Gazeteciler Müyesser Yıldız ve İsmail Dükel’in ‘devletin gizli kalması gereken bilgilerini açıklama’ suçlamasıyla yargılandığı dava görüldü. Mahkeme, Müyesser Yıldız'ın tahliyesine, İsmail Dükel hakkındaki imza tedbirinin kaldırılmasına ve yurtdışı çıkış yasağının devamına, astsubay Erdal Baran'ın ise tutukluluğun devamına kararını verdi.
Oda TV Ankara Haber Müdürü Müyesser Yıldız, TELE1 Ankara Temsilcisi İsmail Dükel ve bipolar bozukluk tedavisi gören Astsubay Erdal Baran hakkında "Devletin güvenliği veya yararları bakımından gizli kalması gereken bilgileri açıklama" suçundan 6 yıl 3'er aydan 17 yıl 6'şar aya kadar hapis istemiyle açılan davanın yargılaması yarın Ankara 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başladı. Duruşmaya Yıldız ve Dükel’in ailesi ve yakınları, CHP milletvekilleri, CHP Kadın Kolları Genel Başkanı Aylin Nazlıaka, gazeteci örgütleri, OdaTV Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan, haber müdürü Barış Terkoğlu, Kumpas Mağdurları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Ahmet Tatar ve Ergenekon ve Balyoz davalarında yargılanan emekli askerler katıldı. Duruşma salonuna tutuklu Astsubay Erdal Baran maske ve siperlikle getirilirken, gazeteci Müyesser Yıldız sadece maske takıyordu. Duruşma salonuna Yıldız girdiğinde alkışlandı. Yıldız elini kaldırıp, tebessüm ederek kendisini alkışlayanları selamladı. Tutuksuz yargılanan gazeteci İsmail Dükel de salonda hazır bulundu. Duruşma mahkeme başkanının dosyaya gelen belgeleri okumasıyla başladı. Mahkeme başkanı dosyada suçlama olarak bulunan telefon tapelerini okuyarak E.B'nin verdiği bilgileri sordu. Astsubay Erdal Baran, dava dosyasına giren tapelerde istihbarat raporu diye bahsettiği bilgilerin istihbarat raporu olmadığını, kendisini önemli göstermek için öyle dediğini, söylediği pek çok şeyin "kafadan atma" olduğunu ve kendisine herhangi bir istihbarat raporu gelmediğini ifade etti. "MÜYESSER ABLANIN İSMİNİ KULLANARAK KENDİME ALAN AÇIYORDUM" Mahkeme başkanı, Baran’ın tapelerini okurken bazı bilgilerin tahminden ileri gittiğini söyledi. Baran da bu bilgiyi devre arkadaşından öğrendiğini belirtti. Mahkeme başkanı askeri bilgilerin telefonda bu kadar rahat konuşulup konuşulmadığını sordu. Baran, "Bizim için olağan geliyor” dedi. Mahkeme başkanının Baran’a tapede geçen, "Müyesser ablayla birlikte yazıyoruz" sözünü hatırlatması üzerine Baran, "Müyesser ablanın ismini kullanarak kendime alan açıyordum” diye yanıt verdi. Baran, duruşma savcısının, “17 Aralık 2019, 6 Ocak 2020, 28 Ocak 2020 tarihli konuşmalarında TSK'nin Suriye ve Libya'daki faaliyetlerini küçümser bir havanız var. Hulusi Akar'a Hulusi diyorsunuz, gerizekalılar diyorsunuz. Siz TSK'da ayrı bir cenahta mısınız? Bu küçümsemenin nedeni ne?” sorusu sonrasında da, “TSK benim canımdır. Eleştirmek için söyledim” dedi. Baran’ın mahkemedeki ifadesi şöyle: "Türk askerinin Libya'ya gitmesi olayı Aralık 2019'dan itibaren tartışılmaya başlamıştı. 