Zeki Demirkubuz'un yönetmen koltuğunda oturduğu ‘Hayat’ 15 Aralık'ta sinemaseverlerle buluştu. 'Hayat' adlı filmini uzun bir aradan sonra beyaz perdeye sunan yönetmen Zeki Demirkubuz, 9 Ocak Salı günü Caddebostan CKM Sineması'ndaki gösterimin ardından söyleşide hayranlarıyla buluştu.

Zeki Demirkubuz uzun bir aradan sonra 'Hayat' ile yeniden beyazperdede boy gösterdi. Senaryosu Demirkubuz’a ait olan film, Caddebostan CKM Sineması'nda izleyenlerle buluştu. Film sonunda ise Demirkubuz izleyicilerle bir araya geldi. Gösterimin ardından izleyicilerin sorularını yanıtlayan Demirkubuz, "Komedi filmi değil ama kara komedi diyebileceğiniz iki tane projem de var" dedi. "Filmin sonu rüya mı gerçek mi?", "Rüya sahnesinin anlamı ne?", "Hicra'nın ağlama sahnesi kaç defa çekildi?" izleyicilerden gelen sorulardan bazıları. İşte, seyircilerden gelen sorular ve Demirkubuz'un yanıtları... Uyarı: Haberin devamı spoiler içerir.

"KIVANÇ TATLITUĞ ÇOK BÜYÜK BİR OYUNCU, BİR İNSAN REKLAM FİLMLERİNİ BİLE BU KADAR İYİ OYNAR MI?"

- Çok özel isimlerle çalıştınız. Başak Köklükaya'dan Nergis Öztürk'e Engin Günaydın'dan Haluk Bilginer'e... Hem çok iyi oyuncular hem de yıldız isimler. Şu anda "Ben şu isimle çalışmadığım için içimde ukte kaldı, bir dahaki filmimde çalışırım" dediğiniz bir isim var mı?

"Şununla çalışsaydım çok güzel olurdu diye içimde ukte olan kimse yok ama Kıvanç Tatlıtuğ çok büyük bir oyuncu bence. Bir insan reklam filmlerini bile bu kadar iyi oynar mı?"

"FİLMİN SONU BENİM İÇİN O KADAR DA MUTLU DEĞİL"

- Kader'de de Masumiyet'te de ve daha pek çok filmde birtakım mücadelelerine ömür boyu devam eden insanların daha karanlık sonları var. Sanki Hayat'ta rüyayla gerçek arası bir son var. Rüya olarak da okunabilecek ki bence gerçek ama umutvari bir son var. Zeki Demirkubuz Hayat'ın finaliyle beraber azıcık hayata dair ümit beslemeye başladı mı yoksa tesadüf mü?

"Artık 60 yaşına gelmiş bir insanın yavaş yavaş da olsa taban tabana zıt bir şekilde değil ama yaşama bakış açısı elbette değişecektir. Biraz daha mesafeli bakmak, biraz daha dışarıdan bakmak, biraz daha anlayış göstererek bakmak kadar bu doğal bir şey. Neden doğal bir şey? Bir defa 60 yaşında bir insanla 30 yaşında 40 yaşında bir insanın öfkesi bile aynı olmuyor. 30 yaşımda öfkelendiğim, ölümü bile göze aldığım olayların bazıları şimdi bana çok çocukça ya da gülünç geliyor ve kendimi baya uzağında hissediyorum. Yaşam böyle bir şey. Her şeyden önce insanın kanı daha yavaş akmaya başlıyor. Umursadığın şeyler farklılaşmaya başlıyor. Bu bahsettiğim şeyler temaların üzerindeki yorumlar için de söz konusu olmaya başlıyor. Filmin sonu benim için o kadar da mutlu değil. Şunun için mutlu son değil; bazen trajik olan, bazen çok kötü olan bazen utanç verici olan bile çok iyi bir kılıkta, çok mutluymuş gibi, çok iyi bir şeymiş gibi görünür."

FİLMİN SONU RÜYA MI GERÇEK Mİ?

- Filmin içinde çok gerçek bir rüya vardı. Ben filmin sonunu da rüya olarak yorumladım. Sonu rüya mı gerçek mi?

" Gerçek. Böyle bir şey benim aklımın ucundan geçmemişti. Fakat film çıktıktan sonra bir sürü insan böyle demeye başladı. Ben bu gözle bakmaya başladım. Hatta ilk gittiğim söyleşide 'Bu şahane fikirmiş ama bunu düşünmedim. Ben bundan sonraki söyleşilerde bunu satacağım' dedim. Hatta şimdi 'Mutlaka sorulacak, çaktırmadan satayım' dedim ama yapamadım."

"BU FİLME KADAR BİR TANE BİLE RÜYA SAHNESİ ÇEKMEDİM"

- Hicran ve Rıza aynı rüyayı görüyorlar ve sürahiyi bir türlü bulamıyorlar. Su taşıyor. Ne düşünerek böyle bir sahne koydunuz? Sizin için anlamı ne?

"Çocukluğumdan kalma bir duyguydu, düşünceydi ve bunu inanılmaz heyecan verici buluyordum, en çok da insan ilişkileri üzerine düşünürken. İnsan ilişkilerinin ideal yanlarını düşünürken ama. Ben bu arada insan ilişkilerini en karanlık yanlarıyla yaşayıp en çok da oradan merak eden biriyimdir, bu yüzden hiç mutlu da olamam zaten. Ama en ideal şeyleri de bu mutsuzlar düşünebilir. Öyle kendine dönük olarak bunun gibi, aynı rüyayı iki insanın görmesi gibi, Rıza'nın annesinin Rıza'nın babasını sevmesi kadar sevebilmesi gibi şeyler benim hep çocukluğumdan beri takıntımdır ve bunu da büyük ihtimalle Türk filmlerinden öğrendim. Bir tane bile rüya sahnesi çekmedim bugüne kadar. Bu filmde oldu ve ikna da oldum."

