İmamoğlu’nun yazısının en temel yanlışı, Türkiye’de rejimin büyük ölçüde değiştiğinin farkında olmamasıdır. Yazıda İslamo-faşist bir rejim kurma girişiminden, Cumhuriyet kurumlarının ve laikliğin tasfiye edilmesinden hiç söz edilmiyor. Yazı, sorunlu da olsa, olağan bir hukuk rejimi altında yaşadığımızı varsayıyor. İktidara ilişkin 22 yılın getirdiği bir “yorgunluktan” söz ediliyor, şaka gibi ama böyle. İktidar “Nereden çıkardınız” diyor ve yoluna devam ediyor. Zaten bu durumda adli tıp raporu almak dışında bir çözüm de üretilemez. Bu anlamda, yazı yukarıda ifade edilen bu temellerin kabulü üzerine kurulduğu için bütün tezleri ve iddiaları boşlukta kalarak anlamsızlaşıyor. Tıpkı ilk düğmenin yanlış iliklenmesi gibi. Böylece yazının bazı önemli yaklaşımları da güme gidiyor. Yazıda birçok belirsizlik var. Örneğin, bir yandan “Atatürk ilkelerine bağlı kalınacağı” belirtiliyor bir diğer taraftan ise “cumhuriyetin kurucu değerlerinin yeniden yorumlanacağı” söyleniyor. Bu yeniden yorumlanacak değer ve ilkelerin hangileri olacağına ilişkin bir açıklama bulunmuyor. Bu yeniden yorumlamanın neden ve nasıl bir perspektifle yapılacağı da belli değil. Ancak, köhne liberal tezlere örtülü bir gönderme yapılıyor. Asıl sorunun, laikliği tasfiye ederek ülkeyi akıl ve bilim çizgisinden koparan iktidar olduğu yine ıskalanıyor. Öyle ki yazıda “kapsayıcı laiklik” diye bir ifade ya da kavram da kullanılıyor. Ama yine içeriğine ilişkin bir hiçbir şey söylenmiyor. Derin bir analizden vazgeçtim, konuya ilişkin iki cümle bile bulunmuyor. Laikliğin, neyi kapsam dışında bıraktığı ya da içermediği belirsiz bırakılıyor. Ancak, cumhuriyetin laiklik ilkesinin katı ve dışlayıcı olduğuna ilişkin gerici-liberal iddiaya göz kırpıyor. Oysa; asıl sorun, günümüzde laikliği yeniden kazanmaktır. Bırakın katı laikliği, cumhuriyetin hiçbir zaman gerçek anlamda laik olmadığı unutuluyor. Ancak, bugün o eksik laiklik bile yok. Asıl sorun budur. Devletin, eğitim kurumlarının, sosyal hayatın dinsel-ideolojik bir anlayışla düzenlenmesidir. İmamoğlu’nun yazısı, 1990’lar Türkiye’sinde kalmış liberal ezberi tekrarlayan bir metin gibi duruyor. Yazıda sınırlı bir restorasyon programı bile önerilmiyor. Yön duygusu ve bilinci kaybediliyor. Yazıda, “sentezlenecek farklı fikirler ”den söz ediliyor. Ancak, yine bunların hangi fikirler olduğu açıklanmıyor. Bunun bazı İslamcı iddia ve tezler olduğunu tahmin edebiliriz. Peki, cumhuriyetin değerleri ve insanlığın ilerici birikimi ile siyasal İslamcı hareketin sahte ve uydurulmuş tarih anlayışına rastlanan, ideolojik olarak imal edilmiş bir “ezildik” kompleksinden beslenen hınç-intikam duygusu ve saldırgan bir yağmacılık arasında nasıl bir “sentez” yapılacak? Yazının bu konu da bir açılımı yok. Böyle bir şeyin mümkün olmadığını birinin İmamoğlu’nun ekibine anlatması gerekiyor. Bu anlayış, en iyi olasılıkla Türkiye’nin Pakistanlaşması ile sonuçlanacak hibrit bir rejime hizmet edecektir. EKMEK KADAR TEMİZ SU GİBİ AYDIN Türkiye’nin son dönemdeki en başarılı gazetecilerinden, değerli arkadaşım Barış Pehlivan, sırf işini yaptı diye yeniden cezaevine (8 ay için) girme tehdidi altında. Yayınladığı, suç içermeyen bir haber nedeniyle aldığı ve ertelenen bir cezanın, yeni bir yazı nedeniyle açılan dava sonucu bozulması böyle bir sonuç doğuruyor. Daha önemlisi, iki hafta önce kovid-19 salgını nedeniyle adli kontrol şartıyla izinli sayılan hükümlüler için çıkarılan yeni infaz yasası –ki örtülü bir af niteliğindedir- Pehlivan’ı kapsam dışında bırakıyor. Ancak; bu yeni infaz yasasının sağladığı olanaktan katiller, tecavüzcüler, çocuk istismarcılarının da aralarında bulunduğu yaklaşık 100 bin adi/adli suçlu yararlanıyor. Buna karşın gazeteciler, aydınlar, siyasal eylemciler ya da aktivistler kapsam dışında bırakılmak isteniyor. Böyle bir adalet anlayışı olabilir mi? Siz çocuk tecavüzcüsünü, cezası 5 yılın altına indi diye serbest bırakacaksınız ama buna karşılık bir yazısı ya da programda yaptığı bir yorum nedeniyle 2-3 yıl ceza almış bir gazeteciyi hapiste tutacaksınız. Bu bir hukuk düzeni değil, şefin emirlerinin mutlak yasa yerine geçtiği bir ortaçağ kabile anlayışıdır. Bu durum anayasanın eşitlik ilkesine aykırıdır. Muhalefet partileri hızla Anayasa Mahkemesine başvurarak, yeni düzenlemenin başta gazeteciler olmak üzere bütün siyasi mahkûmlara uygulanmasını sağlamalıdır. Sevgili Barış, yazısında “Ne bir haram yedim ne cana kıydım, ama infaz düzenlemesinden yararlanamıyorum” demiş. Çok haklı. Bu sözler güzel bir şarkıdan/şiirden alınmış. Tam olarak şöyledir: “Ne bir haram yedin, ne cana kıydın/ Ekmek kadar temiz, su gibi aydın/ Kimseler duymadan hükümler giydin/ Yiğidim, aslanım burada yatıyor” Bu çok bilinen şarkıdaki “burada” ifadesi cezaevini anlatır. Benim Silivri’ye geldiğim ikinci gün; kaldığım bölümün ön ve arka koridorlarında kalan arkadaşlar, önceden duyurarak, beni bu şark ile karşıladı. Benim “hoş geldin” şarkımdı. Çok duygulandım. Bu vesile ile o güzel yorumu/sesi için Süleyman Bey başta olmak üzere şarkıya eşlik eden, alkışlayan bütün tutuklu ve hükümlü arkadaşlara teşekkür ediyorum. Eğer Barış kardeşim Silivri’ye gelirse –umarım gelmez- onu da böyle karşılayacak dostları var burada. Çünkü o da “ekmek kadar temiz, su gibi aydın” gazeteciler soyundandır. Hiç tanımadığınız, ilk kez gördüğünüz (daha çok sadece sesini duyduğunuz) insanlar bile bunu bilir. İşte bu nedenle bu zulüm sürdürülebilir değildir.

Muhabir: Gizem Özlen