Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Gazeteci Merdan Yanardağ hakkında verilen mahkumiyet kararını bozdu. Daha önemlisi Yargıtay herkesi bağlayan bir içtihad kararı oluşturdu. Karar kanun niteliğinde. Bir diğer ifadeyle herkesi yani bütün mahkemeleri bağlayıcı bir niteliği var

TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ, 29 Temmuz 2015 yılında ‘ERDOĞAN'IN KANLI PLANI’ başlığıyla Yurt Gazetesi'ne yazdığı yazıdan sonra AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın avukatları harekete geçti. "Cumhurbaşkanına Hakaret" iddiasıyla Yanardağ hakkında dava açıldı. Yapılan yargılama sonucu Yanardağ, tazminata mahkum edildi.

KARAR ÜST MAHKEMEYE GİTTİ

Merdan Yanardağ'ın avukatı Gizem Duygu Öcalan kararı üst mahkemeye taşıdı.  2016 yılında verilen karara avukatlar tarafından temyiz edildi. Dosya en son Yargıtay'a gitti. Yargıtay 16. Dairesi, kararı bozdu fakat Yargıtay Başsavcılığı karara itiraz etti. Bunun üzerine dava bütün dairelerin katılımı ile oluşan Yargıtay Ceza Genel Kurulu'na gitti. Kurul, yazının ağır eleştiri kategorisinde olduğunu bunun da gazetecilik doğasında bir yöntem olduğunu vurguladı. Kurul, kararın devamında kamuoyunun önde gelen kişilerin eleştiriye tahammül etmesi gerektiğini belirtti.

KARAR OY BİRLİĞİ İLE ALINDI

Yargıtay'ın oybirliği ile aldığı bu karar binlerce kişiye açılan Cumhurbaşkanı'na hakaret davalarına emsal olacak. Yargıtay kararında, "Düşünce özgürlüğü ve dolayısıyla eleştiri, demokratik toplumlarda vazgeçilmez bir haktır. Toplumun ilerlemesi ve yararı için zorunludur. İfade özgürlüğü sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenilmeye değmez görülen haber ve düşünceler için değil, devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bu demokratik toplum düzeninin ve çoğulculuğun gereğidir. Eleştiri de kaynağını bu özgürlükten alır, eleştirinin doğasından kaynaklanan sertlik suç oluşturmaz, eleştirinin övgü olmamasına göre, sert, kırıcı ve incitici olması da doğaldır. Cumhurbaşkanı'na hakaret suçundan mahkûmiyetinin zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık gelip gelmediği ve gerçekleşmesi amaçlanan meşru amaçla orantılı olup olmadığı açısından, siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu her zaman vurgulanmıştır. Sanık Merdan Yanardağ’ın gazeteci olması, olayın gerçekleşme koşulları ve demokratik toplumun zorunlu unsurlarından olan eleştirme, yorumlama işlevi ve Anayasanın 26, Avrupa İnsan Hakları Sözleşemesinin 10 maddeleri gözetildiğinde; yazı içeriklerinin ifade ve basın özgürlüğü kapsamında kaldığından Cumhurbaşkanına hakaret suçunun unsurları itibarıyla oluşmadığına karar verilmelidir." denildi. https://tele1.com.tr/sule-cet-davasinda-gelisme-yargitay-kararini-verdi-759589/ Kararın tamamı şu şekilde: "Cumhurbaşkanına hakaret suçundan sanık Merdan Yanardağ'ın 5237 sayılı TCK’nın 299/1, 299/2, 62, 50/1-a ve 52/2-4. maddeleri uyarınca 10.500,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve taksitlendirmeye ilişkin İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 14.06.2016 tarihli ve 220-191 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesince 21.03.2017 tarih ve 7431-3440 sayı ile; "...Demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden birini ve toplumun ilerlemesi ve bireyin özgüveni için gerekli temel şartlardan birini teşkil eden ifade hürriyeti sadece kabul gören veya zararsız veya kayıtsızlık içeren bilgiler veya fikirler için değil aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir. Bunlar demokratik bir toplumun olmazsa olmaz tolerans ve hoşgörüsünün gerekleridir (Tezcan, Erdem Sancaktar, Türkiye'nin İnsan Hakları sorunu 2. baskı s. 462). Ne var ki; iftira, küfür, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzeni cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik bulunan ifadeler ise düşünce özgürlüğü bağlamında hukuki koruma görmemekte, suç sayılmak suretiyle ceza yaptırımlarına bağlanmaktadır. Bu doğrultuda Cumhurbaşkanına hakaret suçları da 5237 sayılı TCK 299. maddesinde yaptırıma bağlanmıştır. Suçun koruduğu hukuki yarar yukarıda da izah edildiği üzere Cumhurbaşkanının şeref ve saygınlığıdır. Bu suçun oluşumu için ‘Onun sosyal değeri