7 Ocak'ta TBMM'de tezkere çıktı. Bununla birlikte tüm Türk medyası ve uluslararası medya konuyla ilgili haber yaptı. Müyesser Yıldız ve İsmail Dükel ile tanışıklığımız var. Gerek sosyal medyada gerek ulusal ve uluslararası basında gündeme gelen konularla ilgili ben onları ararım, onlar da beni arar. İddianamede yer alan tapelerdeki konular açık kaynaklardaki konulardır. Libya'da, Suriye'de neler oluyor diye sorardı Müyesser Yıldız. Ben de basından okuduğumun üstüne katarak anlatırdım. Bir olay olduktan sonra İsmail Dükel'i arardım, haberi olmazdı bazen." Astsubay Erdal Baran’ın ardından gazeteci Müyesser Yıldız konuştu. “Kahve muhabbetti şeklindeki konuşmalar iddianameye konuluyor” diyen Yıldız, kendisinin kuvvet komutanları, genelkurmay başkanları ile görüştüğünü ve astsubay rütbesinde birinden bilgi almayacak kadar deneyimli olduğunu ifade etti. Yıldız, savunma yapmayacağını belirterek, tarihe not düştüğünü şöyle açıkladı: "İNTİKAMNAMEDİR" "Huzurunuza gelmeme sebep olan, bir iddianame değil, bir intikamnamedir. O yüzden sözlerimin başında bu intikamnameye karşı herhangi bir savunma yapmayacağımı belirtmek istiyorum. Ancak öncelikle benimle birlikte bedel ödettirilen, ailem başta olmak üzere ilk günden itibaren kurulan bu tezgâha inanmayıp, bana sahip çıkan insanlar için ve elbette tarihe not düşme adına söyleyeceklerim var." "SANKİ HUKUK VARMIŞ GİBİ SÜRDÜRMEK İSTEMİYORUM" "9 yıl önce Oda TV kumpasında topluca tutuklandık ve yine bu ayda hakim huzuruna çıktık. Orada ne söyledim? Sayın Recep Tayyip Erdoğan 10 ay hapis cezasına çarptırıldığında, ‘Bu karar kanuni olabilir, ama hukuki değil. Hukukunuzu tanımıyorum’ demişti. İşte bu sözleri hatırlatıp, ‘Bize yapılanlar kanuni bile değil. Ben de hukukunuzu tanımıyorum. O yüzden savunma yapmayacağım’ dedim. Ne yazık ki, bugün de aynı sözü tekrarlamak durumundayım. Baştan itibaren kanun, hukuk ve ahlâk tanımadan oynanan bu kirli oyunu, şimdi sizlerin huzurunda savunma yaparak, sanki hukuk varmış, adalet tecelli edecekmiş gibi sürdürmek ve legalleştirmek istemiyorum." "O KAĞIT YIĞINI" "Bu intikamnameyi önünüze geldiğinde lâyık olduğu yere, tarihin çöplüğüne göndermenizi dilerdim, ama yapmadınız. Oysa bunu kabul ettiğiniz gün, tensipte aldığınız kararlarla, o kağıt yığınının ne kadar pervasızca derlendiğini tespit edip ortaya koyan sizlerdiniz. Ancak istenirse hâlâ bir fırsat var. Bizleri yargılamakla zaman geçirmek yerine, ‘Bak, seni hiçbir delil, belge olmadan ve hukuku ayaklar altına alarak tutuklayıp hapse attık. Sebebi de bazı büyüklerimizi rahatsız etmen’ mesajının verildiği bu intikamnameyi hazırlatanların peşine düşüldüğü takdirde, ülkenin güvenliği adına çok daha önemli bir hizmet yapılmış olunacaktır." "SENİ İÇERİ ATIYORUZ DENSE DAHA MERTÇE OLUR" "Kendim için üzülmüyorum. Üzüldüğüm, hukukun böylesine alenen iğfal edilmesidir. Aslında hukuk demeye de dilim varmıyor, çünkü bu çok değerli kavramın içini boşaltmış oluyoruz. Şu olanlara ne ad verilir diye çok düşündüm. Mesela yamyamları merak ettim, araştırdım. İnanın onlarda bile kural, kaide var. Kimi yiyecekleri, neresini yiyecekleri; ne zaman, nasıl yiyecekleri belli. Burada ne var? Hedef belli: ben. İyi de yıllardır görmediğim değerli gazeteci İsmail Dükel’den, hastalığı olan gariban bir astsubaydan ne istersiniz? Doğrudan, ‘Seni alıp içeri atıyoruz.’ dense daha insani ve mertçe olur, hukuk da böyle iğfal edilmezdi." "ÇAKAL VE TİLKİ OLABİLİR" "Son dönemde birçok siyasi davada, ‘Kurt kuzuyu yemeye karar vermiş’ sözü sıkça kullanıldı. Kurt için niye böyle söyleniyor, bilmiyorum; ama yaşananlar karşısında artık kurda haksızlık yapıldığı kanaatindeyim. Çünkü kurt asildir, tezgâh-tuzak kurmaz, mertçe mücadele eder. Ayrıca Türk milletinin tarihinde çok önemli yeri vardır. O yüzden ‘kurt’ yerine artık başka bir kelime bulunmalı diyorum. Mesela çakal veya tilki olabilir. Bu tezgâh nasıl kuruldu; biraz buna değinmek istiyorum." "İDDİALAR 'ÇOK CİDDİYDİ' DEDİ" "Savcı Bey ifademi alırken, soruşturmanın sebebini sorduğumda, ‘İhbar mektubu’ dedi. ‘Kim?’ diye sordum. ‘İsimsiz, imzasız’ karşılığını verdi. İsimsiz, imzasız ihbarların dikkate alınmadığını hatırlattığımda ise, ‘Ama iddialar çok ciddiydi’ dedi." "TELEFONUN UCUNDA BENİM OLDUĞUMU BİLİYORLARDI" "Savcı beyin, ‘isimsiz, imzasız, çok ciddi’ dediği mektubu gördük. Adı, sanı olan ihbarcı araştırılmamış, bilgisine başvurulmamış ve mektup da iki satırlık afaki iddialardan ibaret. Yine geçenlerde gazetelere yansıdı; meşhur Kozmik Oda kumpasındaki kurbanlardan Albay Erkan Yılmaz Büyükköprü, yaşadıklarını kitap haline getirmiş. O zaman da aynen buradaki gibi, bir albay için, ‘Bilgi, belge sızdırıyor’ ihbarı gelmiş. Ne yapılmış? O albay aylarca fiziki takibe alınmış. Sonrası malum; bu ekip ava giderken, ‘Bülent Arınç’a suikast’ denilerek avlanmış. Peki burada Erdal Baran izlenmiş mi? Hayır. Ya ne yapılmış? Hemen telefonu için dinleme kararı alınmış. Neden? Çünkü telefonun diğer ucunda beni bulacaklarından adları gibi eminlerdi. Nereden biliyorlardı? Çünkü öncesinde, illegal olarak dinlenmiştim. Yıllarca aradılar, taradılar; en son bu astsubay üzerinden işi legalleştirdiler. Biz bunu nasıl anlıyoruz? Bizzat TEM Müdürü imzalı fezlekeden ve MİT’in gönderdiği, ‘delil olarak kullanılamaz’ yazısı olduğu halde dosyaya konarak, adeta gözümüze sokulan bir kağıt parçasından. Ergenekon, Karargâh evleri, İstanbul askeri casusluk gibi birçok kumpastaki rolünü gayet iyi bildiğimiz MİT’ten başlayayım." "KAĞIT ÜZERİNDE DE OLSA HUKUK DEVLETİ" "Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kağıt üzerinde de olsa, halen bir hukuk devletidir, istihbarat devleti değil. Bu kağıt parçasına itibar edenler, keşke onu yazan ve getirenlere, ‘Yahu, Binbaşı O.K. olmasa 15 Temmuz’u ruhunuz duymayacaktı. Haydi bunu geçtik, ihbar geldikten sonra neden Başbakan’a bilgi vermediniz? Nasıl yeniden MİT’e dönüp, Diyanet İşleri Başkanı ile yemek yediniz? Şunları bir anlatın’ diyebilse, ondan sonra benim yakama yapışsa, saygı duyardım. TEM Müdürü imzalı fezlekeye gelince; Yine 9 yıl önceki Odatv kumpasından örnek vereyim. Sözde iddianamede bol bol haber ve telefon tapeleri vardı. Kara propaganda yaptığımız, halkı yanılttığımız, kamuoyunda algı yaratmaya çalıştığımız