Gelecek Partisi Lideri Ahmet Davutoğlu, AKP iktidarının yarattığı ekonomik krizde yandaşların zengin olurken halkın gün geçtikçe fakirleşmesine tepki göstererek, "Bir yüzükle geldiniz ama siz milletin oyuyla gideceksiniz” dedi. 

Gelecek Partisi Genel Başkanı Davutoğlu İstanbul’da Hür Düşünce Hareketi’nin Genel Kurulu’na katıldı. Davutoğlu’nun burada yaptığı konuşmasının satır başları şöyle:

"ATATÜRK VE BÜTÜN SİLAH ARKADAŞLARINA BORCUMUZDUR BU"

“Her şeyden önce selefim Adnan Menderes, Fatih Rüştü Zorlu selefimizi ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ı rahmetle anıyorum. Kendilerini devletin sahibi sananlar, her zaman o devlete kendi rengini vermeye çalışırlar. Devletin gerçek sahibi sadece ve sadece millettir. Devletin kurumları da bugün olduğu gibi ‘şahsım devleti’ diyerek şahsileştirilen tavırlar da devlete ve devlet kültürümüze en büyük ihaneti kendisinde barındırır. Silahlı kuvvetler üzerinden güç elde etmenin bir yol olduğunu gören FETÖ denilen bir şebeke de bu kuvveti kullanarak bize 15 Temmuz’u yaşatmaya çalıştı. Bütün bu tecrübeler üzerinde yeni bir eşikteyiz. Demokrasi kültürümüzü ayağa kaldırmak zorundayız. Adnan Menderes’e, Fatih Rüştü Zorlu’ya Hasan Polatkan’a borcumuzdur. Devletimizi ayağa kaldırmak zorundayız. Balkan Savaşı’ndan İstiklal Harbi’nin sonuna kadar her cephede şehit düşen dedelerimize ve cumhuriyetimizin kurucularına Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve bütün silah arkadaşlarına ve şehitlerimize borcumuzdur bu.

"GİZLEDİĞİMİZ BİR ŞEY YOK"

İktidar bizi eleştirirken ‘Altı farklı bileşenden ne çıkacak’ diye soruyor. Anlamıyorlar. Gerçekten en büyük gücümüz, altı farklı bileşenin bir masa etrafında toplanmış olmasıdır. Biz bunu tereddütsüz yaptık. En büyük gururumuz da tanzimattan bu yana modernleşme tecrübemizle ürettiğimiz her siyasi akımın temsilcileri o masa etrafında. Kendilerinin ise örtülü bir masası var. İlişkileri berrak, şeffaf değil. Bizim metinlerimiz ne yaptığımız belli. Acaba Sayın Erdoğan ile sayın Bahçeli kapalı kapılar arkasında neyi konuşuyor biliyor muyuz? Kendi kurmayları biliyor. Mafyalar, organize suç örgütleri ile anılan insanlarla girilen ilişkiler, her gün daha önce Türkiye’nin en büyük düşmanı ilan edilen yabancı güçlerin ülkeleri şimdi en büyük dost haline gelmesi, hangi dinamiklerin eseri? Şeffaf olmayan hiçbir şey kalıcı değildir. Biz şeffaf bir masa kurduk. Hepimizin adı belli. Gizlediğimiz bir şey yok. Ama onların bir seçim kazanmak için açık bir suç teşkil edecek şekilde kırmızı bültenle aranan bir teröristi televizyonlara çıkardıkları bu tarih hafızasında duruyor. Bir gün onlar da sorulur. Kapsayıcı demokrasinin gerçekleşebilmesi için altı ana unsurun hayata geçirilmesi gerektiğine inanıyorum. Birincisi ortak aidiyet bilinci. Hani iktidardakiler milli beka diyorlar ya, emin olunuz milli bekamızı dış güçler tehdit edemezler. Ettiler. İşte 9 Eylül’de İzmir’den çekip gittiler. Milli bekamızı içeriden de bazı unsurlar tek başlarına tehdit edemezler. Milli bekamızın en büyük tehdidi, Türkiye’nin her bir köşesindeki her mezhepten, her inançtan, her düşünceden vatandaşların ‘Ben bu ülkeye sahibim, bu ülkeye aitim ve ben bu ülkenin gerçek anlamda geleceğini belirleyecek güce sahibim’ demesidir. Etnik ve mezhep kimlikleri üzerinden herhangi bir ayrıştırma ile şu veya bu makamlara şu veya bu kişilerin gelip gelemeyeceğini tartışmayı, bu milletin derin tarihi tecrübesi adına zül addederim, hakaret addederim.

