Acının 40. yılı: 12 Eylül 1980 darbesi

Yayın tarihi: 12 Eylül 2020 Cumartesi 8:58 am - Güncelleme: 12 Eylül 2020 Cumartesi 7:09 pm

Türkiye demokrasi tarihinde kara bir leke olarak geçen kanlı 12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden 40 yıl geçti.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesi olan 12 Eylül Askeri Darbesi’nin üzerinden 39 yıl geçti. Türkiye’yi tamamen değiştiren müdahalede 650 bin kişi gözaltına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 50 kişi idam edildi, 171 kişinin ‘işkenceden öldüğü’ belgelendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılanırken, 30 bin kişi siyasal sığınmacı olarak yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. 388 bin kişiye ise pasaport verilmedi. Yargılanan gazeteciler toplam 3 bin 315 yıl 6 ay hapse mahkûm olurken, 300 gazeteci saldırıya uğradı,, 3 gazeteci öldürüldü. 12 Eylül 1980-6 Kasım 1983 arasında gözaltında veya cezaevinde ölenlerin sayısı 183, açlık grevinde ölenlerin sayısı ise kayıtlara 5 olarak yansıdı.

TRT Radyosunda, 12 Eylül sabahı İstiklal Marşı’nın ardından çalınan Harbiye Marşı ve dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren imzalı Milli Güvenlik Konseyi ‘bir numaralı’ bildirisinin okunmasıyla darbe resmen ilan edildi. 12 Eylül karanlığına giden sürecin hazırlıkları Haziran 1980’den itibaren Genelkurmay Başkanlığı Karargahı’nda yapılmaya başlandı. Kod adı ‘Bayrak Harekatı’ olarak belirlenen darbe planının uygulanması için ordu komutanlarına 11 Temmuz saat 04.00’te harekete geçilmesi emri verildi.

2 Temmuz’da Süleyman Demirel’in Başbakanlığındaki hükümetin güvenoyu almasıyla darbeciler bu planı erteledi. Tarihler 12 Eylül’ü gösterdiğinde söz konusu plan, aynı isimle sabaha karşı uygulandı ve darbeciler ülke yönetimine el koydu. Emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirilen bu darbe, 27 Mayıs 1960 darbesi ve 12 Mart 1971 muhtırasının ardından silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü kez açık müdahalesi olarak tarihteki yerini aldı.

MECLİS LAĞVEDİLDİ, ANAYASA KALDIRILDI

Darbeciler Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun’dan oluşan Milli Güvenlik Konseyi, bütün yetkileri ele aldı. Anayasayı uygulamadan kaldıran darbeciler, ardından TBMM’yi lağvederek antidemokratik faaliyetlerine devam etti. Ülke genelinde sıkıyönetim ilan edildikten sonra sivil toplum kuruluşlarını hedef alan darbeciler, Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay dışındaki derneklerin faaliyetlerini durdurdu. Siyasi partilerin kapısına kilit vuran darbeciler, Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit’i Hamzakoy’a, Necmettin Erbakan ile Alparslan Türkeş’i ise Uzunada’ya sürgüne göndererek, siyasi yasaklar getirdi.

“ASMAYALIM DA BESLEYELİM Mİ?”

Ülkeye karanlık günler yaşatan darbeciler, acısı yıllarca hafızalardan silinmeyecek idam kararlarının da mimarı oldu. Darbeden sonra ilk idamlar, 9 Ekim 1980 tarihinde yapıldı. Sol görüşlü Necdet Adalı, ardından ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu idam edildi. Darbe öncesinde bir askeri inzibat erini öldürdüğü gerekçesiyle hüküm giyen 17 yaşındaki Erdal Eren, 19 Mart 1980’de idama mahkum edildi. Darbeci Kenan Evren’in 17 yaşında astırdığı Erdal Eren için söylediği, “Asmayalım da besleyelim mi?” sözü ise hafızalardaki yerini koruyor. Eren’in idam kararı, Yargıtay tarafından iki kez iptal edilmesine rağmen, Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan kararla ve yaşı büyütülerek 13 Aralık 1980’de Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde infaz edildi.