konusunda kendisinin veya toplumun düşünce veya duyguları sarsıcı fiil veya sıfatlar isnat veya izafe edilmelidir. Ne tür hareketlerin şeref ve itibari ihlal edici olduğu, toplumda hakim olan ortalama düşünüş ve anlayışa göre belirlenmelidir, bunun tayininde ölçü bireyin özel duyarlılığı değildir. Bu itibarla basit bir saygısızlık hakaret ve sövme olarak nitelendirilemez’ (Erman, hakaret ve sövme suçları s. 80 vd) Bir eylemin hukuk düzeni tarafından cezalandırılması ancak onu hukuka uygun kılan diğer bir anlatımla hukuka aykırılığı ortadan kaldıran bir nedenin bulunmamasına bağlıdır. İfade hürriyeti, basın özgürlüğü gibi bir hakkın kullanmasına ilişkin hukuka uygunluk nedenleri mevcut ise, hukuk düzeni tarafından kişi cezalandırılmayacaktır. Ancak, eleştiri hak ve görevi kötüye kullanmamalı, yazıda küçültücü, incitici, abartılı sözlerden kaçınılmalıdır. Sayılan öğelerden birinin olması halinde haber verme ve eleştiri hakkından söz edilmeyecek, eylem hukuka aykırı olacaktır. Siyasiler, üst düzey bürokratlar ile kamuya mal olmuş kişiler, diğer insanlara nazaran ağır eleştirilere daha fazla katlanmak zorunda oldukları demokratik toplumlarda geniş bir kabul görmüştür. Ancak eleştiri kırıcı, şok edici ya da rahatsız edici olsa bile hakarete varmamalıdır, zira hiçbir kimse hakarete katlanmak zorunda değildir. İfade hürriyeti bakımından eleştiri ile hakaret arasındaki ince çizgi toplumda hakim olan ortalama düşünüş ve anlayışa göre, kişilerin ifade hürriyeti ile mağdurun birey olarak onur ve şerefi arasındaki denge de gözetilmek suretiyle hakim tarafından belirlenmelidir. Kaba sövme hiçbir koşulda eleştiri olarak kabul edilmemelidir. Türk toplumunun önemli bir kesiminin kendilerini siyasi liderlerle özdeşleştirdiği bu kişiler yapılan ve kamuya yansıyan hakaretlerin kendilerine yapılmış gibi tepkilere sebebiyet verip toplumdaki kutuplaşmayı artırdığı, adi olaylarda dahi birçok öldürme ve nitelikli yaralama ile sona eren eylemlerin başlangıcında hakaret ve sövme fiillerinin olduğu gözetildiğinde, bu fiillerin yaptırımsız bırakılmasının demokratik toplum düzenini bozacağı gözden uzak tutulmamalıdır. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Günlük yayın yapan Yurt Gazetesinin 29.07.2015 tarihli nüshasının 1-9. sayfasında ‘ERDOĞAN'IN KANLI PLANI’ şeklindeki haberle ilgili olarak sanık tarafından yapılan yoruma ilişkin yazı bir bütün halinde değerlendirildiğinde ağır eleştiri mahiyetinde olduğu, yukarıda açıklanan gerekçe doğrultusunda ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden sanığın atılı suçtan beraati yerine yazılı gerekçe ile mahkûmiyetine karar verilmesi, 2- Kabul ve uygulamaya göre de b- Adli para cezalarının yerine getirilmemesi hâlinde 6545 sayılı Kanun ile değişik 5275 sayılı Kanun'un 106/3. maddesi uyarınca infaz aşamasında re'sen uygulama yapılabileceği nazara alındığında hüküm fıkrasında TCK'nın 52/4. maddesi gereğince ihtarat yapılması," isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 22.05.2017 tarih ve 322979 sayı ile; "... TC Anayasası'nın 25. maddesi herkesin düşünce ve kanaat özgürlüğüne sahip olduğunu, kimsenin bu düşünce ve kanaatini açıklamaya zorlanamayacağını, düşünce kanaatleri dolayısı ile kınanamayacağını, suçlanamayacağını düzenlemiştir. Anayasa'nın 26. maddesinde ise 'Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak yada vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.' düzenlemesi ile düşünce kanaatin açıklanması ve yayılması özgürlüğünü teminat altına almıştır. Maddenin ikinci fıkrası ile bu özgürlüğün mutlak olmadığını ve sınırlandırılabileceği hüküm altına alınmıştır. Düzenleme 'Bu hürriyetlerin kullanılması, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.' şeklindedir. Benzer bir düzenleme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) 10. maddede de mevcuttur. Sözleşme'nin ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesi '1. Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir almak ve vermek özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir. 2. Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir. ' düzenlemelerini içermektedi Görüldüğü gibi hem TC Anayasası'nda hem de AİHS'de fikir ve ifade özgürlüğü bir hak olarak tanınmış olmakla birlikte, bu hak sınırsız bir hak olarak düşünülmemiş, bazı durumlarda sınırlandırılabileceği hüküm altına alınmıştır. Bu hakkın sınırlandırılabileceği hâllerden birisi de 'başkalarının şöhret ve haklarının korunması' hâlidir. Bu sınırlandırmanın yasa ile yapılması gerekmektedir. TCK' da düzenlenen hakaret suçları (TCK'nın 125 ve 299. maddeleri), anılan özgürlüğün, yasa ile sınırlandırılmasının tipik örnekleridir. Yasa temelde bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek şekilde somut bir fiil veya olgu isnad edilmesini veya sövülmesini yaptırıma bağlamaktadır. İsnad edilen şeyin onur, şeref ve saygınlığı rencide edecek nitelikte olması gerekli ve yeterlidir. Onur, şeref ve saygınlığının rencide olması ise mağdurun başkalarının gözünde küçük düşmesi onların hakaret ve husumetine düşmanlığına maruz kalmasıdır. Burada en önemli kıstas mağdurun gerçekten bu duyguyu yaşayıp yaşamadığı değil ve fakat toplumda genel kabul gören, yerleşik olan, uygulanagelen ve bilinen örf ve adet kuralları çerçevesinde objektif olarak fiilin, bu sonucu doğuracak nitelikte olmasıdır. Elbette kıstas ortalama örf ve adet kurallarına göre tahkir edici olup olmadığı meselesidir. Yoksa objektif kabulü göre tahkir edici nitelikte sayılmayan bir fiile mağdurun aşırı duyarlılık ve alınganlık göstermiş olması tahkir niteliğini maddi vakaya kazandırmaz. Bir isnad ya da sövmenin tahkir edici özellik taşıyıp taşımadığını ise hakim ya da mahkeme her olayın somut tüm özelliklerini göz önünde tutarak belirler. Fikir ve ifade özgürlüğünün yasa ile düzenlemiş istisnalarından olan Cumhurbaşkanına hakaret suçu, TCK'nın 299. maddesinde yaptırıma bağlanmış olup, TC Anayasasının 104/1. maddesine göre, Cumhurbaşkanı devletin başıdır ve bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil etmesi nedeniyle Cumhurbaşkanına hakaret suçu, kişilere ve şerefe karşı suçlar içerisinde değil Devlete karşı işlenmiş suçlar bölümünde düzenlenerek Devleti temsil eden Cumhurbaşkanlığı makamının saygınlığının korunması amaçlanmıştır. Devlete karşı işlenen suçlardan bir kısmının gerçek mağdurunun makamı temsil eden gerçek kişi olmakla birlikte, devlete ilişkin hukuki yararın korunması, kişiye nazaran daha üstün tutulmuştur. Genel anlamda hakaret, bir kişiye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek şekilde bir fiil veya olgu isnat etmek veya sövmek suretiyle; onur, şeref ve saygınlığa saldırmasıdır. Cumhurbaşkanına hakaret suçu da, suçun maddi unsurunu oluşturan hareketler bakımından, genel hakaret suçu ile özdeş olsa da, Cumhurbaşkanının yukarıda izah edilen özel konumu nedeniyle Devlete karşı işlenen suçlar arasında müstakil bir suç olarak düzenlenmiştir. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Sanığın suç tarihinde çalıştığı Yurt Gazetesinde yayınlanan yazılardan özellikle, 29/07/2015 tarihli haber - analiz niteliğinde olduğunu savunduğu yazı ile Türkiye Cumhuriyet Cumhurbaşkanı'nın, ‘kontrgerilla’ ya da ‘derin devlet’ olarak adlandırılan, MİT ve Emniyet merkezli, devlet içinde yapılanmış bir suç örgütünün lideri olduğunu ve bu örgüt eli ile ülkedeki terör olaylarını gerçekleştrdiğini ileri sürdüğü, herhangi bir delile dayanmayan bu iddiası ile Cumhurbaşkanının ‘onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek şekilde bir fiil veya olgu isnat etmek’ suretiyle ağır eleştiri ve fikir özgürlüğünün sınırlarını aştığı ve bu şekilde atılı suçu işlediği..." görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur. CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesince 17.10.2017 tarih ve 1607-5098 sayı ile itiraz nedeni yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı Cumhurbaşkanına hakaret suçunun unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir. İncelenen dosya kapsamında; Yurt Gazetesinin 29.07.2015 tarihli nüshasının 1-9. sayfasında “Erdoğan'ın Kanlı Planı” başlıklı yazının, “Erdoğan, kendisine bağlı derin güçleri harekete geçirdi. Amaç, kaos ve çatışma ortamı yaratarak AKP'yi yeniden tek başına iktidara getirmek...Planda kan ve gözyaşı var. Tayyip Erdoğan ve hala onun denetiminde olan AKP Hükümetinin kanlı bir planı uygulamaya koyduğu, Ankara'nın bazı mahfillerinde