Yeniden sopalı seçimlere doğru

Yayın tarihi: 11 Nisan 2022 Pazartesi 11:24 am - Güncelleme: 11 Nisan 2022 Pazartesi 11:24 am

Ruşen Gültekin

:

Demokratik bir ülkede seçim kanunlarında değişiklik yapılacağı dillendirilmeye başlandığında toplumda serbest seçim hakkının başka bir deyişle milli iradenin önündeki engellerin kaldırılması anlaşılır. Oysa bugünlerde TBMM’de tartışılan seçim kanunu değişikliğinin bu amacın yanından bile geçmemektedir. İktidarının başlangıcında milli iradeyi adeta kutsayan zihniyet, bugün milli iradeyi nasıl manipüle ederek daha az oy ile daha çok milletvekili kazanırım telaşına düşmüştür.

Başlık ile neden “sopalı seçimler” hatırlatması yapıyorum? Bilindiği üzere, Türkiye’nin ilk çok partili seçimleri olarak kabul edilen 2. Meşrutiyet yıllarında yapılan 1912 genel seçimleri ile Demokrat Parti kurulur kurulmaz yapılan 1946 genel seçimleri “sopalı seçimler” olarak anılır. Çünkü bu seçimlerde tüm demokrasi bilinci zayıf ülkelerde olduğu gibi halkın iradesinin sandığa yansıması değil iktidardaki siyasi partinin iktidarını sürdürmesi için -sopa dahil- hukuksuzluklar hakim olmuş ve sonuçta iktidardaki parti seçimleri kazanmıştı. Ancak elbette günümüzde bu kadar açık hukuksuzluk yapılması zor olduğundan, seçim kanunu değişiklikleri ile şartlar iktidar lehine değiştirilmeye çalışılıyor.

Yürürlüğe giren seçim kanun teklifini incelerken, geçmişteki örnekleri gibi yani Demokrat Parti’nin 1957 yılında, Anavatan Partisi’nin 1987 yılında oy kaybı yaşadıklarında yaptıkları gibi sadece daha az oy alarak daha çok milletvekili çıkarmayı, ittifakların önüne geçmeyi tasarlayan bir seçim kanunu teklifi ile karşılaşacağımı sanmıştım. Yanıldım. Siyasi İslamcılar şeytanın bile aklına gelmeyecek bir değişikliği de bu düzenleme içerisine koymuşlar. İddia ediyorum, seçim kanunu teklifindeki bu tuzağı, Anayasa’nın 67/5 maddesinde düzenlenen “Seçim kanununda yapılan değişiklikler yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 1 yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz” maddesi ile birlikte okumasaydım, ben bile anlayamazdım. 30 yıllık hukukçu olarak ben bile bir tesadüf sonucunda bu durumu öngörebildim. Kısaca anlatmak istiyorum. Lütfen dikkatli okuyunuz.

Seçim Kanunundaki Tuzak

TBMM’de kabul edilerek yürürlüğe giren seçim kanunu teklifinin 5 ve 6. maddeleri ile yürürlükteki Seçim Kanunu’nun 15. maddesindeki ‘en kıdemli hâkim’ (en yaşlı/tecrübeli) uygulaması kaldırılarak yerine “o yerde bulunan birinci sınıfa ayrılmış hakimler arasından ilk derece adli yargı adalet komisyonunca yapılan kura çekimi” ibaresi getirilmiştir. Yine kanun teklifinin 6. maddesi ile yürürlükteki Seçim Kanunu’nun 18. maddesine “görev için yeterli sayıda başka hâkimin olması halinde kuraya dahil olmak istemeyenler listeden çıkarılır” ifadesi eklenmiştir.

Seçim kanunundaki en kıdemli hâkim ilkesi Türk demokrasisinin 1946 ile 1957 yılları arasındaki seçimlerde yaşanan kötü tecrübeler sonucu seçim güvenliğini yargıya bırakma amacını güderek 1961 yılında kanuna eklenmiş ve bugüne kadar hiç değiştirilmemiştir, tartışılmamıştır.

Özetle; O il ve ilçede görev yapan en kıdemli (tecrübeli/yaşlı) hâkimin il veya ilçe seçim kurulu başkanı olmasını sağlayan bu düzenleme seçim kanununun en adil maddesi olduğu gibi bugüne kadar bu kıdemdeki yargıçların siyasetten etkilenme ihtimali azaldığı için seçim güvenliğini sağlayan en önemli maddedir. Bu sebeple bugüne kadar ve bugün de dahil siyasi partiler arasında bu konuda hiçbir tartışma yaşanmamış -o il veya ilçede tesadüfen bulunan en kıdemli hâkimin- hakemliğinde yapılan seçimler seçim güvenliğinin -yapılan itirazlar açısından- tam sağlanması sonucunu doğurmuştur.

