıştı. O dönemin MIT başkanı, şimdinin Dışişleri Bakanı Hakan Fidan herkesten daha iyi bilir.
Suriye’nin emperyalist talan savaşında yenilmemesi, Müslüman Kardeşler terör örgütünün halk tarafından dışlanması, bölgede değişen koşullar yıllar sonra da olsa hükümetin aklını başına getirdi.
Getirdi getirmesine de tamiri çok zor zararlar var ortada.
En başta gelen zarar artık kimsenin Erdoğan ve ekibine güvenmemesi. Arap başkentleri artık her olumlu mesajın ardında bir hesap arıyor. “Kardeşim Esad’ın” başına neler geldiğini gördüler çünkü. Esad, gözü kapalı güvenmenin bedelini halkı ile birlikte ağır ödedi.
***
Erdoğan en son 12 yıl önce ziyaret etmişti Irak’ı. Bu ziyaret ise uzaklaşılan, küstrülen Ortadoğu coğrafyasına dönme çabaları içinde en önemli adımlardan biri sayılır.
Suudi Arabistan, Mısır ve BAE’den sonra normalleşmeye giriş adımları Irak ile taçlandırılabilirdi. Ancak ilk açıklamalara bakıldığında somut anlaşmaların yerini “komisyonlara havale edilmiş” bol bol mutabakat metni ve temennilerin aldığı görülüyor.
Türkiye’nin bu ziyaret öncesinde en büyük ve somut beklentisi beklentileri PKK’ya karşı iş birliği idi. Erdoğan’ın dönüş yolunda yaptığı açıklamalara bakılacak olursa bu başlık altında beklentilerin karşılandığı söylenemez.
PKK Irak tarafından “terör örgütü” olarak kabul edilmedi. Oysa Türkiye’nin daha önce Dışişleri “ağır” bir heyet ile yaptığı ziyaret (Fidan - Güler - Kalın) böyle bir beklenti doğurmuştu.
Somut olan şu: Irak şimdilik PKK’yı “istenmeyen örgüt” olarak kabul etmeye devam edecek gibi görünüyor.
Haşdi Şabi ve diğer yerel dinamikleri çok da ilgilendiren bir sorun değil PKK. Irak hükümeti de elbette tüm topraklarında hakimiyeti sağlamak ister ancak PKK sorunu diğer sorunlara göre kendilerinden uzak Türkiye’ye yakın. Bu nedenle Irak’ı da pratikte çok da ilgilendiren ya da en azından aciliyet kesmeden bir durum yok.
Yani Türkiye bu konuda yalnız hareket etmeye devam edecek gibi görünüyor.
Su konusu PKK’dan daha önemli (hale gelecek). Zaten geçmişte de problemdi, ama küresel kuraklık arttıkça iki ülke arasında asıl büyük sorun yaşanacak başlık su. Bu konuda iyi niyet açıklamalarının dışında ilerleme yok.
Bu iki başlıktan Türkiye PKK için, Ira ise su için şimdilik bekleyecek gibi görünüyor.
Somut işler, problemlerde ilerleme yok ancak ortak hayaller var: Kalkınma Yolu projesi mesela. Erdoğan 2010’da Schengen’den ilham ile “Shamgen” diyordu. Irak, Ürdün, Suriye ve Türkiye arasında gümrük birliği benzeri anlaşmaları kastediyordu. Ankara, Tahran, Bağdat, Şam, Beyrut, arasında kalkınma otoyolları inşa edilecekti. Bir nevi Avrupa Birliği yani. Ancak o yollar Ahmet Davutoğlu mühendisliği ve Recep Tayyip Erdoğan müteahhitliğinde mahvedildi.
Şimdi Kalkınma Yolu var.
PKK’ya karşı iş birliği ile ilgili adımlar atılmak istenmesinin sebeplerinden biri de bu. Irak kar - zarar hesabı yapacaktır elbet.
Erdoğan’ın 9 Mayıs ABD ziyareti olursa Irak ile nereye vardığımız daha net anlaşılacak. Bu iki ziyareti birbirinden ayırmamak birini diğerinin tamamlayıcısı olarak görmek mantıklı olabilir.
ABD’nin bölgede jandarma ihtiyacı devam ediyor. Türkiye ABD’nin bölgede yaşadığı ve daha da kötüleşeceği tahmin edilen zorluklara karşı bir teklifte bulunabilir mi? Biden’ın bunca sene sonra Erdoğan’ı davet etmesi sadece İsveç jesti ile açıklanabilir mi?
9 Mayıs sonrasını bekleyelim.