konuşulan hemen hemen tek konu...Türkiye'de 'derin devlet' olarak bilinen Kontrgerilla'yı MİT Emniyet merkezli olarak yeniden yapılandıran Tayyip Erdoğan, kendisine bağlı yasadışı bugücü harekete geçirerek, ülkeyi bir çatışma ve kaos ortamına taşımaya karar verdi..IŞİD'e karşı göstermelik tavır: IŞİD'in Urfa'nın Suruç ilçesinde 31 sosyalist genci bombalı saldırı ile katletmesi ve sınır görevi yapan bir Türk askerinin öldürülmesi, AKP-Erdoğan iktirarını bu dinci terörist örgüte karşı tavır almaya zorladı..PKK ile yeniden savaşın anlamı: Bu durum uygulamaya konulan plana da uygundu. PKK ile ‘çatışmazlık’ denilen ateşkes durumuna son verilecek, böylece yeniden ölümler olacak ve şehit cenazeleri gelecek, bu arada sol gruplar ve örgütler de çatışmanın içine çekilerek halkta bir korku ve panik yaratılacak. Böylece AKP ve Erdoğan halka dönerek şöyle diyecek: ‘Gördünüz mü, AKP tek başına iktidar olma gücünü kaybedince Türkiye nasıl karıştı. Koalisyon lafının bile çıkması ülkeyi bir savaş alanına çevirdi. İstikrar ve güvenlik için AKP'nin tek başına iktidar olması şart..Eğer ülkede yaratılan gerilim, çatışma ve kaos ortamında AKP'ye yüzde 4-5 oranında bir oy kayması sağlanabilirse Erdoğan'ın kanlı palını da başarıya ulaşmış olacak. Plan kanlı, çünkü bu süreçte yüzlerce insan hayatını kaybedecek. Bir yandan IŞİD saldırıları nedeniyle masum yurttaşların can ve mal güvenliği tehdit altına alınırken, diğer yandan Güneydoğu'da yeniden oluk oluk kan akacak. Erdoğan'ı resmen ‘başkan’ gerçekte ise fiilen diktatör yapacak. Böylece Cumhuriyetin yıkılması tamamlanarak, dinci (mezhepçi) faşizan bir rejimin kurulma süreci de tamamlanmış olacak. CHP'nin sol örgütlere haklı olarak yer yer sahip çıkması, onun ‘terörle ilişkili parti’ şeklinde gösterilmesi için kullanılacak.. Gezi/Hazirandirenişini gerçekleştiren kitlelerin ki sayıları 10 milyonun üzerindedir- bir kez daha, bu sefer sonuç almak üzere sokağa çıkmayacağının garantisi yok... Sol ve CHP'nin bu kirli ve kanlı planı topluma etkili bir şekilde anlatarak, Türkiye'nin bütün ilerici, halkçı, yurtsever, cumhuriyetçi ve sol güçlerini birleştirerek harekete geçirmesi, bütün hesapları bozabilir” şeklindeki olduğu, Aynı Gazetenin 30.07.2015 tarihli nüshasının 1-9. sayfasındaki "CHP Kanlı Planın Farkında Değil” başlıklı yazının; “Yurt dün manşetten yayınladığı haber analizde Tayyip Erdoğan ve AKP Hükümetinin kanlı kaos planını açıkladı. Güvenilir kaynaklara ve kendi gözlemlerimize dayandırdığımız haber analizde, AKP-Erdoğan iktidarının 7 Haziran 2015 seçimlerinde ağır bir yenilgiye uğrayarak iktidardan düşmesinin ardından bu planın yürürlüğe konulduğunu vurguladık. Bu kanlı kaos Cumhuriyet Halk Partisinin (CHP) Erdoğan-AKP kliğinin uygulamaya koyduğu bu plandan habersiz olduğu anlaşılıyor. AKP ile koalisyon görüşmelerini sürdüren CHP, bu müzakere trafiği sürecinde oyalandığının bile farkında değil. İktidara ve güvenlik bürokrasisine yakın kaynaklar, CHP'nin ülkenin gerilim, çatışma ve kanlı bir kaos ortamına sürüklenerek adım adım erken seçime götürüldüğünü anlayamadığı ve bu duruma uygun yeni bir politika geliştiremediği belirtiyor. Tayyip Erdoğan'ı diktatör yetkileriyle donatacak bir başkanlık rejimi kurma projesi de suya düştü.. Kanlı kaos planı devreye sokuldu.. Erdoğan ve AKP Hükümeti IŞİD'e karşı başlatıldığı ilan edilen operasyonları hemen, kendi kaos planlarını uygulamaya koyma fırsatına dönüştürdü.. AKP operasyona bazı radikal sol grupları ve Kürt örgütlerini de dahil ederek yaydı. İdeolojik akrabalığının bulunduğu, para ve silah yardımı yaparak, sınırları aşarak ve üs sağlayarak destek olduğu IŞİD'i ise incitmemeye çalıştı. Böylece IŞİD'e karşı başlatıldığı iddia edilen operasyonu esas olarak sola ve Kürt örgütlerine karşı saldırıya dönüştürdü. Sol'a ve Kürt gruplarına doğru çatışmaları yayarak, hem toplumsal muhalefete önderlik edecek güçleri sindirme hem de bir terör ortamı yaratarak toplumda korkuyu yayma niyetini göremeyen CHP, bütün bu süreci sessizce izledi... Oysa planına göre, hem büyük kentlerin sokakları savaş anlarına çevrilecek hem de PKK ile çatışmasızlık denilen ateşkes durumuna son verilerek, yeniden ölümler olacak ve şehit cenazeleri gelecekti. Böylece AKP ve