Bu yılın ağustos ayı başlarında Türkiye Dışişleri Bakanlığı, PKK ile bağlantılı bazı kişilerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi binasını "istila etmesine" ilişkin bir basın açıklaması yayınladı. Söz konusu belgede " ‘İfade özgürlüğünü savunmak’ bahanesiyle Avrupa Birliği (AB) topraklarında Türkiye karşıtı propagandanın yapıldığı” ifade ediliyordu. İlgili beyanat bize, Türkiye Cumhuriyeti ile NATO'daki Batılı müttefikleri arasındaki ilişkilerde biriken sayısız ihtilafı bir kez daha hatırlatmış oldu. Her şeyden önce PKK Türkiye'de olduğu gibi ABD'de kanunen “terörist bir örgüt” olarak kabul ediliyor. Ancak bu durum, Washington'ın farklı terör örgütleriyle flört etmesine ve zaman zaman da onları kendi taktik amaçları doğrultusunda kullanmasına tabii ki engel teşkil etmiyor. Örneğin Amerikalılar Suriye’de, PKK ile bağlantıları olduğu bilinen YPG, PYD ile aktif olarak temas ve ilişki halinde.
2016 kırılması ve S-400’ler ilişkilerdeki kopuşu nihai olarak teyit etti
Washington ile Ankara arasındaki ilişkilerdeki çatlak, özellikle Türkiye'de silahlı darbe girişiminin bastırıldığı 2016 yılında iyiden iyiye belirginleşmişti. Daha sonra Türkiye’nin üst düzey yetkilileri, komplocuların arkasında, topraklarında halen FETÖ terör örgütü elebaşı Fethullah Gülen'in saklandığı ABD'nin durduğunu açıkça beyan ettiler. Türkiye'nin 2019 yılında Rusya'dan S-400 hava savunma sistemini satın alması ikili ilişkileri iyiden iyiye gerdi. Washington için bu adım o kadar acı vericiydi ki, Birleşik Devletler Ortadoğu'daki en önemli ortağının ordusunu F-35 uçaklarıyla donatma programından derhal çıkarttı. Türkiye ise karşılığında Beyaz Saray’ı, kendi topraklarındaki Amerikan üslerini kapatmakla tehdit etti ve Moskova'dan savaş uçağı sipariş edebileceği imasında bulundu.
İsveç ve Finlandiya konusunda talepleri olanlar, AB üyeliğindeki taahhütlerde ise ortada yoklar
Finlandiya ve İsveç'in 2022'de NATO'ya katılım ihtimalinin belirmesi, bir başka ihtilaf noktasını daha ortaya çıkardı. Türkiye’den iki kuzey Avrupa devletinin ittifaka kabulünü derhal onaylaması talep ediliyordu, ancak bundan da önce AB’nin Türkiye'ye yönelik benzer dostane jestler konusunda hiç de acelesi yoktu. Türkiye, 1999 yılından bu yana, AB’ye aday üye konumunda bulunuyor ve buna rağmen bu hususta halen tünelin sonunda bir ışık gözükmüyor. Türk tarafının PKK’ya dair Helsinki ve Stockholm'e yönelik bir dolu sorusu söz konusu. İskandinav ülkeleri PKK'lıları sadece saklamakla kalmıyor, bazı kaynaklara göre PKK’ya silah da temin ediyor. Hatırlanacaktır, daha önceki birkaç yazımızda bu uluslar arası yasadışı silah trafiğini işlemiştik. Bilhassa ABD ve Batı Avrupa ülkelerinin Ukrayna’ya askeri destek için savaş alanına sevk ettiği silahların bir kısmı, her ne şekilde önce “sırra kadem basarak” ortadan kayboluyor, sonra da gene bir takım Avrupa ülkeleri üzerinden PKK ve Suriye’de onunla bağlantılı terör örgütlerinin eline geçiyordu. İsveç'te Kur'an'ın kamuya açık meydanlarda, resmen izinli olarak yakılmasına ne denmeliydi peki?.. İslam dinine halkın önemli bir kısmının kutsal bir şekilde saygı duyduğu Türkiye açısından bu tür küfür ve hakaretler asla kabul edilir cinsten değildi.
Ege’de güya çözümü savunan ABD, Güney Kıbrıs’ı silahlandırmayı sürdürüyor
İlginç ve anlaşılmaz bir şekilde, Türkiye'nin ulusal çıkarlarını gözetmeye, kendi bağımsız çizgisini sürdürmeye yönelik her girişimi, kolektif Batı tarafından düşmanlıkla karşılanıyor. Mesela pek çok alanda hem Ankara hem de Moskova açısından son derece faydalı olan ve kazan – kazan prensibine dayalı Türk - Rus ilişkilerinde durum da böyle. Ancak Türkiye’den sürekli suretle, kuzey komşusuyla gelecek vaat eden projelerden uzaklaşmak suretiyle kendi ekonomisine zarar vererek adeta kendi ayağına kurşun sıkması talep ediliyor! Bu arada, Kıbrıs sorununda da benzer durumun izini sürmek mümkün. ABD, bir yandan Ege Denizi'ndeki ihtilaflı halin sözüm ona demokratik çözümünü savunurken, diğer yandan da Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne açıkça silah yardımı yapıyor. Bu, Tayvan çevresindeki durumu güçlü bir şekilde anımsatıyor bizlere. Kadim ve alaycı "böl ve yönet" biçimindeki emperyal ilkeyi henüz kimse rafa kaldırmadı…
Kılıçdaroğlu’nun Rusya karşıtı sinyalleri seçim yenilgisinde pay sahibi oldu
Ankara'nın dış politikada kısmen de olsa bağımsız bir politika izleme arzu ve motivasyonu, Washington'un kolayca gizleyemediği öfkesine neden oluyor. Türkiye'de yapılan son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, son ana kadar ABD ve Avrupalıların sempatisini kazanmaya gayret eden CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve partisinin, tersine Rusya karşıtı bir tutum benimsemesinin seçim yenilgisinde azımsanmayacak bir etkide bulunduğu düşünülüyor. Malum seçim sonuçları Kolektif Batı’yı, müttefiklik iradesini sözle de olsa sürdürüyor gözükse de, Türkiye'den daha da uzaklaşma noktasında cesaretlendiriyor. Alternatif görüşlere asla tahammülü olmayan Amerikalılar, Güney Avrupa’yı Türkiye’ye “tercih etmeye” bile hazırlar; ABD Kongresi'ndeki oturumlarda, Türkiye'dekileri dengeleyecek şekilde Romanya, Yunanistan ve Bulgaristan'da askeri üsler inşa edilmesi konusu hâlihazırda değerlendirilmiş durumda. Bu, Ankara'yı politik vektörünü büyük ölçüde değiştirmeye zorlayıp zorlamayacağını zaman gösterecek. Ne olursa olsun; günümüz Türkiye'si başta bölgesinde ve genel olarak dünyada güçlü ve bağımsız bir oyuncu olma temel hedefinden sapmak istemiyorsa, her türden şantaj, tehdit ve oyunlara rağmen bu yöndeki istikametini koruyup daha da pekiştirmek durumunda…