"KILIÇDAROĞLU'NUN HELALLEŞME TAVRI TAKDİRE ŞAYANDIR"

Geniş muhafazakâr kesimlerin ‘28 Şubat’ı tekrar yaşatırız’ korkusuyla iktidara destek vermeye zorlayan iktidar sahiplerine söylüyorum. 28 Şubat’a biz başımız dik direnmiştik. Ama eğer siz yolsuzluklarınızı 28 Şubat mağduriyetleri üzerinden örtmeye kalkarsanız, size de yine aynı başı dik tavır ile direniriz, mücadele ederiz. Milli ve manevi değerlerimiz, hiçbir yanlışlığın, hiçbir hatanın yolsuzluğun örtüsü olarak kullanılamaz, kullanılmayacak. İşte bunun teminatı da biziz. Bu ülkede biri tekrar 28 Şubat yaşatmak isterse, yaşatmak isteyenlere karşı, Jakoben laikliğe karşı, özgürlükçü laikliği de milli ve manevi değerleri de savunacak olan biziz. İktidarın 28 Şubat istismarına son verecek kadrolar da yaklaşımlar da biziz. Bu açıdan Sayın Kılıçdaroğlu’nun son dönemlerde, helalleşme başta olmak üzere sergilediği tavır doğrudur ve takdire şayandır. Ve herkesin aynı tavrı sergilemesi lazım. Altılı masa ortak aidiyet bilincinin referans mekânı olacaksa, hepimiz bilelim ki ‘Ben’ diyerek konuşmayacağız. ‘Biz’ diyeceğiz, biz yapacağız, biz değiştireceğiz ve Türkiye’yi fikri hür, vicdanı hür kadrolar, hep beraber omuzlayacağız. https://tele1.com.tr/kilicdaroglundan-borsada-donen-manipulasyona-yanit-kucuk-yatirimcinin-caldiginiz-parasini-size-odetecegim-701782/ Altılı masa yemek yemek için bir araya gelmiyor. Her yerde yemek yeriz. Yemeğe ihtiyacımız yok. Ama altılı masada o liderlerden birini gören bir toplum kesimi ‘Ben de oradayım’ diyorsa, o altılı masa milliyetçi, muhafazakâr, sol, demokrat, liberal herkesi barındırıyorsa Türkiye’yi birleştiriyor demektir.

“KİMSE SİYASİ ÇIKARLAR YÜZÜNDEN TOPLUMU BÖLMESİN”

Açık ve net ifade edeyim. Ben bir Türk’üm. Ama Kürt vatandaşlarımızın haklarına herhangi bir halel gelirse ilk sesini yükseltecek olan benim ve biz olacağız. Ben bir Sünni’yim ama Alevi vatandaşlarımızın hakları, hukuku konusunda ne kadar özen gösterdiğim bilinir. O hakların herkesten önce savunucusu biz olacağız. Kimse siyasi çıkarlar yüzünden toplumu bölmesin, ayrıştırmasın. Açıklamalarımızla yeni tartışmalar yaratmaktansa, vizyonumuzla yeni bir ufuk çizelim hep beraber. Birincisi ortak aidiyet bilinci dedim. İkincisi, kapsayıcı demokrasinin meşruiyet temeli, insan hakları ve özgürlük güvenlik anlayışıdır. İnsan haklarına dayanmayan hiçbir siyasal düzen yaşayamaz. İnsan haklarına dayanmayan hiçbir siyasal düzen meşru olamaz.

"HERKES DENETLENECEK"

Üçüncüsü, kapsayıcı demokrasinin kurumsal temeli, demokratik hukuk devleti. Güç dengelerine, kuvvetler ayrılığına dayalı demokratik hukuk devleti. Namık Kemal’den beri bu böyledir. Arayış hep böyle. Kuvvetler ayrılığı. Herkes denetlenecek. Kimse hukuk karşısında özel bir statüye sahip değildir olumlu ya da olumsuz anlamda. Parlamenter sistemi ihya edeceğiz. 12 Eylül’e dayalı kapsayıcı demokrasi olmaz. 12 Eylül rejiminin anayasasının tümüyle değişmesi bir zarurettir. Ama zamanla olacak, bunun farkındayız. Biz 2017 Referandumundan önceki Türkiye’ye dönmek istemiyoruz.