Erdoğan halka dönerek şöyle diyecekti: ‘Gördünüz mü, AKP tek başına iktidar olma gücünü kaybedince Türkiye nasıl karıştı. Koalisyon lafının bile çıkması ülkeyi bir savaş alanına çevirdi. İstikrar ve güvenlik AKP'nin tek başına iktidar olması şart.. Erdoğan Türkiye'yi bir ‘oldubitti’ ye getirerek erken seçime sürükleyecekti.. Erdoğan'ın kanlı planı da başarıya ulaşmı olacak. Bu arada yüzlerce insan hayatını kaybedecek. Güneydoğu'da yeniden kan akacak. Şehit cenazeleri gelecek. Bu arada IŞİD gibi ortaçağ artığı kanlı terör örgütlerine karşı da bazı göstermelik ya da düzmece operasyonlar yapılacak.” şeklinde olduğu ve her iki yazının da sanık Merdan Yanardağ tarafından kaleme alındığı, Adalet Bakanlığınca 06.10.2015 tarihinde sanık hakkında Cumhurbaşkanına hakaret suçundan kovuşturma izni verildiği, Katılan vekilinin şikâyetten vazgeçtiklerine ilişkin dilekçe gönderdiği, Anlaşılmaktadır. Sanık Merdan Yanardağ aşamalarda; "Ben bir gazeteciyim, habercilik faaliyeti içerisinde analiz niteliğinde görüşlerimi yazdım ayrıca Ankara'da güvenilir bulduğum kaynaklardan edindiğim bilgileri kendi gözlemlerimle bir analiz niteliğinde haber olarak bildirdim, amacım kamuoyunu bilgilendirmek ve iktidarı da uyarmaktı, burada bir yorum söz konusudur kaldı ki yazıda söylenmiş olan bir çok şey bugün gerçekleşmiştir 7 Haziran seçimleri iptal edilmiştir % 4 civarında bir oy kayması yaşanmıştır, fiilen silahlar susmuşken seçimden hemen sonra Güneydoğu bölgesinde bir çatışma ortamı olmuştur, nitekim Ak Parti yenilenen seçimde iktidara gelmiştir ancak Türkiye bir başkanlık sistemine doğru sürüklenmektedir, bu çerçevede de yazımızda belirtildiği üzere önce Suruç patlaması ardından Ankara ve İstanbul'da olan patlamalar ülkeyi bir kaos ortamına sürüklemektedir, bunlar yorum olarak verilmiştir ve bu öngörüler de gerçekleşmiştir, 30 yıllık gazeteciyim şuanda ABC isimli internet üzerinden yayın yapan bir gazetenin genel yayın yönetmeniyim çok sayıda kitabım mevcuttur, benim muhalif bir gazeteci olduğum zaten bilinmektedir, bu çerçevede görüşlerimi bildirdim, hakaret kastı mevcut değildir yazılarım içerisinde yorum ve analiz vardır, kullanılan Kanlı Kaos Planı sözleri aslında bir terminolojidir bu nedenle başlıkta kullanılmıştır, bir gün sonra ki nüshada kullanılan ibareler ile sadece iktidarı değil ana muhalefet partisinin de eleştirildiği görülecektir, ben sonuçta hakaret suçumu işlemediğimi düşünüyorum" şeklinde savunma yapmıştır. Uyuşmazlığın esasını oluşturan kanuni düzenlemelerin açıklanması gerekmektedir. 765 sayılı mülga TCK’nın 158. maddesinde düzenlenen, Cumhurbaşkanına hakaret suçunun öğeleri ve bu doğrultuda genel, bu suç açısından da özel bir hukuka uygunluk nedenini oluşturan eleştiri hakkı üzerinde durulmalıdır. Doğal haklardan kabul edilen ifade hürriyeti, çoğulcu demokrasilerde, vazgeçilemez ve devredilemez bir niteliğe sahiptir. Öğretide değişik tanımlara rastlanmakla birlikte, genel bir kabulle ifade/düşünce hürriyeti, insanın özgürce fikirler edinebilme, edindiği fikir ve kanaatlerinden dolayı kınanmama, bunları meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve özgürlüğüdür. Demokrasinin “olmazsa olmaz şartı” olan ifade hürriyeti, birçok hak ve özgürlüğün temeli, kişisel ve toplumsal gelişmenin de kaynağıdır İşte bu özelliğinden dolayı ifade hürriyeti, temel hak ve hürriyetler kapsamında değerlendirilerek, birçok uluslararası belgeye konu olmuş, T.C. Anayasası’nda da ayrıntılı düzenlemelere tabi tutulmuştur. Bu bağlamda; İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 19. maddesinde; “Herkesin görüş ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, karışmasız görüş edinme ve herhangi bir yoldan ve hangi ülkede olursa olsun bilgi ve düşünceleri arama, alma ve yayma özgürlüğünü içerir”, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin;  10. maddesinin 1. fıkrasında; “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir” Hükümlerine yer verilmiş, Anayasa’nın; 25. maddesinde düşünce ve kanaat hürriyeti başlığı altında; “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne amaçla olursa olsun kimse düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz. Düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz”, 