HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, Kobani davasının 'hukuki' değil 'siyasi olduğunu söyleyerek, "Düşürülemeyen Kobane'nin intikamını almaya yönelik bir vekâlet davasıdır" dedi. Buldan, 3 haftalık tam kapanmada halkın açlığa mahkum bırakıldığının altını çizerek, "Tencerelerde taş mı kaynayacak? Bu insanlar nasıl yaşayacak? Nasıl geçinecek? İnsanların bayramını şimdiden zehir ettiler" ifadesini kullandı.
HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan partisinin grup toplantısında konuştu.
Buldan'ın konuşmasından satır başları şöyle:
"DURUŞMA HUKUKSUZLUKLARLA BAŞLADI"
Buradan, duruşmaya katılarak destek ve dayanışmasını sunan herkese, demokratik kitle örgütlerine, siyasi partilere, Avrupa’dan gelen heyetlere, dayanışma mesajı gönderen uluslararası topluma ve basın emekçilerine teşekkür ediyor, selamlarımı iletiyorum. Dünkü duruşmanın kendisi de gün boyu hukuksuzluklarla doluydu. Adliye önündeki açıklamamızı ve basının çekim yapmasını yığdıkları polis ordusuyla engellemeye çalıştılar. Duruşma başlangıcında 100’e yakın avukat pandemi ve güvenlik gerekçesiyle içeri alınmazken, salonun yarısı polislerle dolduruldu. İçeriye girebilen avukatların itirazı dikkate alınmadığı gibi tutanağa da geçirilmedi. Mahkeme heyeti tutuklu yargılanan arkadaşlarımıza söz hakkı vermedi, avukatsız kimlik tespiti yapmaya çalıştı.”
"YALANLARI OKUMAYA ONLAR DA GEREK GÖRMEDİ"
Heyet, yalanlarla dolu 3 bin 530 sayfalık iddianamenin 28 sayfalık yalanlar bölümünü okuyarak, iddianamenin okunması işlemini güya tamamlamış oldu. Bütün yalanları okumaya galiba onlar da gerek görmedi. Özetle dün tam bir hukuksuzluk hâkimdi. Yalanlarla açılan dava, hukuksuzlukla başladı. Taraflı olduğunu saklamayan mahkeme heyetinin tavrı tam bir suçluluk psikolojisini ve gerçeklerin açığa çıkmasından duyulan korkuyu yansıttı. Biz söyledik! Sanık sandalyesinde olan HDP değildir. Asıl bu kumpasın sahipleri sanık sandalyesindedir dedik ve öyle olmaya da devam edecektir. HDP, bu kumpas davasında yargılanan değil, yargılayandır. HDP, bu davada hesap veren değil, hesap sorandır. Arkadaşlarımız duruşma süresince tüm gerçekleri bütün boyutlarıyla ortaya koyacaktır. ‘Karşı hamlemizi yapar işi bitiririz’ diyen zihniyetin, hamleleri, kumpasları bu duruşmalarda partimizin güçlü ve kararlı duruşuyla, hakikatin gücüyle bir bir boşa çıkarılacaktır. Herkes de buna tanıklık edecektir.
"BU DAVA KOBENE'NİN İNTİKAMINI ALMAYA YÖNELİK VEKALET DAVASIDIR"
Bu, hukuki değil, siyasi bir davadır. Bu dava yargının değil, Saray’ın bizzat savcısı ve hâkimi olduğu, hükmün önceden verildiği bir AKP davasıdır. Partimizin siyasetteki değişim gücünü kırmaya yönelik, demokratik siyaseti yasaklama davasıdır. 7 Haziran’ın, 31 Mart’ın intikam davasıdır. Siyasal ve toplumsal muhalefeti susturma, halklar arası dayanışmayı kırma davasıdır. Türkiye halklarının ortak geleceğine ve birlikte yaşam iradesine karşı kurulan bir komplo davasıdır. Düşürülemeyen Kobanê'nin intikamını almaya yönelik bir vekâlet davasıdır. Bu dava, protestolarda ölümlere neden olan paramiliter güçleri kollama ve aklama davasıdır. Bu, büyük yolsuzlukların, çürümenin yaşandığı bir süreçte iktidarın kendisini ayakta tutma davasıdır. Aynı kapatma davasında olduğu gibi bu dava da temelsizdir ve çökmeye mahkûmdur. Eninde sonunda da çökecektir.
"TANE TANE ANLATACAĞIZ"
O süreçte neler yaşandığını bütün kamuoyu yakinen bilmektedir. Ama bir kez daha kayıtlara geçirmek için buradan tane tane anlatacağız. DAİŞ, 7 yıl önce Şengal’deki Êzidî soykırımından sonra Kobanê’ye saldırı başlattı ve büyük bir soykırım planladı. 2014 Eylül’ü itibariyle bütün dünya Kobanê için ayaktaydı. Türkiye’de de demokratik, barışçıl protestolar çok daha önce başlamıştı. Tek talep vardı, bu talep Kobanê’ye insani yardım koridorunun açılması ve DAİŞ katliamının durdurulmasıydı. Provokasyonun başlangıcı; bunun altını önemli çiziyorum, dönemin Başbakanı Erdoğan’ın, 7 Ekim’de Antep’te müjde verircesine yapmış olduğu ‘Kobanê düştü düşüyor’ açıklaması olmuştur. Aynı gün, Muş Varto’da protestolar esnasında polisin Hakan Buksur adlı genci vurarak öldürmesi, provokasyonları büyütmüştür. Paramiliter güçler organizeli bir biçimde sokaklara salınmış ve halkın demokratik tepkileri kanla bastırılmaya çalışılmıştır.