Kanlı uygulamaların yanı sıra demokrasinin askıya alındığı süreçte 650 bin kişi gözaltına alındı, açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 binden fazla kişi için de idam cezası istendi. 517 kişinin “ölüm cezasına” çarptırıldığı süreçte, 50 kişi idam edildi. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından 14 bin kişinin çıkarıldığı bu dönemde, yaklaşık 100 bin kişi “örgüt üyesi olma” suçundan yargılandı, 30 bin kişi ise “sakıncalı” olduğu iddiasıyla işlerinden edildi. Kültür ve sanat hayatının da hedef alındığı bu dönemde, yaklaşık bin film yine sakıncalı bulunduğu için yasaklandı, 4 bine yakın öğretmen ve yüzlerce üniversite görevlisinin işine son verildi. Onlarca gazeteci için de binlerce yıla varan hapis cezaları istendi. İnsanlık onurunu hiçe sayan uygulamaların mimarları sözde Milli Güvenlik Konseyi üyesi darbeci generallerin belirlediği Danışma Meclisinin hazırladığı anayasa, 1982’de “güdümlü” referandumla yüzde 92’lik “evet” oyu aldı. Darbenin baş aktörü Evren ve diğer darbecilerin ömür boyu yargılanmasını engelleyen “geçici 15’inci madde” de darbe anayasasına dahil edilmişti.

DARBENİN SORUMLULARI İLK KEZ HAKİM KARŞISINDA

“Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin yargılanamayacağı”na dair anayasanın geçici 15’inci maddesi, 12 Eylül 2010’daki referandumun ardından kaldırıldı. Ardından Türkiye’nin dört bir tarafından, darbenin sorumluları ile bu kişilerin emir ve talimatlarını uygulayanlar hakkındaki suç duyuruları yapıldı. O dönem hayatta olan Evren ile eski Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatıldı. Evren ve Şahinkaya hakkında hazırlanan iddianamenin Ankara 12’nci Ağır Ceza Mahkemesince 10 Ocak 2012’de kabul edilmesiyle Türkiye tarihinde ilk kez bir darbenin sorumluları yargı önüne çıkarıldı.

İki darbeci, ”Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın tamamını veya bir kısmını değiştirmeye veya ortadan kaldırmaya ve anayasa ile teşekkül etmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasına engel olmaya cebren teşebbüs etmek” ile suçlandı. Sağlık gerekçesiyle duruşmalara katılmayan Evren ve Şahinkaya, telekonferans aracılığıyla yaptıkları savunmalarında suçlamaları kabul etmedi, kurucu iktidar olduklarını, mevcut mahkemelerin kendilerini yargılayamayacağını öne sürdü. Devam eden dava, Ankara 12’nci Ağır Ceza Mahkemesi yasayla kapatılınca dosya Ankara 10’uncu Ağır Ceza Mahkemesine devredildi.

Mahkeme, 18 Haziran 2014’te Evren ve Şahinkaya’yı, 1979’da verdikleri muhtırayla “anayasa ve TBMM’yi ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye teşebbüs”, 1980’de de cebren “anayasayı tağyir, tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül eden TBMM’yi ıskat ve cebren men” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırdı. Mahkeme, takdiri indirimle cezayı müebbet hapse çevirdi. Evren ve Şahinkaya hakkında, Askeri Ceza Kanunu’nun “askeri rütbelerin sökülmesi”ne ilişkin 30’uncu maddesinin de uygulanmasına karar verildi. Hükmün ardından sanık avukatları, kararı temyiz etti. Dosya Yargıtay’dayken Evren, 10 Mayıs 2015’te 98 yaşında, Şahinkaya ise 9 Temmuz 2015’te 90 yaşında öldü. Yargıtay 16’ncı Ceza Dairesi, temyiz incelemesinde, sanıkların ölümleri nedeniyle davanın düşürülmesine karar verdi.