26. maddesinde, İHAS’nin 10. maddesinin 1. fıkrasındaki düzenlemeye benzer şekilde; “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir”, Hükümleri yer almış, Ancak, ifade hürriyetinin sonsuz ve sınırsız olmadığı, kısıtlı da olsa sınırlandırılmasının gerekeceği, uluslararası ve ulusal alanda normlara konu edilmiştir. Bu cümleden olarak uluslararası alanda; İHAS’nin; 10. maddesinin 2. fıkrasında, “Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda, gerekli tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kam emniyetinin korunması, nizamın sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı merasime, koşullara, sınırlamalara veya yaptırımlara bağlanabilir”, 17. maddesinde ise; “Bu sözleşme hükümlerinden hiçbiri, bir devlete, topluluğa veya kişiye, Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerin yok edilmesine veya burada öngörüldüğünden daha geniş ölçüde sınırlamalara uğratılmasına yönelik bir etkinliğe girişme ya da eylemde bulunma hakkını sağlar biçimde yorumlanamaz” Şekline düzenlemeler yapılmış, Ulusal alanda ise Anayasa’nın; 2. maddesinde; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir”, 13. maddesinde; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz”, 14. maddesinde; “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz. Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz. Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir”, 26. maddesinin 2 ve devamı fıkralarında ise; “Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir. Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz. Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir” Hükümlerine yer verilmiştir. Anayasa’nın 2, 13, 14 ve 26/2. maddeleri ile İHAS’nin 10/2 ve 17. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde; hürriyetlerin demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak; ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü, kamu güvenliği ve düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli kalması gereken haberlerin yayılmasına engel olunması veya yargı gücünün otorite veya tarafsızlığının korunması için kanunla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlama ve yaptırımlara tabi tutulacağı anlaşılmaktadır. Ancak, ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasına ilişkin düzenlemelerin dar yorumlanması gerektiği, sınırlandırma için, önemli bir toplumsal ihtiyaç veya zorunluluğun bulunması, bu sınırlandırmanın meşru bir amacı gerçekleştirmek için yapılması, sınırlandırmada aşırıya gidilmemesi ve her halükârda gelişimi zedelemeyecek ölçüde yapılması görüşü genel bir kabul görmüştür. Sınırlama veya müdahale için; yasal bir düzenleme, sınırlamanın meşru bir amacı, fıkrada sayılan sınırlama nedenlerinin bulunması, sınırlamanın meşru amaçla orantılı ve önlemin demokratik toplum bakımından “zorunlu” olması gerekmektedir. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne göre; “Sınırlama için belli bir sınırlama nedeninin varlığı yeterli olmayıp, aynı zamanda demokratik bir toplum bakımından zorunluluk bulunmalıdır. Zorunluluk, ölçüsüz bir sınırlamaya olanak tanımaz. Üye devletlere sınırlamada bir takdir alanı tanınmakla birlikte, ifade özgürlüğünün önemi nedeniyle devletler üzerindeki denetim sıkı olmalı, sınırlandırma zorunluluğu inandırıcı bulunmalıdır. Dolayısıyla, sınırlamalar dar ve sınırlayıcı bir ölçüde yorumlanmalıdır. ‘Kamu düzeni’ genel hükmünde düşünülebilecek sınırlama nedenleri, genel çıkarların, yargı gücünün otorite ve yansızlığının ve başkalarının ünü ya da haklarının korunması amacıyla sınırlamaya konu olabilir. Anılan önlemin izlenen meşru amaçla sınırlı olması şeklinde ifade edilen ölçülülük ilkesi,demokratik bir rejimin dayandığı ‘değerler’, (çoğulcu, hoşgörülü, hukuka ve bireysel özgürlüklere saygılı) öne çıkarılarak titiz ve derinleştirilmiş bir denetime tâbi tutulmalıdır” (Prof. Dr. İ.