Halen "Nasıl kullanılıyor?" diye zaman zaman şaşırsam da, adliye binalarında, hukukla ilgili birçok belgede hep bir elinde terazi, bir elinde kılıç olan Adalet Tanrıçası Themis heykelini görürüz. Adaleti simgelemek için dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de sembol olarak kullanılan adalet ve düzen tanrıçası Themis mitolojiye göre bizim coğrafyada yaşamış, elindeki terazi ile adaleti, kılıç ile adaletin keskinliğini ve caydırıcılığını, göz bağı ile de tarafsızlığı ve kararlara eşit mesafede durmayı anlatmakta. Ancak heykel, hukukta bağımsız, tarafsız, adil ve eşit kararları simgelese de, yaşadıklarımıza bakınca simgelerle gerçeklerin üst üste oturmadığına tanıklık ediyoruz, bundan dolayı da Anadolu’da binlerce yıldır, Cumhuriyet Türkiye’sinde de 100 yıldır adaletin izini sürüyoruz…
Tanrıça Themis bugün yaşıyor olsaydı herhalde gözündeki bağı da, teraziyi de atıp hepimize isyan ederdi. Baksanıza, bırakın adaletteki tarafsızlığı, kararlardaki adilliği, insanlığın İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden itibaren ürettiği ve titizlikle geliştirdiği uluslararası hukuk kuralları hızla yok ediliyor. Ukrayna-Rusya arasındaki savaş derinleştikçe, bizim bölgede, Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de, Libya’da savaşlar bitmedikçe ne iç hukuk ne de uluslararası hukuk kalır. Savaşı bahane eden iktidarlar hukukun yerine keyfiyeti kurumsallaştırmaya devam ederler.
Yalnızca dün alınan bazı hukuki kararlar bile adalette yaşanan büyük dramı göstermeye yetiyor: Siirt’te 18 yaşındaki İpek Er’e cinsel saldırıda bulunduğu için cezası onaylanan eski uzman çavuş halen dışarıda, Kocaeli’de işitme engelli gence işkence eden kişi de dışarıda! Hadi bunlara "Adli suç, olur böyle şeyler" diyelim, peki 2 Ekim 2018’de Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda öldürülen gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın davasının durdurulması ve dosyanın Suudi Arabistan’a devredilmesine ne diyeceğiz?
Ya da "Modern çağda insanlığın karşı karşıya olduğu ikilemi gözler önüne seren örnek bir durum. İkisinden hangisini tercih edeceğiz? Erdemli bir birey olmayı mı yoksa maddi çıkarları her türlü değerin üstünde tutan bir yaşam inşa etmeyi mi tercih edeceğiz? Maddi çıkarların bu denli ön planda tutulduğu bu sistemin kendisi eninde sonunda infilak edecek" diyen Kaşıkçı'nın nişanlısı Hatice Cengiz’e ne cevap vereceğiz?
AİHM kararına rağmen haksız hukuksuz şekilde içeride tutulmaya devam eden Osman Kavala’ya ya da daha önceki gün hem de tam 9 yıl önce attığı bir tweet nedeniyle hakkında yeni bir dava daha açılan Selahattin Demirtaş’a yapılan "hukuki haksızlıklara" ses çıkarmayacak mıyız?
Peki "Kadının giysisi siyasete malzeme yapılıyor, eğitim sistemimiz geriliyor, kadın bakanlığı kapatılıyor, kadınlar haklarını sistematik bir şekilde kaybediyor" dediği için iktidara yakın çevrelerce Beren Saat’in linç edilmesine ne diyeceğiz, yine mi susup, yutkunacağız?
SEYFİ OKTAY
Maltepe Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde dün Belediye Başkanı Ali Kılıç’ın ev sahipliğinde eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay ile birlikte yaptığımız “Adaletin İzinde Türkiye” söyleşisinde bunlardan hareketle hukuku ve adaleti konuşmakla kalmadık, adaletin izini sürdük…
Yaşı neredeyse cumhuriyet tarihiyle eşit, yaşamıyla ve yaşadıklarıyla 100 yıllık Cumhuriyet tarihinin canlı bir örneği olan 88 yaşındaki Seyfi Oktay, yutkunmayıp konuşanlardan. Bugün yaşananları 1980’lerden itibaren görmüş, kuvvetler ayrılığını hep önemsemiş, güçlünün üstünlüğü değil hukukun üstünlüğünü hep öne çıkarmış, devleti hep demokratik laik-hukuk devleti olarak tarif etmiş, "Yargılamak otomatik bir kuralı uygulamak değildir, kararın duygusu var, adalet hissi var, taraflar gibi yaşaması var. Karar bunların ışığında kanunlara göre verilir" demiş…
Adalet Bakanı olarak yaptığı ilk iş “tabutluk” denilen Eskişehir Cezaevini kapatmak olmuş, Meclis’te lakabı önce “Özal’ın Belalısı” sonra da bireyin hak ve özgürlüklerini yasalar önünde garantiyi almak, “karakolları camdan yapmak” istediği için “CMUK Seyfi” olmuş…
Siyasal İslamcı dalganın gelişimine ve Fettullah Gülen örgütlenmesine hep açıkça karşı çıkmış, “devlet hukuk devleti ve laik olmalı” demiş, 1983’den itibaren konuyu kerelerce meclise taşımış ama “bir Alevi’nin mezhepçi hezeyanları” diye dikkate alınmamış!
2000’lerde bazıları AKP’ye “değişim ve dönüşüm” payeleri verirken, Seyfi Oktay,“siyasal İslamcılardan demokrasi çıkmaz” demiş…
İktidar ondan intikam almak için “heykeli dikilecek adam” dedikleri Zekeriya Öz’ün talimatıyla 1 Haziran 2010’da Ergenekon Davası’ndan dolayı Seyfi Oktay’ın gözaltına almaya kalktığında evinin önüne gelen yüzerce kişi yapılan adaletsizliğe “faşizme karşı omuz omuza” diye isyan etmiş…
Belli ki, adaletsizlik üzerine kurulu bu rejim değişmedikçe bizim adaletin izini sürme mücadelemiz de devam edecek…