YARGITAYIN İKİNCİ BOZMA KARARI

Dosyayı yeniden görüşen yerel mahkeme, karara uyarak düşme kararı verdi ve dosya tekrar Yargıtay 16’ncı Ceza Dairesine geldi. Daire, yerel mahkemenin kararını bu kez de usul yönünden bozdu. Bozma kararında, yerel mahkemenin gerekçesinde lehe olan kanunun 765 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK) hükümleri olduğu belirtilmesine karşın, hüküm fıkrasında 5237 sayılı TCK ve Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uyarınca karar verilmesi suretiyle gerekçe ile hüküm arasında karışıklığa neden olunmasının kanuna aykırı olduğu belirtildi. Ceza dairesinin bozma kararına uyan mahkeme, Evren ve Şahinkaya hakkındaki kamu davasının ölüm nedeniyle “ortadan kaldırılmasına” karar verdi.

Dosyayı yeniden görüşen yerel mahkeme, karara uyarak düşme kararı verdi ve dosya tekrar Yargıtay 16’ncı Ceza Dairesine geldi. Daire, yerel mahkemenin kararını bu kez de usul yönünden bozdu. Bozma kararında, yerel mahkemenin gerekçesinde lehe olan kanunun 765 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK) hükümleri olduğu belirtilmesine karşın, hüküm fıkrasında 5237 sayılı TCK ve Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uyarınca karar verilmesi suretiyle gerekçe ile hüküm arasında karışıklığa neden olunmasının kanuna aykırı olduğu belirtildi. Ceza dairesinin bozma kararına uyan mahkeme, Evren ve Şahinkaya hakkındaki kamu davasının ölüm nedeniyle “ortadan kaldırılmasına” karar verdi.

TELE1 GENEL YAYIN YÖNETMENİ MERDAN YANARDAĞ’DAN 12 EYLÜL PAYLAŞIMI

TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, “Bugün halka ve tarihe karşı iki ağır suç işlendi. İkisini de unutmayacağız. Biri 12 Eylül 1980 Amerikancı askeri faşist darbesi.. Direndik, ama yenildik. İkincisi ise, bu günkü gerici-faşizan yargı düzenini kuran 12 Eylül 2010 referandumu.. İhanete uğradık.” dedi.

12 EYLÜL’ÜN 40. YILINDA DEVRİMCİ YOL’UN ÖNDE GELEN İSİMLERİNDEN OĞUZHAN MÜFTÜOĞLU YAPTIKLARINI VE YAPMADIKLARINI ANLATTI

Devrimci Yol’un önemli isimlerinden Oğuzhan Müftüoğlu , BirGün’den Yaşar Aydın’ın sorularını yanıtladı.

1980 öncesi toplumsal muhalefet rejim için ciddi bir tehdit oluşturuyordu. Güçlü devrimci yapılar vardı. Devrimci Yol bu hareketlerin en öne çıkanıydı. Devrimci Yol’un varlığı ve ulaştığı boyut, 12 Eylül Darbesi’nin nedenlerinden gösteriliyor, katılır mısınız?

12 Eylül öncesinde ülkede yaşanan gelişmeler karşısında özellikle devrimci hareketlerin yükselişinden egemen çevrelerin rahatsız oldukları kuşkusuz doğrudur. Devrimci Yol da sol hareketler içinde biraz daha ileri bir durumdaydı. Ama buradan hareketle darbeyi Devrimci Yol’un varlığına bağlamak doğru olmaz.

Solun 12 Eylül’e giden yolda anti-faşist mücadeleyi yükseltirken ideolojik ve pratik düzlemede eksik bıraktığı bir alan olduğunu düşünüyor musunuz?

12 Eylül öncesi döneme bu günden bakıldığında sanki ‘12 Eylül’e giden bir yol’ gibi görünebilir, ama bu bir yanılsamadır. Her dönem kendi gerçeklikleri içinde değerlendirilmeli. O nedenle, 12 Mart sonrasında ülkede yaşanan ve anti-faşist mücadelenin ön planda olduğu bir dönem açısından değerlendirildiğinde ‘ideolojik ve pratik düzlemde’ elbette eksiklikler bulunulabilir. Ancak Devrimci Yol’un ideolojik- politik yönelimler açısından hem de pratik politik süreçler karşısındaki okumaları ve tavır alışları bakımından genel olarak doğrularının ağır bastığını, diğer sol siyasi hareketlere kıyasla bütün bu alanlarda daha az hata yaptığını düşünüyorum. Burada şimdi bu konuda ayrıntılı bir analiz yapmak mümkün değil, bu ayrı bir çalışma konusu olabilir.

