“Zeytindağı’nda, Falih Rıfkı’nın bize hatırlattığı devir, Türk milletinin geçirdiği ve geçirebileceği felaket devirlerinin en facialısı, en dehşetlisi ve ruha en çok bezginlik verenidir.”

Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Bürokrasi kavramı ve onunla özdeşleşmiş olumsuz algı, Hazine ve Maliye Bakanının Fransa’da yabancı yatırımcılara yaptığı konuşmadaki sözleriyle bir kez daha tartışmaya açıldı. “En sevmediğim konu yatırımcılara zorluk çıkaran mevzuat ya da bürokrasidir. Hep beraber kavga edelim, bürokrasiyi alaşağı ederiz. Arkamızda cumhurbaşkanımız var, rahat olun. Mevzuatı da değiştiririz.” diyordu. Bürokrasi, atanmış—seçilmemiş—kamu görevlilerinin bütünüdür. Bürokratlar, ‘siyasi’ karar alma yetkileri olmayan, ama kanunları ve—kanunlara aykırı olmamak koşuluyla—seçilmişlerin siyasi kararlarını uygulamakla görevli ve yetkili kişilerdir. Modern toplumlar, kamunun ortak çıkarlarına hizmet edecek bir devlet düzeni kurmak ve o devleti etkin bir şekilde yönetmek için bürokratik yapıları ve kurumları oluşturmuşlardır. Bürokrasiler bir hiyerarşiye dayanır, devlet yönetiminde süreklilik ve uzmanlık sağlar, kanunların herkese eşit ve adil uygulanmasını garanti altına alırlar. Bürokrasi ile ‘seçilmişler’ arasındaki evrensel sürtüşme, esas olarak ‘kanunların’ sözü (lafzı) ve özü (ruhu) konusundaki anlayış farklılığına dayanır. Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’deki siyasetçiler de bürokrasiden—ister sivil ister askeri—pek hazzetmezler. Çünkü siyasetçiler, siyasetin doğası gereği, kanunların—hem sözü hem de özü itibariyle—herkese ‘eşit ve adil’ uygulanmasından rahatsız olurlar. Yeni değil, bu Osmanlı’dan beri böyledir.! Falih Rıfkı, I. Dünya Savaşı sırasında yedek subay olarak 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın yanında bulunur. Enver Paşa’nın “Yok kanun, yap kanun. Yaparım olur, bozarım olmaz.!” sözlerini aktarır. Kanunların uygulanmasında ısrarcı olan bürokrasiden Cemal Paşa da şikayetçidir. Enver Paşa gibi, “Bir şey yapmak istiyorum, kanun karşıma çıkıyor. Kanun nedir.? Ben yaptım, ben bozarım.!” der. “Efendimiz, emir buyurmuştunuz ama elimizdeki kanun sarihtir (açıktır). Bu mesele emriniz gibi halledilemez” denince hemen Harbiye Nezaretine bir telgraf çekip “Şu numaralı kanunun, hemen bu şekilde değiştirilmesini” ve metnin acilen telgrafla kendisine gönderilmesini ister. Falih Rıfkı “Bir kumaş bile bu kadar kolay ısmarlanamaz” diyor ve bunu ‘Şark kanunsuzluğu’ olarak niteliyor. “İttihat ve Terakki’nin ne başıboş ne de bağlı devirlerinde; ya anarşinin ya şahsi istibdadın (otokrasinin) çilelerini çektik. Hiçbir vakit belli bir fikir ve düzen sisteminin mütecanis (her yerde ve zamanda aynı) hüküm ve nüfuzunun ne olduğunu görmedik” diye hayıflanıyor. (Aslında ‘hukuk düzenine’ olan özlemini dillendiriyor.) Yani, II. Abdülhamit’in istibdat—mutlak güce dayalı—yönetimine son veren kadro da siyasi kültür olarak, aslında aynı kumaştan. ‘Hürriyet, müsavat, uhuvvet ve adalet’ sloganıyla iktidara gelenler de bürokrasiden ve bürokrasinin ‘kanun’ ısrarından, yani ‘müsavat’ ve ‘adaletten’ şikayetçi… Aynı Cannes’daki bakan gibi…! Şark kanunsuzluğu, onun dayandığı ilkel siyasi kültür hâlâ hükmünü sürüyor. Hâlâ bürokrasiye ve kanun—hukuk—düzenine düşman…! Abdülhamit, açıkça Meclis’i kapatıp Anayasa’yı askıya almıştı. İttihatçılar—telgrafla (!) da olsa—hiç olmazsa kanunları değiştirmek zahmetine katlanıyorlardı. Hukuk devleti olmasa da, savaşın ortasında bile ‘kanun’ devleti görüntüsünü—şeklen de olsa—koruma çabası vardı. Bugün o bile yok.! Meclis açık, Anayasa yürürlükte ama ikisi de yok hükmünde.! Osmanlı’dan miras ‘Yok kanun, yap kanun’ kültürü, “Atı alan Üsküdar’ı geçti, haberiniz yok” kültürüne, kanun-tanımazlığa ve hukuksuzluğa övgüye evrildi. “Alaşağı ederiz” dediği, aslında çoktan alaşağı ettikleri hukuk düzeni.! “Arkamızda cumhurbaşkanımız var, rahat olun” diyor; daha açık nasıl anlatılabilirdi ki.? Cemal Paşa’ya bile rahmet okutuyorlar.
Muhabir: Barış Önal