Özden Kaboğlu; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nde İfade Özgürlüğü, sh. 111 ve 112.) “Demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden birini ve toplumun ilerlemesi ve bireyin özgüveni için gerekli temel şartlardan birini teşkil eden ifade hürriyeti, sadece kabul gören veya zararsız veya kayıtsızlık içeren bilgiler veya fikirler için değil aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir. Bunlar demokratik bir toplumun olmazsa olmaz tölerans ve hoşgörünün gerekleridir” (Prof. Dr. D.Tezcan, Yrd. Doç. Dr. M. R. Erdem, Yrd.Doç.Dr.O.Sancaktar, Türkiyenin İnsan Hakları Sorunu, 2.Baskı, sh.462.). Günümüz özgürlükçü demokrasilerinde, istisnaları dışında, geniş bir yelpazeyle düşünceyi açıklama korunmakta ve ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilmek suretiyle özgürlüğün sağladığı haklardan en geniş şekilde yararlandırılmaktadır. Ne var ki; iftira, küfür, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik bulunan ifadeler ise düşünce özgürlüğü bağlamında hukuki koruma görmemekte, suç sayılmak suretiyle cezai yaptırımlara bağlanmaktadır. Bu kapsamda, Cumhurbaşkanına hakaret ve sövme fiillerini yaptırıma bağlayan 765 sayılı mülga TCK’nın 158 ve aynı eylemleri yaptırıma bağlayan 5237 sayılı TCK’nın 299. maddeleri incelendiğinde; 765 sayılı mülga TCK’nın 158. maddesinde “Reisicumhura muvacehesinde hakaret ve sövme fiillerini işleyenler..... cezalandırılır. Hakaret ve sövme Reisicumhurun gıyabında vaki olmuş ise faili, bir seneden üç seneye kadar hapis olunur. Reisicumhurun ismi sarahaten zikredilmeyerek ima veya telmih suretiyle vaki olsa bile mahiyeti itibariyle Reisicumhura matufiyetinde tereddüt edilmeyecek derecede karineler varsa tecavüz sarahaten vuku bulmuş addolunur” hükmüne yer verilmiş, Aynı fiiller 5237 sayılı TCK’da hakaret ve sövme ayrımının kaldırılması nedeniyle, Cumhurbaşkanına hakaret suçlarını yaptırıma bağlayan 299. maddesinde, “(1) Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Suçun alenen işlenmesi hâlinde, verilecek ceza altıda biri oranında artırılır” şeklinde düzenleme yapılmıştır. Her iki maddedeki suçun maddi unsuru, “hakaret ve sövme” teşkil edecek herhangi bir harekettir. Söz konusu hareketler söz, yazı, resim, işaret veya benzeri vasıtalarla gerçekleştirebilir, ancak hakaret ve sövme içeren bu eylemlerin Cumhurbaşkanına matufiyeti şarttır. Maddedeki hakaret ve sövme terimleri 765 sayılı mülga TCK’nın 480 ve 482, 5237 sayılı TCK’nın 125. maddelerine göre belirlenecektir. Bu suçla Cumhurbaşkanlığının fonksiyonları değil Cumhurbaşkanının şeref varlığı korunmaktadır. Genel hakaret ve sövme suçlarında olduğu gibi Cumhurbaşkanına hakaret ve sövme suçunun oluşması için de; onun sosyal değeri konusunda kendisinin veya toplumun sahip olduğu düşünce ve duyguları sarsıcı fiil veya sıfatlar isnat veya izafe edilmelidir. Ne tür hareketlerin şeref ve itibarı ihlal edici olduğu, toplumda hâkim olan ortalama düşünüş ve anlayışa göre belirlenmelidir, bunu tayinde ölçü bireyin özel duyarlılığı değildir, bu itibarla basit bir saygısızlık hakaret ve sövme olarak nitelendirilemez. (Erman S.Hakaret ve Sövme Suçları, s.80 vd.) Suçun işlenmesi için genel kast yeterlidir, failde siyasi veya Devlet Başkanlığı sıfat ve görevi ile ilgili saik aranmasına gerek bulunmamaktadır. Bir eylemin hukuk düzeni tarafından cezalandırılması ancak onu hukuka uygun kılan diğer bir anlatımla hukuka aykırılığı ortadan kaldıran bir nedenin bulunmamasına bağlıdır. Bu kapsamda, basın yoluyla işlenen suçlarda hukuka uygunluk nedeni oluşturan haber verme ve eleştiri hakkı üzerinde de durulmasında yarar bulunmaktadır. Temelini Anayasa'nın 28 ve devamı maddelerinden alan haber verme ve eleştirme hakkının kabulü için, açıklama veya  eleştiriye konu olan haberin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamu ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekliyle konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması gerekir. Düşünce özgürlüğü ve dolayısıyla eleştiri, demokratik toplumlarda vazgeçilmez bir haktır. Toplumun ilerlemesi ve yararı için zorunludur. İfade özgürlüğü sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenilmeye değmez görülen haber ve düşünceler için değil, devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bu demokratik toplum düzeninin ve çoğulculuğun gereğidir. Eleştiri de kaynağını b özgürlükten alır, eleştirinin doğasından kaynaklanan sertlik suç oluşturmaz, eleştiri övgü olmadığına göre, sert, kırıcı ve incitici olması da doğaldır. Ancak, eleştiri hak ve görevi kötüye kullanılmamalı, yazıda küçültücü, incitici, abartılı sözlerden kaçınılmalıdır. Sayılan öğelerden birisinin olmaması hâlinde, haber verme ve eleştiri hakkından söz edilemeyecek, eylem hukuka aykırı olacaktır. Bu kapsamda, Devletin birliğini temsil eden Cumhurbaşkanlığı makamının da diğer anayasal ve yasal kurumlar gibi eleştiriye açık olması doğaldır. Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde; Yurt Gazetesinin 29.07.2015 tarihli nüshasının 1-9. sayfasındaki “Erdoğan'ın Kanlı Planı” başlıklı ve aynı Gazetenin 30.07.2015 tarihli nüshasının 1-9. sayfasındaki "CHP Kanlı Planın Farkında Değil” başlıklı yazıları nedeniyle Cumhurbaşkanına hakaret suçundan cezalandırılması talebiyle katılan vekilinin şikâyet etmesi üzerine sanık Merdan Yanardağ hakkında Adalet Bakanlığınca 06.10.2015 tarihinde verilen “Olur” üzerine yapılan soruşturmada, şikâyete konu 29.07.2015 tarihli yazının manşetten “Erdoğan'ın kanlı planı” başlığı ile verildiği ve 9. sayfada aynı başlıkla devam ettiği, yazı içeriğinin özetle “Erdoğan kendisine bağlı derin güçleri harekete geçirdi. Amaç kaos ve çatışma ortamı yaratarak AKP'yi yeniden tek başına iktidara getirmek. Ankara'nın bazı köşelerinde Tayyip Erdoğan'ın AKP'yi yeniden tek başına iktidara getirmek ve başkanlık rejimini yaşama geçirmek için karanlık bir plan uygulamaya koyduğu belirtilmiştir. Planda kan ve gözyaşı var. Plana göre sol örgütler ve PKK ile çatışma ortamı yaratılarak gerilim tırmandırılacak. HDP'ye dava açılacak. Koalisyonlar döneminin kaosu daha da büyüteceği teması işlenerek ülke elden seçime götürülecek” şeklinde olduğu, 9. sayfada aynı başlıkla yazının ayrıntılarının verildiği, 30.07.2015 tarihli manşette ise “CHP kanlı planın farkında değil” başlığı ile özetle “Erdoğan ve yandaşları AKP'nin tek başına iktidar olması için erken seçimi zorluyor. Bu nedenle ülkeyi kan gölüne çevirecek planı uyguluyor. CHP ise olan biteni adeta seyrediyor. Erdoğan'dan önce ilk savaşın eşiğindeki bir Türkiye'de yeniden seçime giderek HDP'yi baraj altında bırakmak. Halkta korku ve panik yaratmaktır. Bu amaçla operasyonlara sol ve kürt örgütler de dahil edilmekte. Erdoğan MHP'deki milliyetçi oyları da alabilmek için gerginliği tırmandıracaktır. AKP'nin koalisyonla oyaladığı CHP sola yönelik saldırı karşısında sessiz. CHP bu kirli oyuna karşı çıkmalı” şeklinde olduğu ve sanığın belirtilen yazıları nedeniyle Cumhurbaşkanına hakaret etme suçundan cezalandırılmasına karar verilen dosyada; Düşünce özgürlüğü ve dolayısıyla eleştiri, demokratik toplumlarda vazgeçilmez bir haktır. Toplumun ilerlemesi ve yararı için zorunludur. İfade özgürlüğü sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenilmeye değmez görülen haber ve düşünceler için değil, devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bu demokratik toplum düzeninin ve çoğulculuğun gereğidir. Eleştiri de kaynağını bu özgürlükten alır, eleştirinin doğasından kaynaklanan sertlik suç oluşturmaz, eleştirinin övgü olmamasına göre, sert, kırıcı ve incitici olması da doğaldır. Cumhurbaşkanı'na hakaret suçundan mahkûmiyetinin zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık gelip gelmediği ve gerçekleşmesi amaçlanan meşru amaçla orantılı olup olmadığı açısından, siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyledaha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik  eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu her zaman vurgulanmıştır. Sanık Merdan Yanardağ’ın gazeteci olması, olayın gerçekleşme koşulları ve demokratik toplumun zorunlu unsurlarından olan eleştirme, yorumlama işlevi ve Anayasanın 26, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddeleri gözetildiğinde; yazı içeriklerinin ifade ve basın özgürlüğü kapsamında kaldığından Cumhurbaşkanına hakaret suçunun unsurları itibarıyla oluşmadığına karar verilmelidir. Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının haklı nedene dayanmayan itirazının reddine karar verilmelidir SONUÇ : Açıklanan nedenlerle; 1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE, 2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 10.05.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi."
Muhabir: Fırat Yeşilçınar