"BİR YÜZÜKLE GELDİMİZ AMA SİZ MİLLETİN OYUYLA GİDECEKSİNİZ"

Dördüncüsü, kapsayıcı demokrasinin olmazsa olmaz şartlarından birisidir, gelir adaletidir. Zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olduğu sistemler bir müddet sonra, Rusya’da bugün gördüğümüz şekilde oligarklar olur. Türkiye’de de neredeyse oligark oluşumuna giden bir gelir adaletsizliği yaşanıyor. Ağır enflasyon, kur korumalı mevduat ile bu enflasyon şartlarında zenginleri korurken elinde evine gidecek parası olmayan fakir fukara eziliyorsa, buradan kapsayıcı demokrasi çıkmaz. Kendi yandaşlarını zengin ederek iktidarlarını korumaya çalışanlara sesleniyorum. Bir yüzükle geldiniz ama siz milletin oyuyla gideceksiniz. İşte bizim şimdi, temiz siyaseti, siyasi ahlak yasası, imar yasası, ihale yasası, şeffaflık yasası başta olmak üzere çok kapsamlı yasal düzenlemelerle tahkim etme sorumluluğumuz var. Siyasi ahlak yasalarla olmaz, onu da söyleyeyim. Siyasi ahlak önünden milyarlar geçip de ona dokunmadığınız zaman ortaya çıkar. Türkiye’deki kapsayıcı demokrasinin yaşatmanın uluslararası boyutu tek bir ilkeye dayalıdır. Çok boyutlu diplomasi ve dış politika. Çok boyutlu dış politika demişken dün bir resim yayınlandı. Şanghay İşbirliği Örgütü resmi. İktidar cenahı bu resimden hareketle, sayın Cumhurbaşkanının ne büyük siyasi lider olduğunun ispatı yarışına girdiler.

"SESİNİZ ÇIKMIYOR! NEREDE MİLLİYETÇİLİĞİNİZ?"

Türkiye’nin sadece NATO, AB denklemine dayalı dış politika yürütmemesi gerektiğini düşünüyorum. Onun için Asya derinliklerindeki politikaları hep teşvik ettim görevli olduğum sürece. Şanghay İşbirliği Örgütü ile diyalog anlaşmasını 26 Nisan 2013’te ben imzaladım. İmzalarken gocunmadım, çekinmedim. Ama şimdi o anlaşma üzerinden geliştirilen bu ilişkiler çerçevesinde o resme girenlere şunu hatırlatmak istiyorum. O resim yanlış olmayabilirdi. Ne zaman yanlış olmazdı biliyor musunuz? Eğer Türkiye, kurucusu olduğu Avrupa Konseyi’nden neredeyse ihraç sürecine girmemiş olsaydı yanlış olmazdı. Orada medeni dünya resmi çıkacaksa sayın Erdoğan geldiğinde, Doğu Türkistanlı Uygur kardeşlerimizi bir toplasın bakalım. O resimde kendilerine bir yer var mı? Şu anda Urumçi’de, Kaşgar’da korona bahanesiyle Uygurlar evlerine kapatılıyor, kapıları mühürleniyor. Gıdasızlıktan ölümler yaşanıyor. İstediğiniz dünya düzeni bu mu? Sesiniz de çıkmıyor! Nerede milliyetçiliğiniz? Eğer Avrupa Konseyi’nden kopmasaydınız, eğer Avrupa Konseyi’nde demokratik bir ülke olarak saygı gören bir ülke olsaydınız, Şanghay İşbirliği Örgütü’nde verdiğiniz resme hiçbir şey demez, alkışlardık. Ama Avrupa Konseyi’nde insan hakları ihlalleri dolaysıyla ihraç noktasına gelmiş bir ülkenin, Avrupa’dan, demokratik standartlardan kopmuş bir ülkenin otoriter liderlerle verdiği manzara Türk halkının övüneceği bir manzara değildir.”