Fatsa hem 12 Eylül öncesi hem de sonrası çok konuşuldu. Biz de atlamayalım. Fatsa Belediyesi, Devrimci Yol hareketinin perspektifiyle oluşturulmuş örnek sol bir model miydi?

Fatsa’nın bu şekilde değerlendirilmesini de doğru bulmam. Orada yaşananlar, genelinde ülkenin diğer bölgelerinde birçok yerde olduğundan pek de farklı değildi. İşin belediyecilik düzleminde gelişmesi o sıralarda mevcut belediye başkanlığının boşalması nedeniyle, Devrimci Yol’un bağımsız bir adayla seçime katılarak seçimi kazanmasıyla ortaya çıktı. Devrimci Yol’un Direniş Komiteleri teori ve pratiğine ilişkin anlayışları oradaki devrimci arkadaşlarımızın kendi beceri ve güzelliklerinin katkısıyla gelişen bir efsane oldu. Fatsa’nın kendi başına bir model olarak değil devrimci bir siyaset anlayışının bir parçası olarak görülmesi gerekir diye düşünüyorum.

Röportajın tamamını okumak için tıklayın

GÜLTAN KIŞANAK İLE 12 EYLÜL’ÜN 40. YILI

1980’de Diyarbakır Cezaevi’ndeydi, 2020’de Kocaeli Cezaevi’nde. 12 Eylül ertesinde önce gazetecilik yaptı, ardından siyasete girdi. 2016 AKP iktidarı tarafından hapse atıldı.

birartibir.org’dan İrfan Aktan’ın sorularını yanıtladı.

12 Eylül darbesi döneminde Diyarbakır Cezaevi’ndeydiniz. Aradan kırk yıl geçti ve siz yine hapistesiniz. Kişisel hikâyeniz Kürtlerin son kırk yılı açısından neler anlatıyor?

Gültan Kışanak: Sanırım 12 Eylül darbesinden bu yana geçen 40 yılı tek kelimeyle özetleyebilirim: Mücadele! İniş-çıkışları olsa da, kesintisiz devam eden bir mücadele. Apoletli-apoletsiz darbelere, işkence tezgâhlarından yargısız infazlara, düşük yoğunluklu savaştan bir türlü bitmeyen “bitirme” operasyonlarına, OHAL valiliğinden kayyumlara, göçlere, sürgünlere, siyasi soykırım operasyonlarına kadar yaşanmadık şey kalmadı. Bu kadar ağır koşullarda kırk yıl kesintisiz devam eden bir mücadele, ancak haklılık temelinde sürdürülebilir. Ve tarih, er ya da geç haklının hakkını teslim eder. Kişisel hikâyem de haksızlıklara karşı elimden geldiğince bir direnme hikâyesi. Zulme boyun eğildiği an, kişisel ya da toplumsal olsun, hikâye sona erer. Eğer bir hikâye devam ediyorsa, zalime karşı mazlumun, kötüye karşı iyinin, esarete karşı özgürlüğün direnişi devam ediyordur. Ve hikâyenin sonunu hep direnenler belirler.

12 Eylül darbesi sırasında, 1978’deki seçimlerde bağımsız aday olarak Diyarbakır Belediye Başkanlığı’na seçilen Mehdi Zana tutuklanmış, yerine bir albay atanmıştı. Yıllar sonra siz de tekrar hapse atıldınız, yerinize kayyım atandı. Ardından, Selçuk Mızraklı seçildi, hapse atıldı, onun yerine de kayyım atandı. 12 Eylül 2020 Türkiye’sinden bakıldığında, devletin Kürt politikası konusunda 12 Eylül 1980 zihniyetine döndüğünü söylemek yeterli mi?