"FİLMLERİ O KADAR İZLENEN BİRİSİ DEĞİLİM"

- Sosyal medyada ben çok yakından takip ettim. Oldukça güzel tepkiler geldi. Hatta komşu illere gidip filmi izleyenler vardı kendi illerinde gösterime girmediği için. Hatta korsan siteler bile "Film vizyonda olduğu sürece biz vermeyeceğiz, Zeki abimize destek olacağız" dediler. Bu çok önemli değil mi? Sizin filmlerinizin Türkiye'de halk tarafından güçlü bir alımı var. Demek ki kendilerinden bir iz buluyorlar ki bu kadar güzel geri dönüşler oluyor. Siz en son katıldığınız 'Meseleler' programında filminizle ilgili "Benim filmim yüzde yüz yerli" dediniz. Az önce 'dede' karakterini oldukça önemsediğinizde fark ettim. Yani oradaki yerlilikten kastınız 'dede' karakteri üzerinden mi? O tam olarak sizin meramınızı mı yansıtıyor? Yerlilik derken neyi kastettiniz?

"Yerlilik bu ülkeye ait olması, o kadar basit. Sadece 'dede' değil ama 'dede'ye karşı bir borcum var. Yani bunu çok net söyleyebilirim. Zaten bütün bu sorgulamaların, bütün bu kötücülüklerin ötesinde bir gün insan olarak yaşamda herhangi bir yerde tavır alacağımız zaman iyilikten ve iyiden yana almamız gerekiyor. Bunu mesela Dostoyevski şöyle formüle etmiş. Adam, Rus milliyetçisi ve Ortodoks Hristiyan hem de en bedbahlarından biri. Fakat bu adam kağıdı, kalemi eline aldığı zaman ne Tanrı'yı tanıyor, ne başka bir şey tanıyor. Karamazov Kardeşler'deki Smerdyakov ile Tanrı tartışmalarındaki en zekice bakış açısını getiren adam. Ve bunu bir Ortodoks Hristiyan olarak yapıyor, düşünebiliyor musunuz? Bu ikisi iki ayrı bir şey. Filmleri o kadar izlenen biri değilim. Çünkü zor filmler çekiyorum. Ama pek çoğumuzun da bildiği gibi son yıllarda kişiliğim filmlerimin de önüne geçmeye başladı. Bunun bir kısmı benimle ilgili. Bir kısmı da ülkenin vasatlığı, yalancılığı, önüne gelen yalan söylüyor. Önüne gelen imajinasyon yapıyor. Pasolini'nin dediği gibi "Çölde her şey eee mucize etkisi yapar". Ben de böyle tırnak için de bu kişilikler konusunda böyle bir mucize etkisi yapıyorum."

"NİETZSCHE'NİN 'GİTMEK İSTEYENE DUR DEMEK ŞEREFSİZLİKTİR' SÖZÜNÜ 'DEDE'YE SÖYLETMEK ACAYİP HOŞUMA GİTTİ"

- Su doldurma sahnesinde bir şey fısıldıyorlar. Onu yazdınız mı, öylesine mi?

"Oyuncuların ikisi de o sahnede dua ediyorlar aslında. 'Burada ne yapacağız?' dedikleri zaman 'Dua okuyun' dedim. Bir de alıntılarla ilgili komik bir şey söyleyeyim. Nietzsche'nin bütün Türk erkeklerine de öğretmemiz gereken 'Gitmek isteyene dur demek şerefsizliktir' şeklinde bir sözü var. Bunu da 'dede'ye söyletmek acayip hoşuma gitti."

"KARA KOMEDİ DİYEBİLECEĞİNİZ İKİ TANE PROJEM VAR"

-  Sanat filmlerine insanların bakış açısı genelde 'uzun ve sıkıcı' şeklindedir. Film çok komikti. Diğer filmlerde de benzer bir mizaçla yine komik sahnelere yer verecek misiniz?

"Tabii, şimdi daha da komik, komedi filmi değil ama kara komedi diyebileceğiniz iki tane projem de var. Zaten bir tanesi Yeraltı 2 diye söylüyorum şimdilik. Bir tanesi o zaten. Zaten onu ben Yeraltı'nın ikinci hikayesi olarak çekmiştim, Yeraltı ile birlikte 2011 yılında. Sonra kurgu sırasında hem film dört dört buçuk saat olup hem de o bölüm inanılmaz komik olunca ve bu izlenilen halinin gücünü de biraz eksilttiği için, meselesini zedelediğini düşündüğüm için olduğu gibi çıkardım. Dedim ki; 'Ben bunu ileride bir daha çekerim' ve çok daha güzel bir biçimde yazdım. Şu anda hani 23 edisyon diyelim ama yani 23 kere yazılmış şekliyle hazır. İlk fırsatta onu çekmek istiyorum."

"MİRAY O KADAR BÜYÜK BİR OYUNCU Kİ..."

- Filmde Hicran'ın ağlama sahnesi kaç defa çekildi? Sahne çok gerçekçiydi. O yaşlar gerçek miydi?

"İki gün işledim Miray'ı. Fakat isterseniz on gün işleyin. Miray da o kadar büyük bir oyuncu ki. Ve hiçbir zaman beni ezbere dinlemedi. Bir kerede çektik. Ve o sahnede yapay olan hiçbir şey yok."
Kaynak: TELE1