Büyük şair, "Toplumcu Gerçekçi" akımının öncüsü Nazım Hikmet’in ölüm yıl dönümü. Nazım Hikmet Ran 3 Haziran 1963’te Moskova'da geçirdiği kalp krizi nedeniyle vefat etmişti. Memleket hasretiyle hayata gözlerini yuman Nazım, antiemperyalist, yurtsever bir şair olarak tüm dünyanın tanıdığı bir şair olarak hafızlara kazındı. Nazım Hikmet'in aramızdan ayrılışının 58. yılında büyük ustanın kendi seslendirdiği "Memleketim" şiiri sizlerle...

Dünyaya Türk şiirini tanıtan şair Nazım Hikmet, bundan 58 yıl önce vatanına olan hasretini gideremeden vefat etti. Türkçe’nin büyük şairi Nazım Hikmet’in şiirleri bugün dünyanın dört bir yanında yankılanıyor. İşte, Nazım Hikmet’in hayatı… NAZIM HİKMET RAN KİMDİR? Memleket hasreti ile Moskova’da yaşamını yitirmişti Nazım Hikmet. Şiirleri elliden fazla dile çevrildi. Dünyanın okuduğu bir isim oldu. Kuvay-i Milliye Destanı ile İstiklal Savaşı’nın en nadide eserini yazmıştı. 15 Ocak 1902 yılında Selanik’te dünyaya gelen Nazım Hikmet, ilk şiiri Feryad-ı Vatan’ı 1913 yılında kaleme almıştır. Mekteb-i Sultani’de öğrenim görmeye başlayan Nazım Hikmet, bir aile toplantısında yazdığı kahramanlık şiirini okuması ile Bahriye Nazırı Cemal Paşa tarafından keşfedildi. Bahriye Mehtebi’ne giderek öğrenimini başarı ile tamamladı. Mezuniyetinin ardından Hamidiye gemisinde stajyer subay olarak göreve başladı. Bir süre sonra bazı nedenlerden dolayı ordudan ayrıldı. Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra Moskova’da Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde Siyasi Bilimler ve İktisat bölümü okudu. İlk şiir kitabı 28 Kanunisani’i Moskova’da yayınladı. Ardından Türkiye’ye dönerek Aydınlık Dergisinde çalışmaya başladı. Dergide yazdıkları şiir ve yazılardan ötürü hakkında 15 yıl hapis istendi. O sırada Sovyet Rusya’ya gitti. 1928 Af Kanunu ile cezası kaldırıldı. Tekrak Türkiye’ye dönerek Resimli Ay dergisinde yazılar yazmaya başladı. 1938 yılında burada da yazdıklarından dolayı 12 yıl hapis cezası aldı. 1951 yılında Bakanlar Kurulu tarafından Türk Vatandaşlığından çıkarılan Nazım Hikmet, büyük dedesinin memleketi olan Polonya vatandaşlığına geçti ve Borzecki soyadını aldı. 3 Haziran 1963 yılında geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. ŞAİR YAŞAMI Nazım Hikmet ilk şiirlerini hece ölçüsü kuralları içinde yazdı. Yazdıkları le kısa zamanda diğer şairlere fark attı. Hece ölçüsü ile yetinmeyerek şiirleri için başka formlar bulma arayışına girdi. Sovyet Rusya’da kaldığı yıllar sırasında şiirlerinde bulmaya çalıştığı yeni ve farklı formlara ulaştı. Bu sebeple hem içerik hem de biçim yönünden dönemin şairlerinden farklı bir yol izledi. Şiirlerinde uzun yıllar benimsediği hece ölçüsünden vazgeçerek serbest ölçüde yazmaya başladı. Yine o dönem Sovyet şairlerinden esinlenerek şiirlerine farklı bir boyut kazandırdı. Yazdıkları Fikret Kızılok, Cem Karaca, Fuat Saka, Grup Yorum, Ezginin Günlüğü, Zülfü Livaneli gibi usta sanatçılar tarafından seslendirildi. Buna ek olarak birçok eseri de Yeni Türk’ün eski üyelerinden Selim Atakan tarafından bestelendi. Yine Fuat Saka tarafından iki adet şiiri bestelenerek albüme dahil edildi. UNESCO tarafından Nazım Hikmet Yılı olarak kabul edilen 2002 yılında dönemin ünlü bestecisi Suat Özönder, “Şarkılarda Nazım Hikmet” isimli albüm oluşturdu. DAVA VE SÜRGÜN YILLARI 1925 – Ankara İstiklâl Mahkemesi Davası 1927 – 1928- İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Davası 1928 – Rize Ağır Ceza Mahkemesi Davası 1928 – Ankara Ağır Ceza Mahkemesi Davası 1931 – İstanbul İkinci Asliye Ceza Mahkemesi Davası 1933 – İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Davası 1933 – İstanbul