Darbenin en kısa tanımı “halk iradesine el konması”dır. 2016’dan beri, seçilmiş belediye başkanları görevden alınıp yerlerine bir memur atanıyorsa, şu an yapılanın 12 Eylül’de darbecilerin belediyelere el koymasından ne farkı var? Kaldı ki, 12 Eylül’de darbeciler bir süre sonra seçime gitmek ve sandıktan çıkan sonuçları kabul etmek zorunda kaldı. Adına demokrasi denen rejimler, çeşitli yollarla manipüle etseler de, meşruiyet ararlar. Sandığı da bunun için kullanırlar. Şimdi ise sandığı şeklen bile önemsemeyen, halk iradesine ihtiyaç dahi duymayan bir yönetim var. İki seçim üst üste halk iradesinin gasp edilmesi, 12 Eylül darbe zihniyetinden bile geri pozisyonu ortaya koymaktır. Bu durum Kürt meselesinden de öte, artık otoriter yönetim krizi halini almıştır. Kürt sorunu açısından ise olası çözüm olanaklarını tahrip eden, son derece tehlikeli bir durum yaratmaktır. Kürt sorunu denen şey, zaten Kürt yurttaşların kimlik ve kültür haklarından yoksun bırakılmasıdır. Buna bir de seçme ve seçilme hakkından yoksunluk eklenmesi, sorunu iyice derinleştiriyor.

Darbeciler, özellikle Diyarbakır Cezaevi’nde uyguladıkları vahşetle, Kürtlerin ruhunu teslim almak istediler. Ancak yapılanlar, tam aksine, onur koruma refleksini tetikledi. Ve yeni bir dönemin temel taşları böylece döşenmiş oldu. Dil yasağı, Kürt toplumunun anadil ve ulusal haklar ekseninde politize olmasının önünü açtı.

Sorunları, bedelleri ve kazanımlarıyla bakıldığında, son 40 yıl Kürtler açısından nasıl bir dönem? 12 Eylül 1980 darbesi, Kürtlerin kaderini nasıl etkiledi sizce?

Darbeciler, özellikle Diyarbakır Cezaevi’nde uyguladıkları vahşetle, Kürtlerin ruhunu teslim almak istediler. Ancak, yapılanlar tam aksine, onur koruma refleksini tetikledi. Ve yeni bir dönemin temel taşları böylece döşenmiş oldu. Dil yasağı, Kürt toplumunun anadil ve ulusal haklar ekseninde politize olmasının önünü açtı. Kürt direnişi ideolojik, politik mücadele hattını genişleterek toplumsal bir mücadeleye dönüştü. 12 Eylül ayrıca, devletin yapısında da çok köklü değişiklikler yaparak iktidarları militarist politikaların takipçisi haline getirdi. Çözümsüz bırakılan her sorun gibi, Kürt sorunu da giderek büyüdü ve bugün bölgesel, hatta küresel bir boyut kazandı. Bunun farkına varılırsa, hâlâ siyasal, barışçıl çözüm imkânları vardır. Ama mesele iyice dal-budak salmış ve girift hale gelmiş durumda. Dörde bölünen ve her biri farklı devlete pay edilen Kürt sorununda gelinen nokta, şimdilik İran hariç, Irak ve Suriye’deki Kürt sorununa da Türkiye’nin müdahil olmasıdır. Türkiye kendisine pay edilen Kürt sorununu büyüterek Irak ve Suriye’deki Kürt sorunu ile birleştirmeyi başardı. Tabii buna başarı değil, başarısızlık demek daha doğru. Bu kadar geniş bir coğrafyada, bu kadar büyük bir Kürt nüfus ne asimile edilebilir ne de siyasal-toplumsal talepleri bastırılabilir. Kürtler açısından da eskiden teorik tespitler ve kısmî ideolojik etkilenmeler olmakla birlikte, her parça kendi çözüm yolunda yürürken, gelinen aşamada ulusal birlik zorunlu bir arayış haline gelmiştir. Fakat tek etnik kimliğe dayalı, ulus-devlet modeli dünya genelinde zaten kriz yaşıyor ve çözülüyorken, Mezopotamya’da bu saatten sonra etnik kimliğe dayalı ulus-devlet modelinin dikiş tutması imkânsızdır. Kürtler de bu hakikati bilerek çoğulcu, demokratik, yerel özerkliğe dayalı, kültür ve kimliklerinin özgünlüklerini ve siyasal haklarını içeren çözümlere odaklanıyor. Bu koşullarda 40 yılın muhasebesi doğru yapılarak 12 Eylül darbesinin yön verdiği stratejilerden vazgeçilmesi, bu coğrafyadaki tüm halkların yararına olacaktır.