yazılmıştı. Bana yöneltilen sorulardan birisi ise 2010’da MİT Müsteşarı’nın İmralı’daki teröristbaşıyla görüşmesini neden yazdığımdı." "BİRİLERİ MÜYESSERİ YEMEYE KARAR VERMİŞ" "İşte 9 yıl sonra TEM Müdürü, benim hakkımda aynen bu ifadeleri kullanmış. Eşimden dolayı teşkilâtı az çok bilirim. Benim sıkıcı, uzun dış politika yazılarımı sanıyorum çoğu kez Barış’lar bile okumazken, bu polis müdürü veya emrindekiler bu kadar işlerinin arasında bunların tamamını baştan sona okumuş, sonra ‘kara propaganda yaptığım, kamuoyu algısını değiştirmeye çalıştığım, devleti ve hükumeti zor duruma düşürmeyi amaçladığı’ kanaatine varmış. Eğer gerçekten okudu ve anladıysa, bu şahsı derhal Dışişleri Bakanı yapmalı, Emniyet’te harcamamalı... Ama okumadığını, sadece bir yerlerden kendilerine gelen notları fezlekeye dönüştürdüğünü şuradan anlıyoruz; bizzat Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmasını suç saymış. Ancak müdür de, buna itibar eden de farkında bile değil ki, beni suçlamak isterken, gerçekte Sayın Erdoğan’ı suçluyorlar. Önemli mi? Değil. Çünkü birileri Müyesser’i yemeye karar vermiş!.. Aynı müdürün yazısında bir cümle var, ‘Yapılan çalışmalar sonucunda şüpheli Erdal Baran ile olan irtibatı dikkat çekici bulunmuş ve bu yönde soruşturma başlatılmıştır’ diyor. İşte önce benim takip edildiğimin itirafı ve delili. Yine aynı yazının sonuç bölümünde benim için kullanılan ifade şu: ‘Eski bir gazeteci. Bunu tecrübe anlamında söyledilerse, tamam. Ama niyetin bu değil, ipimin çekilip, beni eski bir gazeteci yapmaya karar verildiğinin ifşası olarak algılıyorum. Ne tesadüf; bir devlet yetkilisi de aleyhime açtığı davada, gazetecilikten men edilmemi istemişti. Mart’ta sonuçlanan davada gazetecilikten men kararı çıkmadı. Anlaşılan, bu intikamname ile tamamlanmak istendi." "BAŞBUĞ’UN KONUŞMASINA 'GİZLİ BELGE' DİYE RAPOR VERDİ" "Zaten dava konusuyla hiçbir ilgisi olmayan, 2018 yılına ait ve aynı devlet yetkilisi ile ilgili bir haberimin de intikamnameye konulmasıyla adeta bunun mesajının verildiğini görüyoruz. İzmir Casusluk kumpası hatırlanacaktır. Yüzlerce asker Yunanistan lehine askeri casusluk yapma iddiasıyla tutuklandı. O iftiranameyi hazırlayan savcı sonradan Yunanistan’a kaçarken yakalandı, malûm. İşte bu davada birtakım belgeler Genelkurmay’a soruldu. Şimdiki Genelkurmay Başkanı’nın başkanlığında bir heyet; ders notları, İlker Başbuğ’un seminer konuşması dahil hepsi için ‘gizli belge’ diye rapor verdi." "KOCA KORGENERAL NASIL GİZLİ OLABİLİR?" "Bunu niye anlatıyorum? Burada da belge değil, Erdal Baran’la telefon konuşmalarımız davalık olduğum, aleyhime açtığı dava ile gazetecilikten men edilmemi isteyen yetkilinin başında bulunduğu Milli Savunma Bakanlığı’na sorulmuş. Onlar da neredeyse hepsine ‘gizli bilgi’ demiş - Libya’ya gönderilen korgeneralimizin ismi için bile. Allah aşkına, Meclis’ten çıkan tezkereyle gönderdiğimiz birliğin başındaki komutanın adı nasıl gizli olabilir? ÖSO kıyafetiyle veya illegal mi gönderildi? Suriye’deki operasyonları yöneten Zekai Aksakallı, İsmail Metin Temel’in adını 5 yaşındaki bebeler bile ezberlemişken, daha geçenlerde, üstelik çok kritik olan Somali’deki görev gücümüzün başındaki komutanın adı yazılmış çizilmişken, koca Korgeneral nasıl gizli olabilir? 