Renkler ve zevkler tartışılabilir mi… / 18 Ağustos 2019
İnsancıl’ın ilk yıllarında -1990 Kasım’da yayımlanmaya başladı-
Kant’tan yola çıkarak yapılmış bir tartışmayı anımsadım.
Renkler ve zevkler tartışılabilir mi sorusu o zaman birçok kişinin kafasını karıştırmıştı.
Buradaki anahtar sanırım senin en iyi kabul ettiğinin genel bir doğru olarak kabul edilemeyeceğiydi.
Senin için en güzel renk ne ise bu en güzeli herkesin kabul etmesini istemeye hakkımız olmadığı konusunda anlaştığımızı sanıyorum. Bu günlerde haber aldığım tatsız bir durum bana bu eski tartışmayı anımsattı.
İnsancıl’da Seçkin Zengin’in önerisiyle hazırlanmış “Geleceğe Mektup” dizisi yayımlanıyor.
Ağustos sayısında da Doğan Göçmen’in yazısı yayımlandı.
Facebook’ta görmüştüm. Doğan Göçmen kapak fotoğrafını çekmiş, benim de bu sayı yazım var diye duyurmuştu.
Buraya kadar sorun yok, fakat sonradan bana haber geldi. Doğan Göçmen’in felsefe kümesinde İnsancıl’ın kapak renklerini tartışmaya açmış biri.
Kırmızı, yeşil kapak renginden ötürü Kürtçülükle, faşistlikle suçlanmışız.
Doğan Göçmen renklere böyle anlamlar vermenin doğru olmadığını söylemiş.
Doğadaki renklerin her biri güzeldir, böyle bakmak doğru değildir demiş.
Çeyrek yüzyıldır İnsancıl okuduğunu, böyle bir şey görmediğini söylemiş. Bir başkası da
İnsancıl’ı Cengiz Gündoğdu’yu tanıdığını, sosyalist bir insan olduğunu. Kürtçü ve
faşist olamayacağını söylemiş.
İnsancıl’a saldıran kişinin anlamaya niyeti yok.
Bazı konularda konuşulmaz deyip susuyor sonra. Bir satırını bile okumadığı bir dergiyi 30
yılda her ay yayımlanmış bir dergiyi aklına ilk gelen sözcüklerle karalıyor.
Ne desem bilmem ki.
Böylelerine lâf anlatılamaz. Daha baştan onlar kararını vermiş. Cıvıl cıvıl renklerden yaşam coşkusunu duyumsamıyor da bizi Kürtçülükle, faşistlikle ilişkilendiriyor.
Kısaca söyleyeyim.
İnsancıl 1990 yılından bugüne dek hep insan insan demiştir. Bunun etnik kimlikleri dini kimlikleri aşan, ideolojilerin ardına takılmayan bir bakış olduğunu okuyanlar bilir.
Bu nedenle bizi faşistlikle suçlayan kişiye facebook’ta yanıt vermeyi gereksiz gördüm.
Türbanlı kadınlar… 19 Ağustos 2019
Akyaka’da geçtiğimiz yıllara oranla dinlenceye gelenler arasında türbanlıların sayısı artmış. Önce bu durumu tuhaf buldum. Bildiğim kadarıyla onların denize girebilecekleri özel alanları vardı. Neler oluyor acaba dedim kendi kendime.
Elbette onlar da denize girmek isterler. Buna kimse karışamaz. Yine de sizce de tuhaf değil mi…
Başları örtmekte özen gösterilsin. Sıkıntılı yaşansın. Sonra da bikinili, mayolukadınların yüzdüğü dinlence yerine başları örtülmüş eşleriyle erkekler gelsin.
Rahat rahat bizi dikizlesin. Ne tuhaf şeydir bu. Başlangıçta ilk kez yoğun olarak karşılaştığım türbanlı görüntülere bakışım buydu.
Denize girerken gözlüyorum türbanlı kadınları. Çoğunlukla ailecek giriyorlar denize.
Türbanlı kadınlar gülümsemiyor. Sanki gülünecek konuları tüketmişler.
Benim gibilerle iletişim kurmuyorlar. Denize girerken karşılaştığım bir kadın kocası ve çocukları denize girerken onların dönüşünü beklemek üzere ayaklarını suya sokuyordu. Bir başkası bana şöyle yargılayan bir bakış attı. Sevinçle kocasını çocuklarının yanına yolladı. Yalnız kalma aha işte oradalar dedi. Onlar sevinecek diye seviniyordu.
Kendi için sevinmeyi unutmuştu.
C. G.’ye türbanlıların kocaları bizi dikizliyor dediğimde haklısın, dedi. Az sonra cep telefonundan bulduğu bir yazıyı uzattı. Onlar buraya geliyorlar. Çünkü onların gidebilecekleri oteller çok pahalıymış dedi. Aldım okudum yazıyı. Size de anlatayım.
Nihal Bengisu Karaca 12 Ağustos tarihinde Habertürk’te yazmış.
Daha önce okumadığım bir yazısından söz ediyor. 2008’de Radikal gazetesinin eki için yazı istemişler kendisinden.
“Ek için yazı talep edildiğinde ben de tesettürlü bir kadının -bırakın siyasi taleplerini bir yana- tatil yapmasının bile ne kadar çok meşakkat getirdiğini yazmıştım.
Yazı çok ilgi görmüştü. Çünkü bir başörtülünün gündelik hayatta, misal tatilde neler yaptığını, öte yandan da hem militer laik cephenin hem de kendi mahallesinin dayatma -önyargı- suistimallerinin hiç tatil yapmadığını anlatmıştım.
Türban diye bir kavramsallaştırma icat edip onu da siyasal İslam’a etiketleyenlerin bunu yaparken ne kadar yanıldıklarını, onlarla hiçbir polemiğe girmeden kendi tecrübelerim içinden anlatmıştım” dediği bölümü okurken zihnimde canlananları anlatmak isterim.
Yılını anımsamıyorum şimdi. Türbanlı kadınlarla erkekler o zamanki adı Boğaz Köprüsü şimdiki adıyla 15 Temmuz Köprüsü’ne çıkmışlardı.
Anımsadığım kadarıyla el ele dayanışma gösterisiydi. Kadınların türban örtme karşılığında sokağa
çıkarıldıklarını gösteriyordu bu durum. Ancak kadınlar erkeklerin elini tutmak istemedikleri için başörtülerinin ucunu tutturmuşlardı erkeklere.
Toplumsal koşulları zorlamak böyle sonuçlara yol açıyor. Nihal Bengisu Karaca hem laikler, hem de kendi mahallesinin dayatmasıyla karşılaşan kadını güzel anlatmış. Yazısından anladığım kadarıyla muhafazakar kadının karşılaştığı sorunlar nedeniyle yıllar önce deniz aşkına son vermiş.
Neymiş bu sorunlar bir bakalım.
Diyor ki; “Tesettürü kamusal alan için yasaklı hale getirenlerin kamusal alanı ne kadar genişlettiğini, bu durumu ticari bir fırsata dönüştürenlerin de ‘tesettür oteli’ ya da ‘helal tatil köyü’ gibi konseptlerden ne kadar orantısız kârlar elde ettiğini yazmıştım.”
Kısaca anladığım şu. Türbanlı kadınlar “tesettür oteli” ya da “helal tatil köyü”nde rahat edemiyorlar.