Söyleşi’nin tamamı için tıklayın

ÇİĞDEM TOKER’DEN 12 EYLÜL PAYLAŞIMI

Gazeteci Çiğdem Toker sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, “12 Eylül sadece ’80 darbesinin değil, o darbeyle hesaplaşma vaadiyle oy ve rıza devşiren, Gülen Cemaati’yle kolkola yargıyı bugünkü haline getiren 12 Eylül 2010 Anayasa değişikliği referandumumun da yıldönümüdür.” dedi.

12 EYLÜL’ÜN HER BİRİ ACI DOLU RAKAMLARI

  • Gözaltına alınanlar: 650 bin
  • Fişlenenler: 1 milyon 683 bin
  • Açılan dava sayısı: 210 bin
  • Sıkıyönetim mahkemelerinde yargılananlar: 230 bin
  • 141-142-163. maddelerden yargılananlar: 71 bin 500
  • Yargılanan ‘örgüt üyesi’: 98 bin 404
  • Hüküm giyen ‘örgüt üyesi’: 21 bin 764
  • Vatandaşlıktan çıkarılanlar: 14 bin
  • Pasaport verilmeyenler: 388 bin
  • Faaliyetten men edilen dernek: 23 bin 700
  • Toplam 644 cezaevindeki hükümlü-tutuklu: 52 bin (1990’da kalanlar)
  • Açlık grevinde ölenler: 14
  • ‘Çatışma’da öldürülenler: 90
  • Doğal ölüm raporu verilenler: 73
  • ‘İntihar’ ettiği bildirilenler: 43
  • İşkence sonucu öldürülenler: 171
  • Açılan işkence soruşturma veya davası: 9 bin 962 (1982-1988 arası)
  • İşkence yaptıkları suçlamasıyla yargılanan güvenlik görevlisi: 544
  • Bölge dışına sürülenler: 7 bin 233
  • Cezaevlerindeki gazetecilerin aldığı ceza toplamı: 3 bin 315 yıl 3 ay
  • İstanbul gazetelerinin yayın yapamadığı gün sayısı: 300 gün
  • Gazetecilere istenilen hapis cezası: 4 bin yıl
  • Cezaevlerindeki gazeteciler: 31
  • Silahlı saldırıda öldürülen gazeteciler: 3
  • Yakılarak yok edilen gazete, dergi, kitap: 39 ton
  • Yasaklanan yayın sayısı: 927
  • Yasaklanan film sayısı: 927
  • Haklarında idam cezası istenenler: 7 bin
  • Ölüm cezası verilenler: 517
  • Askeri Yargıtay’ın onayladığı idam cezası: 124
  • Dosyası Meclis’te bulunan idam hükümlüsü: 259
  • İnfaz edilen idam cezası: 50
  • İnfaz edilen sol görüşlü idam mahkumu: 18
  • İnfaz edilen sağ görüşlü idam mahkumu: 8

1980 – 1985 yılları arasında

  •  22.912 kişiye 0-1 yıl ceza verildi
  •  10.784 kişiye 1-5 yıl ceza verildi
  •  6.186 kişiye 5-10 yıl ceza verildi
  •  2.396 kişiye 10-20 yıl ceza verildi
  •  939 kişiye 20 yılın üzerinde ceza verildi
  •  630 kişiye müebbet hapis cezası verildi
  •  420 kişiye ölüm cezası verildi