"KONTROL EDİLEMEYEN GÜÇLER"
O süreçte heyetimiz, bu provokasyonların durdurulması için İçişleri Bakanlığında 48 saat boyunca görüşme yürütmüştür. Biz İmralı Heyeti olarak 48 saat boyunca Sırrı Süreyya Önder, İdris Baluken ve kendileri de bize ‘Güvenlik güçleri içinde kontrol edemediğimiz gruplar var’ demiştir. Aradan 7 yıl geçmesine rağmen o kontrol edilemeyen güçlerle’ ilgili açılan tek bir soruşturma yoktur. Sormak istiyoruz: O güçler neden yargı önüne çıkartılmadı? Neden hala korunmakta ve kollanmaktadırlar? O dönem görev yapan vali, kaymakam ve emniyet müdürünün kaçı 15 Temmuz’da yer almıştır? Kaçı halen görevdedir? Kobanê katliamlarının siyasi ayağının ortaya çıkmasından mı korkulmaktadır? Biz bu soruları sormaya devam edeceğiz ve gerçeğin peşini asla bırakmayacağız. Öyle bu işi HDP’nin üzerine yıkarız ve kurtuluruz hesabını yapanlar, büyük yanılmaktadır. Kobanê gerçeklerinin üzerini karartamayacaklar.
KRİPTO VURGUNU
Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzlukları, hırsızlıkları, vurgunları AKP-MHP iktidarında yaşanmaktadır. Tekçi yönetimle birlikte bu ülkede aynı zamanda yerli ve millilik’ adı altında bir vurgun rejimi kurdular. Bu rejim, merkezden yerele varıncaya kadar her aşamada, yandaşa, akrabaya, eşe, dosta, partiliye para akıtan, iktidar zenginleşmesi yaratan büyük bir vurgun rejimdir. Biz sürekli söyledik; bunların yerli ve milli dedikleri, beka dedikleri şey aslında kendi koltuklarıdır, rant düzenleridir, doların yeşilidir, ballı ihalelerdir ve şatafattır dedik. Haklı çıktık. Söylediklerimiz her gün bir bir ortaya çıkmaktadır. İşte, ayakkabı kutularından 128 milyar dolara, Çiftlikbank dolandırıcılığından Reza Zarrab’a uzanan yerli ve milli vurgun düzeninin son ayağı kripto para vurguncularıdır.
Kriptocu yandaşlar, 2 milyar dolar çalarak ortadan kayboldu. Ne tesadüftür ki bunların hepsinin AKP’lilerle çekilmiş pozları ortaya çıkmaktadır. Referansları bellidir. Çünkü herkes de iyi biliyor ki iktidarla işbirliği yapmadan, birlikte fotoğraf vermeden, ak-referans almadan hiç kimse bu işlere giremez.
"İNSANLAR TAŞ MI YİYECEK"
İktidar, yaklaşık 3 haftalık yine güvenceden ve destekten yoksun bir kapanma kararı aldı. İşçiye, emekçiye, çiftçiye, esnafa, günlük çalışanlara, ev kadınlarına, hizmet sektörüne yine destek yok. İnsanları evlerinde açlığa mahkûm eden bu vicdansız iktidara soruyorum: İnsanlar taş mı yiyecek? Tencerelerde taş mı kaynayacak? Bu insanlar nasıl yaşayacak? Nasıl geçinecek? İnsanların bayramını şimdiden zehir ettiler. Halka kara bayram yaşatacaklar. Esnaf bayram hazırlığı yapmıştı. Şimdi çaresizce kepengini kapatacak. Sarayın 3 haftalık şatafatını, israfını kesseler, işsizlik fonunu yandaşlar için değil işçiler için kullansalar, inanın ki halkın günlük yaşamını idame ettireceği kaynak fazlasıyla yaratılmış olur. Buradan parlamentoya çağrı yapıyorum. Meclise verdiğimiz önemli bir kanun teklifi var. Pandemide toplumun her kesimine destek öngörüyor. Güvencesiz kapanmaya hayır, güvenceli yaşam hemen şimdi diyelim.
128 MİLYAR DOLARI AÇIKLAYAMIYORLAR
Adeta Cumhurbaşkanlığı Şirket Sistemi kurmuşlar ve ülkeyi şirket yönetir gibi yönetiyorlar. Kefen parası, dar gün akçesi olan 128 milyar doların eritilip buharlaştırılması vurgunların en büyüğüdür. 128 tane yalan uyduruyorlar. Ama açıklayamıyorlar. 128 milyar dolarlık rezervin eritilmesi sürecinin Ağustos 2018’de başladığı bilinmektedir. Bu rezervin önemli bir bölümünün 31 Mart yerel seçimlerinde kullandığı da sır değildir. Merkez Bankası Başkanı birkaç gün önce yeni bir itirafta bulundu. Dedi ki ‘O SİHA’lar, İHA’lar parasız uçmuyor. O askerler bedava oraya gitmiyor’ Bu sözler, rezervlerin aynı zamanda Suriye savaşında harcandığının, ÖSO çetelerine maaş olarak ödendiğinin de bir başka itirafıdır. AKP Genel Başkanı ‘Bir merminin fiyatı kaç lira’ diye sorarken, işte rezervlerin nerelerde nasıl heba edildiğinin de en güzel itirafıdır tüm bu sözler.