9 yıl önceki Odatv kumpasından bir başka örnek vermek istiyorum. İfademi bizzat, o zamanın ‘milli kahramanı’, şimdinin ‘FETÖ’cüsü ve firarisi, sözde savcı Zekeriya Öz aldı. Öncesinde onunla da davalık olmuştum. İfademe başlarken, suç bölümüne ‘terör örgütü yöneticiliği’ diye yazdırdı. Ancak ifade bittikten sonra başa dönüp, bunu ‘terör örgütü üyeliğine’ çevirdi. Hayatımda ilk defa bir baş olacaktım, burun farkıyla kaçırdım!.." "ASKERİ CASUSLUK SUÇLAMASIYLA EVİM BASILDI" "Burada ne oldu? ‘Askeri casusluk’ suçlamasıyla evim acımasız bir şekilde basıldı, alındım. Üçüncü günün sonunda Savcı Bey’in huzuruna çıktığımda, daha ifadeye başlamadan suçun nevinin değiştiğini söyledi. Hale bakın!.. Resmi olarak Aralık’tan beri soruşturulmuşum, evim basılmış. Sonra gözaltındayken casus olmadığım anlaşılıyor ve suç değiştiriliyor. Maalesef Türk Mata Hari’si olmayı da böyle kaçırdım! Niye böyle yapıldı? Çünkü birileri TSK’nın itibarını kurtarmak için kendini siper eden Müyesser’i itibarsızlaştırarak yemeye karar vermişti. Aslında en başından beri olayın askeri casusluk olmadığını bal gibi biliyorlardı. Bildikleri için de böylesi ciddi bir iddianın soruşturması için gerekli asgari şartları dahi yerine getirme gereği duymadılar. Ama maksat hasıl oldu, bu ciddi suçlamayla tutuklandım. Peki daha ben gözaltındayken HTS’sinden MASAK’ına, Bank Asya sorgusundan TEM-KOM raporlarına her şey geldiği ve casus olmadığım anlaşıldığı halde dosyadaki kısıtlılık neden kaldırılmadı? Çünkü amaç, ‘dosyada daha bilmediğiniz neler var’ algısı yaratıp tutukluluğa ve devamına gerekçe yaratmaktı." "15 TEMMUZ’DA ÖLÜM LİSTESİNDE ADIM VARDI" "İtibar etmedim, etmiyorum; ama birileri sık sık, ‘15 Temmuz’da hazırlanan ölüm listesinde adım vardı’ diye nasıl bir tehlike atlattığını anlatıyor ya, o listede benim de adım vardı. Yani doğruysa, 15 Temmuz başarılı olsa ben de ortadan kaldırılacaktım. Çok şükür, 15 Temmuz başarılı olmadı, yaşıyorum; ama 15 Temmuz’u sorguladığım için hapisteyim. Eğer o listeler ciddi ise dikkat çekici bir kesişme, değil mi? Ben tutukluyum, ama ‘devletin güvenliğini’ tehdit ettiğim yazılar özgür. Şu gerçek bile suç unsurunun o yazılar değil, bizzat ben olduğumu ispatlıyor." "DOLANDIRICILIK MI YAPMIŞIM?" "Sanıyorum herkes gazeteciliğin ne olduğunu anlatmamı bekliyor. Hayır, bunu yapmayacağım. Çünkü, birincisi, ülkemizde artık uzunca bir süredir başka bir cins gazetecilik var. Gazetecilik şöyledir, böyledir, habere şöyle ulaşılır diye anlatsam, sizler dahil birçok kimseye ütopyadan söz ediyorum gibi gelir. İkincisi, bu intikamnamenin mantığından, vermek istediği mesajdan anlıyoruz ki, sadece devletin açıkladığı yazılabilir, onun dışındakiler ‘casusluk, gizli bilgi, devlet sırrı’ sayılır. Yine de birkaç şey söylemek istiyorum. O polis müdürünün fezlekesinde, ‘Gazeteci kimliğini kullanarak, birçok şahıs ile irtibatlıdır’ diye