Üçüncü Asliye Ceza Mahkemesi Davası 1933 – 1934 – Bursa Ağır Ceza Mahkemesi Davası 1936 – 1937 – İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Davası 1938 – Harp Okulu Komutanlığı Askerî Mahkemesi Davası 1938 – Donanma Komutanlığı Asker NAZIM HİKMET'İN UNUTULMAZ ŞİİRLERİ AĞLAMAK MESELESİ “Nasıl etmeli de ağlayabilmeli farkına bile varmadan? Nasıl etmeli de ağlayabilmeli ayıpsız, aşikare, yağmur misali?” ANAYAMADILAR “Biz ince bel, ela göz, sütun bacak için sevmedik güzelim Gümbür gümbür bir yürek diledik kavgamızda Ateşin yanında barut, barutun yanında ateş olasın diye!.. . Rakı sofralarında söylenip, acı tütün çiğnercesine sevdik ANLAYAMADILAR…” AŞK MÖNÜSÜ “Sen sabahlar ve şafaklar kadar güzelsin Sen ülkemin yaz geceleri gibisin Saadetten haber getiren atlı kapını çaldığında Beni unutma Ah! saklı gülüm Sen hem zor hem güzelsin Şiirlerimin ılıklığında açılmalısın Sana burada veriyorum hayata ayrılan buseyi Sen memleketim kadar güzelsin Ve güzel kal” BEN SENDEN ÖNCE ÖLMEK İSTERİM “Ben senden önce ölmek isterim. Gidenin arkasından gelen gideni bulacak mi zannediyorsun? Ben zannetmiyorum bunu. iyisi mi, beni yaktırırsın, odanda ocağın üstüne korsun içinde bir kavanozun. Kavanoz camdan olsun, şeffaf, beyaz camdan olsun ki içinde beni görebilesin Fedakârlığımı anlıyorsun : vazgeçtim toprak olmaktan, vazgeçtim çiçek olmaktan senin yanında kalabilmek için. Ve toz oluyorum yaşıyorum yanında senin. Sonra, sende ölünce kavanozuma gelirsin. Ve orada beraber yatarız külümün içinde külün ta ki bir savruk gelin yahut vefasız bir torun bizi ordan atana kadar…” BİR ACAYİP DUYGU “«Mürdüm eriği çiçek açmıştır. — ilkönce zerdali çiçek açar mürdüm en sonra — Sevgilim, çimenin üzerine diz üstü oturalım karşı-be-karşı. Hava lezzetli ve aydınlık — fakat iyice ısınmadı daha — çağlanın kabuğu yemyeşil tüylüdür henüz yumuşacık… Bahtiyarız yaşayabildiğimiz için.” RUHUM “Ruhum gözlerini yumuşacık yum kucağımdaymışsın gibi bırak kendini ninni, uykunda unutma beni ninni… Gözlerini yumuşacık yum yeşil ela gözlerini ninni ruhum ninni Sen yukarda yemişli dalların içindesin, yeşil gözlerin güneş dolu, dudakların bala bulanmış ben ağacın dibindeyim, bir ayağım çukurda… Ben senden çok önce gideceğim, sen bensiz kalacaksın ihtiyarlığında…” GÖZLERİNE BAKARKEN “Gözlerine bakarken, güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma. bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde, kayboluyorum… Yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum, Durup dinlenmeden değişen ebedi madde gibi gözlerin: sırrını her gün bir parça veren. fakat hiç bir zaman; büsbütün teslim olmayacak olan…” HASRET “Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli, belini sarmayalı, gözünün içinde durmayalı, aklının aydınlığına sorular sorular sormayalı, dokunmayalı sıcaklığına karnının. Yüz yıldır bekliyor beni bir şehirde bir kadın. Aynı, daldaydık, aynı daldaydık Aynı daldan düştük ayrıldık. Aramızda yüz yıllık zaman, yol yüzyıllık.” HERKES GİBİ “Gönlümle baş başa düşündüm demin; Artık bir sihirsiz nefes gibisin. Şimdi ta içinde bomboş kalbimin Akisleri sönen bir ses gibisin Mâziye karışıp sevda yeminim, Bir anda unuttum seni, eminim Kalbimde kalbine yok bile kinim Bence artık sen de herkes gibisin.” HOŞGELDİN KADINIM “Hoş geldin kadınım benim hoş geldin ayağını bastın odama kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi güldün, güller açıldı penceremin demirlerinde ağladın, avuçlarıma döküldü inciler gönlüm gibi zengin hürriyet gibi aydınlık oldu odam.. Hoş geldin kadınım benim hoş geldin.” İKİMİZ “İkimiz de biliyoruz, sevgilim öğrettiler: aç kalmayı, üşümeyi, yorgunluğu