Yeni bir aydınlanma ve modernite

Yayın tarihi: 19 Eylül 2021 Pazar 11:22 am - Güncelleme: 19 Eylül 2021 Pazar 11:23 am

AKP, muhafazakar değil, dinci bir partidir, siyasal İslamcıdır. Taliban ya da başka bir Sünni siyasal İslamcı hareketten özü itibarıyla farkı yoktur.

İnsanlık yeni ve dijital bir ortaçağa giriyor… Bir sınıf olarak burjuvazi kendi öncülük ettiği modernite ve aydınlanmaya ihanet etmiş dururumda. Bu nedenle insanlık, işçi sınıfının tarihsel ve ideolojik öncülüğünde moderniteyi aşmaya, daha indirgenmiş bir ifadeyle kapitalizm sonrası bir toplum kurmak için mücadeleyi sürdürürken; modernitenin kazanımlarını koruma sorunuyla karşı karşıya kaldı. Bu belki de tarihin bir cezasıydı… Moderniteyi aşarak eşitlikçi, adil ve özgür bir toplum kurmayı başaramamanın cezası…

Ancak, modernite dar ve düz anlamda bire bir kapitalizm de değildir. Burada bizim için söz konusu olan şey insanlığı tarihsel olarak ileriye taşıyan kazanımlarıdır. Buna insanlığın ilerici birikimi diyebiliriz. İnsanlık ve tarih, o ilerici birikimi içererek ilerler, reddederek değil. Modernite ve aydınlanmanın kapitalizmle olan tarihsel bağlamı, günümüzde büyük ölçüde kopmuştur. Bu nedenle onu yeni bir bağlam içine yerleştirilmek gerekiyor.

Bir sınıf olarak gericileşen burjuvazinin, kapitalizmin kar yasasının -onun tekelci karakterine karşın- gezegeni bir felakete, daha doğrusu bir yok oluşa doğru sürüklediği bu dünya-tarihsel koşullarda, modernite ve aydınlanmanın değerlerini temsil edemeyeceği açıktır. Burjuvazi zaten aydınlanma ve moderniteyi büyük ölçüde terk etmiştir.

İnsanlık yeni ve dijital bir Ortaçağ’a giriyor derken, bu saptamanın daha çok Batı dünyası ve kapitalizm için yapıldığını belirtmek isterim. Çünkü iç içe geçmiş iki süreçten söz etmek istiyorum. Bir yanda dijital bir Ortaçağ’a sürüklenen Batı dünyası, diğer yandan da otantik anlamda Ortaçağ’ını hala aşamamış büyük bir Doğu-İslam dünyası bulunuyor. Bu saptamanın kapsamı içine, dünyanın Güney’ini de bütünüyle alabiliriz. Ancak, Doğu-İslam dünyasının özgün bir yanının olduğu da hep akılda tutulmalıdır.

Başta enerji havzaları olmak üzere, dünyanın zengin doğal kaynakları üzerinde oturan İslam ülkelerinin otantik anlamda da Ortaçağ’da tutulması, Batılı beyaz adamın sömürgeci siyasetinin ve kültürünün bir sonucudur. Bu toplumların feodaliteyi sadece bir iktisadi ve tarihsel kategori olarak değil, aynı zamanda toplumsal, hukuksal, siyasal, kültürel ve ideolojik bakımdan da aşarak aydınlanma ve modernite süreçlerine dahil olması, sömürgecilik ve yeni sömürgeciliğin (emperyalizmin) alanını bütünüyle yok etmese bile büyük ölçüde daraltacaktı. Modern ulus devletlerin kurulması, bağımsızlıkçılık (yurtseverlik), akıl ve bilimi esas alan rejimlerin bu sonuçlara yol açması kaçınılmazdı. Kemalizm’e ve İslam ülkelerinde Kemalizm’i izleyen ulusalcı ya da ulusal-sol hareketlere karşı Batı’nın gösterdiği alerjinin altına bu olgu yatar.

BEYAZ ADAM İDEOLOJİSİ

Sömürgeci beyaz adama göre laiklik, demokrasi ve medeni kanun (code civil) gibi değerler, Batılı toplumlara aittir. Bu onların doğasından gelir. Laiklik, demokrasi, aydınlanma ve modernite İslam dininin ve dünyasının doğasına aykırıdır. Onlar, kendi kültürel ve tarihsel dokularına özgü, en fazla sandığa (seçime) dayalı ve fakat din/inanç merkezli bir bilgi ve hayat anlayışını esas alan düzen kurabilirler.

İşte bu oryantalist yaklaşımın üzerine siyasal İslamcılar da atladı ve “evet” dediler. Emperyalizm ile siyasal İslamcılık arasındaki bu ahlaksız ilişki ve kirli işbirliğinin altında söz konusu örtüşme, dinci hareketlerin ve Ortaçağ artığı güçlerin iktidar hesapları yatar. Beyaz adamın sömürgeci ve emperyalist projeleriyle İslamcıların hesapları arasındaki bu örtüşme, Afganistan dramının da Ortadoğu’da oluk oluk akan kanın da altında yatan nedendir.

Dolayısıyla; siyasal İslamcılık, son çözümlemede Batı’nın bir Soğuk Savaş dönemi imalatı, emperyalizmin hala işlevsel olan bir ürünüdür.

Sermayenin moderniteye ihanet etmesi nedeniyle, insanlığın bir yandan yeni bir aydınlanma için mücadele etmesi gerekirken, Doğu-İslam dünyası ise bildiğimiz anlamda klasik modernitenin kazanımlarını elde etme ve kurumsallaştırma ihtiyacı ile karşı karşıya. Bu anlamda, aydınlanma ve modernite yer yüzünde henüz tamamlanmamış bir projedir. İnsanlığın ilerici birikimi yer yüzünde bütünüyle içerilemeden, diğer bir anlatımla aydınlanma ve modernitenin insanlığa vereceği şeyler tükenmeden bu tarihsel aşamanın geçilmesi mümkün değildir.

Yugoslav (Sloven) Marksist düşünür Slovaj Zizek, “Taliban, modernitemizin bitmemiş bir proje olduğunun kanıtıdır” diyor. Son derece haklı. Ünlü sosyolog, yaptığı saptamayı şöyle geliştiriyor:

“Batı’nın Afganistan’da başarısız olduğu, çünkü yerel koşulları ve gelenekleri göz ardı ederek kendi toplumsal ve siyasal düzen fikrini orada uygulamaya çalıştığı yönündeki eleştiriyi sık sık duyuyoruz. Ancak, daha yakından bakıldığında, Batı’nın aslında yerel oluşumlarla bağlantılar kurmaya çalıştığı ve bunun sonucunda yerel savaş ağalarıyla anlaşmalar vs. yaptığı görülebilir. Bu tür girişimlerin uzun vadeli sonucu, Türkiye’de gördüğümüz gibi, yalnızca küresel kapitalizm ve yerel milliyetçiliğin birleşimi olabilir. (…) Alman filozof Jürgen Habermas’ın da söylediği gibi, modernite bitmemiş bir projedir ve Taliban bunun kanıtıdır.” (Slovaj Zizek, https://www.rt.com/op-ed/534092-zizek-taliban-globalist-traditions/)

YAZININ TAMAMI İÇİN TIKLAYIN