yazılmış. Ne demek gazeteci kimliğini kullanarak? Gazeteciyim yahu, işim bu. İşimin birinci gereği de insanlarla görüşmek. Sanki gazetecilik kimliğimi kullanarak dolandırıcılık yapmışım!.. Bu intikamname çıkınca, ismi lazım değil, gazetenin biri benimle ilgili, ‘Astsubayın anlattıklarını tek tek not almış’ diye başlık attı. Tabii arkadaşlar yeni sistem gazetecilik yaptığı, plazalarda oturup önüne gelen hazır metinleri yayımladığı için gerçek bir gazetecinin nasıl çalıştığını bilmiyor. Elbette ki, gazeteci en önce not alır. Ama nereden bilsinler!.." "BASIN MİLLETİN ORTAK SESİDİR" "Gazetecilikle ilgili son söyleyeceğim şudur: Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, ‘Basın milletin ortak sesidir’ demiştir. O yüzden Sivas’ta yayımlanan gazetenin adı İrade-i Milliye, Ankara’ya gelir gelmez çıkardığı gazetenin adı Hakimiyet-i Milliye olmuştur; İrade-i Kemal veya Hakimiyet-i Kemal değil. Gazeteciliğin hal-i pür melali ortada. Çok kurban verdik. Bugün artık öldürülmüyoruz diyeceğim; ama bence son olarak Bekir Coşkun, kurşunla veya bombayla olmasa da, köyden köye sürülerek, kahrından öldürüldü. Ona ve diğer tüm üstatlarıma rahmet diliyorum. Bu meslekte işsizlikle de açlıkla da hapisle de sınandım. Sınanmadığım bir canım kaldı. Onunla da sınayabilirler, umurumda değil. Ama bırakın dirimi, benim ölümü bile haksızlık, hukuksuzluk, yanlışlık, ihanet karşısında susmaya, yani mesleğime, milletime, ülkeme ihanete kimse razı edemez." "40 YILLIK GAZETECİYİM, DEVLETİN GÜVENLİĞİNİN NE OLDUĞUNU BİLİRİM" "Yaklaşık 40 yıllık gazeteciyim. Bunun 10 yılında devlette görev yaptım. Önümden çok gizli bilgi-belge geçti. Devletin güvenliğinin ne olduğunu ve ne olmadığını iyi bilirim. Devletin güvenliğini; düne kadar Fetullah Gülen’in önünde el pençe divan duranlardan, -İmralı’daki teröristbaşıyla görüşen ve görüşmek için sıraya girenlerden, -askere, polise silah bıraktırıp teröristlere resmi geçit yaptıranlardan, bir başka ülkeye hizmet için yemin etmiş olanları büyükelçi atayanlardan, milli mücadeleden beri düşmanın hedefinde olan Türk ordusunu binbir kumpas, hile ve desise ile tasfiye edenlerden öğrenecek değilim."MÜYESSER YILDIZ'A 155 GÜN SONRA TAHLİYE!
Gazeteci Dükel'in müdafii avukatının beyanının ardından, savcı TCK 327'den suç duyurusunda bulunulması, astsubay Erdal Baran ve gazeteci #MüyesserYıldız'ın tutukluluğunun devamını, gazeteci İsmail Dükel'in adli kontrolünün devamını talep etti.DÜKEL'İN YURT DIŞI ÇIKIŞ YASAĞINA DEVAM KARARI
Müzekkere cevaplarının beklenmesine, astsubay E.B.nın psikiyatrik durumuna dair ilgili tıbbi kuruluşlara yazılmasına, Yargıtay kararına atıfla gizli bilgilerin temin edilmesi ve açıklanmasının ayrı ayrı suçlar olduğu Türk Ceza Kanunu (TCK) 329 kapsamındaki suçlamanın yanı sıra, TCK 327 kapsamında bir inceleme gerekip gerekmediğine dair Cumhuriyet Başsavcılığı'na yazılmasına karar verildi. Gazeteci İsmail Dükel hakkındaki imza tedbirinin kaldırılmasına ve yurtdışı çıkış yasağının devamına, astsubay Erdal Baran'ın ise tutukluluğun devamına karar verildi.
Muhabir: Alp Yanardağ