Yıldız Kenter’in sırrı: ‘Hiç aşk mektubu almadım’ diyen Demirel’e aşk mektubu…

Yayın tarihi: 19 Kasım 2019 Salı 10:39 am - Güncelleme: 19 Kasım 2019 Salı 10:39 am

Önceki gün hayatını kaybeden usta tiyatrocu Yıldız Kenter’le 12 yıl önce yapılan röportaj yeniden yayınlandı. Röportajda Kenter’in, “Hiç aşk mektubu almadım” diyen Süleyman Demirel’e mektup yazdığını söylerken, mektup sonrası olanları da, “Demirel bana ‘Yaşasın, yazdın’ dedi. Çok duygulandım. Hatta eşi Nazmiye Hanım da o aşk mektubunu yazdıktan birkaç gün sonra aradı. Ve bana “Size çok teşekkür ederim” şeklinde anlattı.

Sözü Gazetesi’nden Yüksel Şengül, usta sanatçı Yıldız Kenter’le 12 yıl önce yaptığı röportajı yayınladı. “Yalnız harika bir sanatçı değil, aynı zamanda muhteşem bir insandı o” diyen Şengül’ün Ağustos 2007’de yaptığı röportajı şöyle:

Yıldız Kenter hayatını kaybetti! İşte usta sanatçının son isteği

‘AKLIMDAN TİYATRO DIŞINDA BİR İŞ GEÇMEDİ’

Hayatınızı her zaman tiyatro doldurdu. Peki, herhangi bir dönemde aklınızın ucundan tiyatro dışında bir iş yapmak geçmedi mi?

Hayır, tiyatro dışında bir iş yapmak hayatımda aklımın ucundan bile geçmedi hiç. Aklımda, fikrimde ve kalbimde tiyatro oldu hep. Bazen diyorum ki başka bir iş yapsaydım çok zengin bir insan olabilirdim. Ama Şükran (Güngör), Müşfik (Kenter), ben ve rahmetli Kamuran işimizi rahat yapacağımız bir mekan istedik ve bütün paramızı tiyatroya yatırdık. Tiyatrodan ne kadar alacağım var, bir bilseniz.

‘ONUN İÇİN ÖLMEMEYE ÇALIŞIYORUM’

Peki Kenter Tiyatrosu’nun durumu nedir?

Düşe kalka çalışmaya devam ediyor. Ben gidince, satılacağı garanti çünkü. Onun için ölmemeye çalışıyorum.

DEMİREL TELEFONDA ‘YAŞASIN YAZDIN’ DEDİ

Yıldız Kenter, Süleyman Demirel’e yazdığı mektuptan sonra yaşananları ise şu sözleriyle anlatıyor: “Mektup sonrası bir telefon aldım. Demirel bana ‘Yaşasın, yazdın’ dedi. Çok duygulandım. Hatta eşi Nazmiye Hanım da o aşk mektubunu yazdıktan birkaç gün sonra aradı. Ve bana “Size çok teşekkür ederim” dedi.

Yıldız Hanım, sizin tiyatroyu yaşatma savaşınız bambaşka oldu. İçinde Süleyman Demirel’e yazdığınız aşk mektubunun da olduğu bir mücadeleydi bu.

(Kahkahalar atıyor konuşmadan önce)… Tiyatromuzu kurarken merhum Kazım Taşkent 350 bin lira verdi, faiziyle ödemek üzere. Taksitlerle ödüyorduk. Kazım Bey vefat edince işler karıştı. Baktım, gazetede ilan, bizim tiyatro icra yoluyla satışa çıkarılmış. Öyle panikledim ki. Süleyman Demirel o dönemde Başbakan’dı. Ona telefon ettim. Hemen randevu verdi. Derdimi ona anlattım, ‘Üzülmeyin Yıldız Hanım, hallederiz’ dedi. Tiyatromu Demirel sayesinde kurtardım. Sonra aradan yıllar geçti, devir değişti, 12 Eylül oldu. O iyiliğini hiç unutmadım. Bir röportajını okudum… ‘Hiç aşk mektubu almadım’ demiş. İçim burkuldu… Hemen oturup ‘Bu bir aşk mektubudur’ diyerek yazmaya başladım. ‘Siz hiç aşk mektubu almadınız ama büyük bir aşkla bağlı olduğum tiyatromun icra yoluyla satışını engellediniz, bana geri verdiniz. Dolayısıyla bu sonsuz tiyatro aşkımın içinde o günden beri siz de oldunuz hep’ diyerek yazdım ve yolladım.

‘YURTDIŞINA ÇIKSAYDIM ŞÜKRANLA YOLUMUZ KESİŞMEZDİ’

“Keşke yurtdışında kalsaydım, sanatımı orada devam ettirseydim” dediğiniz hiç oldu mu?

İnsan geçmişe doğru spekülasyon yapar. Yapmaması lazım aslında. Çünkü bunun bize kazandırdığı bir şey yoktur. Bazıları da hiç pişmanlık duymazlar. Ben çok pişmanlık duyarım, Mevlana gibi. Onun için zaman zaman yanlış olduğunu bildiğim halde düşünürüm. Hayatımda iki çok önemli imkân çıktı karşıma, ikisini de değerlendiremedim. Yapamadım, çünkü birinde babamı kaybetmiştim, babamla birlikte bir bebeğimi de kaybettim. Çünkü Ankara’dan ayrılıp New York’a giderken babamla biraz kırgın ayrılmıştık içki meselesi yüzünden. ‘Gidersen gelme’ dedi bana ve sonrasında kaybettik onu. Babamla küs ayrılmış olduk. Bu beni o kadar sarstı ki bebeğimi kaybettim. O zaman kalamadım Amerika’da. New York’tan geri döndüm. İkincisine gelince… BBC televizyonundan bir yönetmenden çağrı geldi, ama ben gidemedim. Gitseydim, ne olurdu? Bilemiyorum. Pişmanlık duymadım bu konuda. Çünkü o zaman Şükran’ı tanıyamazdım, yollarımız kesişmezdi.

Şükran Güngör’ün yokluğunda en çok neyi özlüyorsunuz?

Hayata 15 Eylül 2002’de veda etti o. Ama Şükran yok değil, var. Yüreğimde, kafamda her zaman var ama dokunamıyorum. Bu çok acı bir şey. Yaşamaya devam ediyorum işte. Nasıl yaşarım diyordum ama sonradan fark ettim ki ben hep kendimi düşünüyormuşum. Onsuz yaşamak zor ama yaşamak önemli bir şey. Bir kitap okuyorum şimdi, Afrika’yla ilgili. Kocası Afrika’da ölen bir kadın var. Çocuğu da küçükken gidiyor. O kadının yaşama bir bakışı var, o kadar güzel ki. Yani kim ölürse ölsün yaşamak lazım. Benim başarımda, başarısızlığımda, mutluluğumda, mutsuzluğumda mutlaka Şükran’ın payı oldu. Onunkinde de benim payım oldu. Bu bir ses olarak düşünülürse iki elin birbirine çarpması gibidir. Ancak ben öldüğüm zaman Şükran da ölecek. Ben ölmeden o ölemez.