Doğan Göçmen

Felsefenin yaşamımızın anlamlı bir şekilde yaşanmasına hiç mi katkısı yoktur? İnsan düşüncesi ve eylemlerinin felsefi temellerine eğilerek, üç farklı düşünce biçimi ve bunlara uygun yaşam tarzını incelemek istiyorum: ampirik faydacılık, rasyonalizm ve diyalektik yaklaşım.

Ampirik faydacılık: Toplumumuzun büyük bir çoğunluğu salt ampirik düşünceyle hareket eder ve pragmatik, yani bir yaşam sürer. Bu yaklaşımda kararlar genellikle fayda kriterine dayanır; her eylemliliğe zorunlu olarak içkin olan etik boyut nadiren dikkate alınır. Deneyime dayalı faydacı düşüme biçimi, insanın bakışını daraltır, kendisinden başka kimseyi göremez duruma getirir. Bu, bireyi kaçınılmaz olarak çıkarcı düşünmeye ve faydacı davranmaya iter. Faydacı düşünce biçimi, insanın dünyayla, nesnelerle ve diğer insanlarla kurduğu ilişkilerde yüzeyseldir, derinlemesine geniş ve etraflı düşünmeye müsaade etmez. Bu nedenle yaşamda derin izler bırakmaz. Her şey anlık ve gelip geçicidir.

Faydaya dayalı bir ilişki, nesneyi tüketmek ve hemen ardından yenisine yönelmek üzerine kuruludur. Bu süreçte tüketilen nesne, değersizleştirilmek ve hiçleştirilmek zorundadır. Bu, faydacı anlayışın yeni nesnesine yönelmesinin zorunlu koşuludur.

Faydacı için insan da nesneden farklı değildir. Faydacı bakış insanı da şeyleştirir. Bu bakımdan faydacı bakış aynı zamanda araçsaldır, insanı da basit herhangi bir kullanım nesneye indirger. Bu yüzden faydacı bir yaşam, her şeyin gelip geçiciliğiyle şekillenen, süreklilikten yoksun bir parçalanmışlık içerir.

İnsan ilişkilerinde bu yaklaşım, daha da yıkıcıdır. Fayda sağlamayan ilişkiler hızla sona erdirilir. Kişi, yeni bir ilişkiye yönelirken geride bıraktığı insanı içsel olarak hiçleştirir. Zorunlu görürse, ilgili kişiyi toplumsal ilişkilerinde de itibarsızlaştırarak yalnızlaştırır. Buna bir çeşit tüketim döngüsü diyebiliriz.

Fayda sağlamayan her şeye ve herkese karşı umursamazlık ve ilgisizlik, bu tavrın doğal sonucudur. Faydacı düşünce, insanı dünyaya karşı umursamaz kılar, ötekinden koparır ve yalnızlığa mahkûm eder. Burada söz konusu olan mahkumiyet onun kendisinin yol açtığı insanlığına dair özüdür.

Öz hiçbir zaman görünümden önce gelmez; öz ancak görünüme gelebilir; fakat öz, toplumsallaşma sürecinde yeterince geliştirilemeyip yok edilebilir. İnsan insanlıktan çıkar.

Rasyonalist yaklaşım: Rasyonalist yaklaşım, insanı sürekli bir eylemlilik içinde boğan faydacılıktan farklı olarak insanı kavramlar kıskacına hapsedip insanın tüm eyleme gücünü elinden alabilir. Rasyonalist birey, eyleme girişmeden önce kavramsal bir çerçeve oluşturmak zorundadır. Karar ve eylemler bağlamında ideal olarak neden, süreç ve sonuç ilişkisini sorgular; ancak bu “titizlik”, çoğu zaman eylemsizliği beraberinde getirir.

Rasyonalist, düşüncenin mükemmelliğini ararken, hayatın dinamizmini kaçırır, yaşamın hareketliliği onun için dayanılmaz bir çileye dönüşebilir. Rasyonalist planlar yapar, kavramlar geliştirir; fakat bu düşünce sürecinde eylem hep ertelenir ve hayatın akışıyla arasındaki bağ kopar. Diğer bir deyişle bir rasyonalist, tüm şehir haritalarını çizen; ama o haritaların karşılığını bulduğu yaşamın kendisinde eylemekten korkan bir “seyyah” gibidir.