ölesiye ve birbirimizden ayrı düşmeyi. Henüz öldürmek zorunda bırakılmadık ve öldürülmek işi geçmedi başımızdan. İkimiz de biliyoruz, sevgilim, öğretebiliriz: dövüşmeyi insanlarımız için ve her gün biraz daha candan biraz daha iyi sevmeyi…” SENİ DÜŞÜNMEK “Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey Dünyanın en güzel sesinden En güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey Fakat artık ümit yetmiyor bana, Ben artık şarkı dinlemek değil Şarkı söylemek istiyorum…” SEVİYORUM SENİ “Seviyorum seni denizi uçakla ilk defa geçer gibi. İstanbul’da yumuşacık kararırken ortalık içimde kımıldanan bir şeyler gibi, Seviyorum seni ‘Yaşıyoruz çok şükür!’ der gibi.” KAR KESTİ YOLU “Kar kesti yolu sen yoktun oturdum karşına dizüstü seyrettim yüzünü gözlerim kapalı Gemiler geçmiyor uçaklar uçmuyor sen yoktun karşında duvara dayanmıştım konuştum, konuştum, konuştum ağzımı açmadan Sen yoktun ellerimle dokundum sana, ellerim yüzümdeydi” KARIMA MEKTUP “Bir tanem! Son mektubunda: “Başım sızlıyor yüreğim sersem!” diyorsun. “Seni asarlarsa seni kaybedersem;” diyorsun; “yaşayamam!” Yaşarsın karıcığım, kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda; yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı en fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı.” MAVİ GÖZLÜ DEV “O mavi gözlü bir devdi. Minnacık bir kadın sevdi. Kadının hayali minnacık bir evdi, bahçesinde ebruli hanımeli açan bir ev. Bir dev gibi seviyordu dev. Ve elleri öyle büyük işler için hazırlanmıştı ki devin, yapamazdı yapısını, çalamazdı kapısını bahçesinde ebruli hanımeli açan evin” MÜNEVVERİN DOĞUM GÜNÜ “Yapraklara dallara, yeşillere, allara, nice nice yıllara gülüm, nice nice yıllara. Yaprak dala, al yeşile yaraşır, gayrı bundan böyle vermem seni ellere..” PİRAYE İÇİN YAZILMIŞ SAAT 21-22 ŞİİRLERİ “Ne güzel şey hatırlamak seni: bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin ve saçlarında vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının… İçimde ikinci bir insan gibidir seni sevmek saadeti…” PİRAYE İÇİN YAZILMIŞ SAAT 21-22 ŞİİRLERİ “O şimdi ne yapıyor, şu anda, şimdi? Belki dizinde bir kedi yavrusu var, okşuyor. Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir, – her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren sevgili, canımın içi ayaklar!… – Ve ne düşünüyor beni mi? Yoksa ne bileyim fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi? Yahut, insanların çoğunun neden böyle bedbaht olduğunu mu?” SEVGİLİM “Sevgilim yalan söylersem sana Kopsun ve mahrum kalsın dilim Seni seviyorum demek bahtiyarlığından Sevgilim yalan yazarsam sana Kurusun ve mahrum kalsın elim Okşayabilmek saadetinden seni Sevgilim yalan söylerse sana gözlerim iki nadim gözyaşı gibi avuçlarıma aksınlar Ve göremesinler seni bir daha” PİRAYE İÇİN YAZILMIŞ SAAT 21-22 ŞİİRLERİ “Çiçekli badem ağaçlarını unut. Değmez, bu bahiste geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı. Islak saçlarını güneşte kurut: olgun meyvelerin baygınlığıyla pırıldasın nemli, ağır kızıltılar… Sevgilim, sevgilim, mevsim sonbahar.” YAŞAMAYA DAİR “Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak. Yaşamayı ciddiye alacaksın, yani o derecede, öylesine ki, mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, yahut kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinle bir laboratuvarda insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.” YİNE SANA DAİR “Sende; ben, kutba giden bir geminin sergüzeştini, Sende; ben, kumarbaz macerasını keşiflerin, Sende uzaklığı, Sende; ben, imkansızlığı seviyorum. Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine Ve kan ter içinde, aç ve öfkeli, Ve bir avcı istihasıyla etini dişlemek senin. Sende, ben, imkansızlığı seviyorum, Fakat asla ümitsizliği değil…” TAHİR İLE ZÜHRE MESELESİ “Seversin dünyayı doludizgin ama o bunun farkında değildir ayrılmak istemezsin dünyadan ama o senden ayrılacak yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı? Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden? Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.” GÜZ “Günler gitgide kısalıyor, yağmurlar başlamak üzre. Kapım ardına kadar açık bekledi seni! Niye böyle geç kaldın?” BÜYÜK USTA NAZIM HİKMET'İN AZ BİLİNEN ŞİİRLERİ HENRİ MARTİN'İN SESİ Sen buradasın Henri Martin Türkülerle ve bayraklarla karşıladık seni Arkamızda bütün Berlin Türkülerimiz gençliğin türküsüydü yaşamın türküsü barışın türküsü alnına çizgi, saçına ak düşmemişlerin türküsü. Güvercinler havalandı bayraklarımızın gösterdiği yoldan gökyüzüne. Sen önümüzdeydin, yakışıklı ve yürekli, Deniz gibiydin, deniz misali güneşin ışıltısında Bizse kıyıydık, dağlardık, fırtınalı ve güçlü bir rüzgâr gibi haykıran sesinle gürleyen bir ormandık. Konuştun bizimle. Biliriz sesini biz senin. Yüzünü bildiğimiz gibi en yakın dostumuzun, biliriz sesini Henri Martin. Sesin dedi ki bize: “Fırsat vermeyin kardeşlerimizi öldürmelerine, Çekip çıkarın onları hapisane duvarlarından” Biliriz sesini biz senin kardeşim, O ses... O ses öyle bir şeydi ki... ölüm hakimlerinin yüzüne inen bir tokat gibiydi. Ve hükümden sonra sevdalın senin bir tüy gibi narin, başladı ağlamaya. Senin erkekçe sesin okşadı onu şefkatli bir sitemle süngülerin arasından, demirden çember örmüş olan süngülerin... Dedi ki sesin senin: “Tut gözyaşlarını asker karısı gösterme düşmana” Biliriz sesini biz senin Henri Martin. Biz ki doğruya kulak verenlerdeniz biz ki hakkımız var sevdalanmaya, çocuklar doğurmaya, yaşlanmaya, huzurlu bir ihtiyarlığa, yanı başımızda oynayan torunlarla... Biz ki, ne öldürmek ne öldürülmek isteriz Biliriz sesini biz senin Henri Martin, avcumuzun içi gibi. Sen buradaydın Henri Martin, burada, Berlin’de, herkesin gözü önünde. Ağustos’un beşinde bu bin dokuz yüz elli bir yılının. Biz siyahı, sarısı, beyazı, yüz dört ülkeden delikanlı ve kız, dinmeyen alkışlarla karşıladık seni türküler ve yükselen bayraklarla, sana çiçekler sunduk. Ve iki kat daha fazla sevdik biz Fransa’yı anaların nice bahadırlar doğurduğu senin gibi... BÜTÜN YOLCULUK BOYUNCA HASRET AYRILMADI BENDEN Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden gölgem gibi demiyorum çünkü hasret yanımdaydı zifiri karanlıkta da Ellerim ayaklarım gibi de değil uykudayken yitirirsin elini ayağını ben hasreti uykuda da yitirmiyordum Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden açlıktı, susuzluktu demiyorum sıcakta soğuğu, soğukta sıcağı aramak gibi de değil giderilmesi imkânsız bir şey ne sevinç ne keder şehirlerle bulutlarla türkülerle de ilgisiz içimdeydi dışımdaydı Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden zaten elimde ne kaldı bu yolculuktan hasretten gayrı BİR UCU BİR KUYUDA KAYBOLAN RÜZGÂRLI BİR ŞOSEDE Bir ucu bir kuyuda kaybolan rüzgârlı bir şosede bana doğru yaklaşıyor kavuşma saatımız yalnayak yüzü saçlarıyla örtülü kavuşma saatımızın bir de ağır yürüyor ki deli olmak işten değil Bana doğru yaklaşıyor kavuşma saatımız yalnayak ben de telefon direğine bağlıyım kollarımdan yüreğim de yorgun mu yorgun duracak nerdeyse bir de alnıma bir su damlıyor aynı yere artsız arasız Bana doğru yaklaşıyor kavuşma saatımız yalnayak ben de seni düşünüyorum da seni düşünüyorum ben de seni düşündükçe o da ağırlaştırıyor yürüyüşünü bu böyle giderse yıkılabilirim direğin dibine o yanıma varmadan.