Şimdi ise maalesef bu en adil hüküm değişti. Bilindiği üzere, Türkiye’de yaklaşık 26 bin hâkim ve cumhuriyet savcısı bulunmaktadır. AKP iktidara geldiğinde 7000-8000 civarında hâkim ve cumhuriyet savcısı vardı. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sırasında ülkemizdeki yargıç ve cumhuriyet savcısı sayısı on beş binlere çıkmıştı. Bu darbe girişiminin sonrasında FETÖ’cü oldukları gerekçesiyle meslekten 5000 civarında yargıç ve cumhuriyet savcısı ihraç edilmiştir. Bu sebeple darbe girişiminin hemen ardından siyasi iktidar bir bölümü hâkim, savcı stajı dahi yapılmadan bir bölümünü de basına yansıdığı kadarıyla AKP il ve ilçe teşkilatlarında çalışmış avukatları (yasaya aykırı olarak) hâkim ve savcılığa geçirerek bu boşluğu doldurmuştur. Bugün yirmi altı bin yargıç ve savcının çok büyük bir kısmını bu siyasi iktidar mesleğe kabul etmiştir. Geçmişte FETÖ’cülerin adil olmayan mülakatlar ile nasıl mesleğe kabul edildikleri malumdur. Aynı siyasi iktidarın darbe girişimi sonrasında mesleğe kabulleri nasıl gerçekleştirdiği de bu sebeple izahtan varestedir. Ancak halen 2003 yılından önce mesleğe başlayan 2000 kadar hâkim-savcı olup dolayısı ile bunlar bulundukları il veya ilçelerde ‘en kıdemli hâkim’ niteliğindedir. Başka bir deyişler, bu hâkim ve savcılar 20 yılın üzerinde mesleki tecrübeye sahip olup il ve ilçelerde kanunun doğası gereği en kıdemli yargıç ve il ve ilçe seçim kurulu başkanlarıdırlar. İşte siyasi iktidar bir yönüyle 2003 yılından önce mesleğe kabul edilmiş, tarafsızlıkları ve bağımsızlıkları ile mesleklerinde tanınmış, hiçbir şaibesi olmayan bu yargıç ve cumhuriyet savcılarından -seçimde- kurtulmak istemektedir. Ayrıca bunların yerine o yerde yeterli sayıda hâkim olması durumunda kuraya dahil olmak istemeyenlerin kuradan çıkartılacağını da belirterek adeta ‘benim işaret ettiklerim kuraya girsin’ algısı yaratmışlardır.

Şimdi anlatacaklarım ise şeytanın bile aklına gelmeyecek düzeyde bir konudur. Bilindiği üzere her iki yılda bir, il ve ilçe seçim kurulları yasa gereği yeniden belirlenmekte olup en son Ocak 2022 yılında ‘en kıdemli hâkim’ uygulaması ile il ve ilçe seçim kurulları belirlenmişti. Seçim kanunu değiştiği için, en kıdemli hâkim yerine kura ile belirlenen hakimler il ve ilçe seçim kurulu başkanı olarak yeniden belirlenecektir. Bu iş hemen şimdi yapılacaktır. Anayasa’nın 67/5 maddesine göre seçim kanunundaki değişiklikler 1 yıl içerisindeki seçimlere uygulanamasa bile, bu konu seçimlerdeki yöntem değişikliklerinden ibaret olduğuna indirgenecek ve olası erken seçimde zaten ortadan kaldırılmış olan en kıdemli hâkim ilkesi uygulanmayarak kura sonucu belirlenen hakimlerle seçime gidilecektir. Yani aslında seçim kanununda değişiklik, asıl yöntem değişikliği ile ilgili değil seçim güvenliğinin ortadan kaldırılması amacıyla yapılmıştır. Seçimler acil işlerdendir. Örneğin, geçmişte AKP il ve ilçe teşkilatlarında çalışmış, bugün birinci sınıfa ayrılarak görev yapmakta olan hakimler kolayca il veya ilçe seçim kurulu başkanı yapılabilecektir. Seçim günü, seçimlerdeki sayımlarla ilgili yapılan itirazlar bu il ve ilçe seçim kurulları başkanlığına yapıldığında bu itirazlar hemen değerlendirilecek ve kesin olarak hükme bağlanacaktır. Eğer hakimlerin tarafsızlığına gölge düştüğü veya geçmişte bir partide siyaset yaptıkları iddia edilirse, bu husus tam olarak ‘Atı alan Üsküdar’ı geçti’ denilerek geçiştirilebilecektir. İşte Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilerek kanunlaşan seçim kanunu asıl gerekçesi budur.

Sonuç olarak yapılan seçim kanunu değişikliği ile seçimler daha güvensiz hale getirilmiştir. 1912 veya 1946 seçimleri gibi şaibeli bir seçim gerçekleşmesi istenmiyorsa muhalefet partilerinin ülkedeki tüm seçim sandıklarına erişimleri en hayati konudur. Yeniden demokratik bir ülke olacak isek önce seçim güvenliğini sağlayıp, seçimi kazandıktan sonra bir daha seçim güvenliğini tehlikeye düşürmeyecek önlemleri almak zorundayız.