Diyalektik yaklaşım: Düşüncenin ve eylemin birbiriyle dansı olarak tanımlayabiliriz. Diyalektik düşünce, insanı eyleme sevk edere ve onun dünyayla, dünyada yaşamla dansını örgütler. Diyalektikçi, bir eyleme girişmeden önce içeriksel kavramsal bir çerçeve oluşturur; ancak bu çerçeve süreç içinde dönüşür ve gelişir. Eylem gerçekleştiğinde, bu sürecin ürünü olan kavram da tamamlanmış, yani gerçekleşmiş olur. Diğer bir deyişle kavram hem süreci şekillendirir hem de süreç tarafından şekillendirilir.

Diyalektikçi, düşünceyle gerçeklik arasındaki ince çizgide dans eden bir filozof gibidir –ki zaten yaşam da tam olarak o düğümlenme noktasında vuku bulur. Onun adımları, hem düşüncenin hem de gerçekliğin ritmini yansıtır. İnsan ilişkilerinde diyalektik yaklaşım, ötekiyle karşılıklı tanınma zemininde kurulur.

Karşılıklı tanınmanın benim kendimi diğerinde, diğerinin kendisini bende bulabilmesidir. Bu bakımdan karşılıklı tanınmanın içeriği, ruhu eşitlik olan özgürlüktür. Ancak eşit ve özgür olanlar birbirlerini tanıyabilir.

Diyalektikçi, ötekini hiçbir şekilde araç ya da nesne olarak görmez, göremez, çünkü diyalektikçinin gözünde diğerini araçsallaştırmak aynı zamanda kendini de araçsallaştırmak anlamına gelir. Diyalektikçi diğerini kendisinin diğer özgür özne olarak tanır ve kendi varoluşunu da bu karşılıklı tanınma sürecinde diğeriyle girift ama özgür bir ilişki içinde inşa eder.

Bu yaklaşım, yalnızca bireysel anlam arayışının ve yaşamın değil, toplumsal bağların da temelini oluşturur. “İnsan, bir başkası tarafından tanındığı ve kendisi de ötekini tanıyabildiği var olur, yaşamı ancak bu şekilde anlam kazanabilir.

Sonuç olarak özetlersek: Ampirik faydacılık, bireyleri yalnızca nesnelerle değil, birbirleriyle olan ilişkilerinde de tüketim ve tükeniş döngüsünde aralıksız, bitmez tükenmez bir meşakkate hapseder. Rasyonalist yaklaşım ise bireyi eylemden uzaklaştırarak soyut bir dünyaya mahkûm eder. Diyalektik düşünce ise bu iki aşırı uçtan sıyrılarak, bireyler arasında derin, anlamlı ve karşılıklı tanınmaya dayalı eşitlikçi ve özgürlükçü teorik ve pratik bağlar kurmayı sağlar.

Diyalektik düşüncenin asıl farkı, farklılıkları bir tehdit olarak değil, zenginlik olarak görmesinde ortaya çıkar. Bu farklılıklar, diyalektik süreç içinde karşılaşır, dönüşür ve yeni bir bütünlük oluşturur. Bu bütünlük, toplumsal yaşamın etik temelini yaratır.

Anlamın peşinde felsefe, yaşamın anlamını sorgulamaya ve bu anlamı inşa etmeye imkân tanır. Ampirik faydacılığın yüzeyselliğinden ve rasyonalizmin eylemsizliğinden kurtularak diyalektik bir düşünceyle yaşamını şekillendiren birey, hem kendisiyle hem de toplumla daha derin bağlar kurup geliştirebilir.

Sorgulamadan yaşamak, dünyada anlamsız bir şekilde yuvarlanıp gitmek demektir. Felsefe, sorgulanmamış hayatı saran sisi dağıtarak gerçek varlığı görmemizi sağladığını iddia ediyor. Şimdi soru şudur: Yaşamımızı hangi felsefi düşünceye göre yönlendireceğiz? Ampirik faydacılık mı, rasyonalist eylemsizlik mi, yoksa hayat ile dansı örgütleyen diyalektik derinlik mi? Bu seçim, yaşamınızı nasıl yaşayacağımız konusunda atacağımız en önemli adım olacaktır.